Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ağustos '16

 
Kategori
Deneme
 

Aşk budur işte!

Aşk budur işte!
 

“Yazar Şehriban Tuğrul, 12 yaşında girmiş, Hasanoğlan’a. Yedi yıl okuduğuna göre, 19 yaşında ayrılmış demektir oradan. Bu süre içinde kanı kaynamamış mıdır hiç? Sevmemiş, sevilmemiş midir? Yalnızca okulu, öğretmenleri, dersleri mi anlatır kitabında? Aşklarından, âşıklarından söz etmez mi hiç?” diye sorarsınız, öyle mi?

Olur mu hiç!

               On beş, on altı, on yedi yaşlarındaki bir genç kızın kanı kaynamaz olur mu? Karşı cinsten birine ilgi duymaz mı? Duymazsa bu anormal olmaz mı?

Şehriban Tuğrul, “Anılarımla Hasanoğlan” adlı eserinde, yeri geldikçe, bunlardan da söz eder. Etmeseydi, gerçekçi olmazdı; inandırıcı olamazdı.

Şöyle bir tarayıp baştan sona, neler demiş bakalım, bu konuda:

İlk yıl, ders yılı ortasında, bayram dolayısıyla memleketi Şefaatli’ye gider; izinli olarak. On üç yaşına yeni girmiştir henüz. Her gittiği yerde okulun verdiği kıyafetlerini beğendiklerini, aldığı kilolarla da çok güzelleştiğini söylerler. “Seneye siz de kızlarınızı gönderin” dediğinde, bir sürü olumsuz mazeret ileri sürerler. O, bu mazeretleri çürütmeye çalışır ama Aniş Teyzesi ikide bir, “Sen erkeklerin içinde okuyamaz, kaçarsın” demesi Şehriban’ı daha da hırslandırır.

O günlerde, köyün zenginlerinden bir aile gelir evlerine. Ve Şehriban’ı askerdeki oğullarına isterler. Sözü yazara verelim şimdi:

“Babam, çok güzel bir okulda okuduğumu ve bitirip öğretmen olacağımı söyledi. Onlar da, “Biz evini alır döşeriz; her ihtiyaçlarını karşılarız. Kız çocuğu, okuyup da ne yapacak?”dediler. Olumsuz cevap alınca da, “Yarın adı çıkarsa, rezil olursun. Şapkanı eğip gezersen iyi mi olacak?”deyip gittiler. Benden destek ister gibi bakan babamın elini öptüm, gülümsedim. “Okuyacağım, seni hiç rezil etmeyeceğim; canım babam!” dedim. Emin olduğunu söyledi. Güvenmesi hoşuma gitti.” (Sa. 70)

Kızımız 2. sınıftan 3’e geçtiği yaz, yine Şefaatli’de ailesiyle birliktedir. Radyoda “Radyo Tiyatrosu” ve “Arkası Yarın” programlarını hiç kaçırmadan dinler. Bir de yutarcasına kitap okumaktadır. Anne ve babası, kızlarının eve kapanmasını istememekte, “Sıkılmıyor musun? Işığa çık artık; gez, toz.” demektedirler. Zorla çıkarıp gezmeye götürdüklerinde de, “Önüne bak, erkeklerle konuşma” tembihleri canını sıkmaktadır.

Öyle ya canım; hem, “Gez, toz” de; hem , “Önüne bak, erkeklerle konuşma…” Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!..

Ancak, kim ne derse desin, doğa yasası hükmünü icra eder her zaman. Bakın işte:

“Tabii ki, bana bakan erkekler de vardı. Birisinin, evimizin önünden kaç kere geçtiğini de gördüm. Nereye gidersem, o da çevremdeydi. Bana bakabilirler ama ben kimseye bakmayacaktım; babama sözüm vardı.” (Sa. 127 – 128)

Çevre baskısı, aile baskısı, din baskısı…

Ne çocukluğumuzu çocuk gibi yaşatır bize, ne genç kızlığımızı, ne delikanlılığımızı…

Ancak, doğa yasasının önüne hiçbir yasa, hiçbir yasak geçemez.

Hasanoğlan…  Yaş 15 – 16 dolayları… Yazara kulak veriyoruz yine:

“Bu arada enteresan bir olay oldu. Sınıfımızın en sönük oğlu, sınıfımızın en havalı kızına âşıktı. Kızımız ne kadar güzelse, oğlumuz da o kadar tersi… Üstelik oğlumuzun alt ve üst ön dişleri yok, gözleri şaşılığa yakındı. Kendisi de esmer mi esmer, yüzü de çilliydi. Ama kalbi çok güzel ve bizler tarafından çok seviliyordu. Onun üzülmesi bizi de üzüyor, kızımızın kabul etmesi için yalvarıyor, gerektiğinde de baskı yapıyorduk. Nihayet büyük ısrarlar sonucu kabul ettirdik. İkisini “Âşıklar Yolu”na götürüyor; onları baş başa bırakıp arkalarından yürüyorduk. Kızımız bir olumsuzluk gösterecek olursa hemen müdahale ediyorduk. Sınıfta yan yana oturtuyor, devamlı gözaltında bulunduruyorduk. Kızımız bizden büyüktü. “Olmuyor, aşk içten gelir, içimden gelmiyor. Taşıma suyla değirmen dönmez”diyordu. Tabii ki yürümedi, bitti.” (Sa. 148)

Okulda kendisinden iki – üç sınıf ilerde bir Sultan Ablası vardır Şehriban’ın. Şefaatli’nin bir köyünden… Tatillerde, okula dönüşlerde birlikte gelip giderlerken, çoğu zaman bir – iki gün Şehribanlar’da kalır. Bir yaz, onları davet eder Sultan. Ve bir gün, anne ve babasıyla birlikte Paşaköy’e Sultan Ablalar’a gider Şehriban.

Köyün ortasından Konak adlı bir çay geçmektedir. Anne baba, kızlarını bırakıp Şefaatli’ye döner. Kızlar toplanıp çay kenarına giderler akşamüzeri. Kızlar oraya gider de, delikanlı gençler durur mu?

“Ne keyif alıyorduk ama. Hele karşı kıyıda gençler de olunca, kuduruyorduk. Gülüyor, ırmağa taş atıyorduk, onlar da o taraftan… Bende bir değişiklik vardı. Buradan birisi hoşuma gidiyordu. Babama verdiğim namus sözünü hatırlayınca da gelgitler yaşıyordum. Şimdi de derenin karşısında bana bakıyordu. Ben bakmayacaktım, babama sözüm vardı. (…)

Ertesi gün, Sultan Ablalar’ın bostanına giderken, harman yerine geldiğimizde traktör süren birinin, traktörü durdurup bize baktığını gördüm. Bakan birine kızarsan yere tükürürdün. Ben de tükürdüm. Sultan Abla, o çocuğun olduğunu söyleyince utandım. Nerden tanıyacaktım, üstü başı perişandı bugün.” (Sa. 161)

Kendinizi bu genç kızın yerine koyun da, üzülmeyin bakalım! Ya o delikanlıya ne diyelim?

Serbestçe görüşememek, konuşamamak ne işler açıyor insanın başına! Ne üzüntülere, ne hayal kırıklıklarına sebep oluyor!

Paşaköy macerası bitivermez hemen. Sultan Abla, mahallenin Ankaralı kızlarına haber verir. Bir minibüs dolusun kız, bağlara pikniğe gider. Cennet gibi yemyeşil bir yerdir bağlar.

Sonra ne mi olur?

Bağlardaki gençler de onlara katılır. Ve onların arasında “O da” vardır. Yakından görmek Şehriban’ı heyecanlandırır ama belli etmemeye çalışır.

Öğleyin, bağları sulayan kanal ve Konak’tan epeyce balık tutup pişirilerek önceden hazırladıkları tavuk, bulgur pilavı, yeşil soğanla birlikte yenir. Ayran ve çaylar da içildikten sonra, sıra gelir gezmeye... Arkadaşı Müzeyyen’le birlikte ağaçlar arasındaki gölgeli yolda yürürken, O’nunla karşılaşmasın mı? Dinleyin hele:

“Kalbim hızla atmaya başladı; kulaklarım kızardı. Müzeyyen’in konuşmasının bir kelimesini dahi duymadım. Kayalara tırmanırken on beş kadar gençtik, o da vardı. Ben on beş kişiyi görmüyordum. Sanki sadece ikimizdik. O ve ben… Ölesiye utanıyordum.”

Aşk budur işte! Aşk utanılacak bir şey değil ama kızımız utanıyor. Bir genç kızın bir erkeğe ilgi duyması, bağışlanamayacak bir suç, bir günah gibi işlenmiştir; yıllarca O’nun beynine çünkü. Ve devam ediyor yazar:

“Her yer çok güzeldi, bana daha da güzel görünüyordu. Hele de kayaların arasındaki su kaynağı muazzam güzeldi. (…) Derin bir havuz oluşturan su buz gibiydi. Soğuk suyla yüzümü yıkadıysam da su, yüzümden çıkan alevi söndürmüyordu.”

Demek ki, soğuk su aşk ateşini söndüremiyormuş! Ben o yaşlarda karşı cinsten o kadar uzaktım ki, bu güzel duyguları yaşamadım; yaşayamadım hiç. Hasan – Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un kurduğu kızlarla erkeklerin birlikte okuduğu Köy Enstitülerini, “Kız Öğretmen Okulu” ve “Erkek Öğretmen Okulu” diye bölüp ayıranları, hiçbir zaman sevgi ve saygı ile anmayışımın nedenlerinden biri de budur.

Paşaköy bağlarında gezip tozan gençler epeyce yorulduktan sonra, gölgeli bir kaya dibinde dinlenmek için otururlar:

“Fıkralar, türküler, şiirleri güzel sözler… Bir erkeklerden, bir kızlardan derken sıra bana geldi. Hiçbir şey aklıma gelmedi. Sultan Abla’nın kulağıma fısıldadığı sözü söyledim: “Seni ne zamana kadar seveceğimi sanıyorsun? Kitaplar mahşer gününü yazmamışlar ki…”Sultan Abla sırayı O’na verdi.”

Aferin Sultan Abla’ya! Onun yerinde bir başkası olsa bu masum sevgiyi küçümser; belki de  kıskanır ve kızardı.

Delikanlımız da Ahmet Haşim’in bir dörtlüğü ile cevap verir bu mesaja:

“Bir yanım bahçe, bir yanım dere;

Gel uzan sevgilim, benimle yere.

Suyu yakuta döndüren bu hazan,

Bizi gark eyliyor düşüncelere.”

Bir aferin de delikanlıya!

“Ahmet Haşim’in bu dizeleri, sanki ikimiz içindi.” demeyi de ihmal etmemiş yazar.

“Sonra ne olmuş, sonra?..” diye sıkıştırmayın hemen. Maşallah, amma da meraklısınız! Kusura bakmayın; bugünlük bu kadar. Devamı önümüzdeki haftaya...

Hüseyin Erkan

huseyinerken@dilemyayinevi.com.tr

Telefon: (0535) 612 93 62

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..