Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Gülüm Çamlısoy

http://blog.milliyet.com.tr/

13 Ağustos '15

 
Kategori
Deneme
 

Aşk hep yorgun

Aşk hep yorgun
 

 Suskunluğun riayet ettiği bir masal. Masalların mutlu sonuna ihanet belki de. Sayıların toplamı ve eksiltili bir eşitlik.


Vara yoğa kırılan yine de nüktedanlığına toz kondurmayan.


Tüm gidişler ve eşlik eden o son kare mutluluğun yetim düşmüşlüğünün resmedildiği o son kare.


Kalbin atışını çok uzaklardan duyabilmekteyim ki kâinatın kalp atışı her dem yürek sesime eşlik eden haricinde varsın yol vermiş olayım suni yaratılarına insanoğlunun.


Düzenli bir çırpınışı var yüreğin. Bir ninni gibi okşamakta ruhumu ve usul usul dokunmakta varlığımı çekip kurtarırken izbelerden.


Karanlığı ne zaman sevdim ki… Ama hep de yanıldım her karartıyı düşman bilip. Bilemedim zira günün doğuşunun çok yakın olduğunu.


Her aydınlığı dost bilip yine yanıldım. Bilemedim ve göremedim üzerine serili o kara örtüyü.


Son izlek arda kalan. Sona rağbet etmezken başlamadan biten bir hikâye. Ve bir hikâye daha: seri halde devam eden. Muğlâk bitişler, hicap dolu sevişler, küskünlüğün rakımı yükseldikçe hayatla olan o bağın gitgide zayıflaması.


Korkunun ecele faydası olsa aşk’ın da muktedir olmayacağı ne olmaz ki.


Sıradan bir günün sıra dışı yansıması kadar tedirgin eden. Rezil bir düzeneğin kıyısında köşesinde kalmış üç beş suret. Gölgelerin oynaştığı, karanlığın eşlik ettiği ve yansıması depresif bir kaygı ile beyan ederken kimliğini. Muzdarip olunan ne varsa… Yakıp yıkan ne ise. Ve sığındığımız o suskun çaresizlik yoksa tekil bir ifade mi kullanmalıydım? Ne fark eder ki… Söyleyeceğimi henüz söylemedim aslında hiçbir satıra eşlik eden ben değildim ki yetmeyen onca yanımla yetemezken kendime bile. Koca bir es belki de iki yazı arası soluklandığım. Gidip kerelerce yanından geçerken görmezden gelindiğim ya da görüş alanında görüntü kirliliği yaratmışçasına biçilen değer.


Komik hatta acınası bir o kadar garip ve sıra dışı.


Kerelerden oluşmuş uzun bir zincir ara namesi iken onca keşke.


Sanrılardan zincir yaptım.


Duygulardan ruh ördüm.


Sevi dilini hep pelesenk yaptım ruhuma.


Ne pişmanım ne kâfir.


Ne yalnızım ne kalabalık. Ama içimdeki coşku sönmek bilmiyor ve sevgi denen çember her geçen dakika daha da genişlemekte içine dâhil ettiklerimle ve yol verdiklerimle cebelleşirken onca pişmanlıkla ve yap-bozun kayıp parçaları eşleşirken eksiltili imgelerle.


Ürkünç bir coğrafya, sevgisizliğin mubah olduğu.


Soğuk bir mevsim, iklimsiz yürekler üşürken ve üşütürken.


Detaylarda saklı tüm imgeler uzaktan göz kırpan.


Niteliği belki de nicelik alt etmişken yoz dürtüleri.


Zaman çok yaşlı ve çok yorgun ve hırpani o mevcudiyeti ile almakta intikamını insanoğlundan.


Kader ise hep zan altında suçu yüklenmiş iken ve tahakkümü ile pervasızlığın sorgulanırken aralıksız bir ivme ile.


Aşk ise hep yorgun ve bir o kadar gözü pek. Issız bir o kadar name name dolarken gönüllere ve yol verilmiş iken mutlu birliktelikler.


Bezdirici durağanlığı mı hayatın yoksa çalıntı hayalleri mi yordanası…


Yosun tutmuş bir taşın üzerine oturup taşlaşmak. Taş kesmiş yürekleri pamuk bilip o sığınma isteği. Ve yüreğinizdeki emsalsiz sevginin sekteye uğratılması. Öyle ya kiminle muhatabım da karşılığında bir tebessüm dahi esirgenmekte. Onu da geçtim. Ya… Sonrası yok bu cümlenin inanın ki var aslında, desem de cesaretim yok belki de. Maruz kalınan ne ise…


Hiçliği sorguluyorum mütemadiyen belki hiçliğe tekabül eden varlığımı.


Varlığımı köreltiyorum, zımparalıyorum kaygan bir zemine ulaşmak adına bu sefer ayağım kayıp düşmekten alıkoyamıyorum.


Yalın bildiğim ne varsa karmaşık. Karmaşık imgeler alaycı. Yüz görümü düşler tek tesellim yokluğun hicap edici tedirginliği ile donatılmışken. Sorgu hâkimi tümceler tef çalarken paragraf bitiminde. Yalıtılmış cümleler kuruyorum uzun uzun dalıp giderken çok uzaklara. Karıştığım yalnızlıklar, öznesi olduğum insanlar, yüklemi belirsiz hikâye adamları ve kadınları ve yüzü gözü pamuk şekerine bulanmış çocuklar…


Uzaklar eşlik ederken bir imge takılıyor zihnime:’’Bir insan için dünyayı anlamak onu insansala indirgemek, ona damgasını basmaktır. Kedinin evreni karıncaların evreni değildir.’’(A. Camus)


Nereye aidim o zaman? Ya kaybolan yanım hangi evrene tutsak?


Kim olduğumun bilincinde olsam da usumun uzağındakiler kim ya da ne?


Nedir düzen, nedir kural?


Yoksa kuralsızlığın isyanı mı kural bilinen?


Oysaki usumun tüm taktiği değil miydi doğruyu yanlıştan ayırmak ve elimdeki tek sonuç: çelişkinin o soyut ve soğuk varlığı…


‘’İyi bir insan ol fakat bunu ispatlamak için zaman harcama.’’(Ts.Eliot)


Demek ki tüm ömrümü heba etmişim durduk yerde hatta şu yazdıklarım bile yetersiz kılmakta benliğimi ki yetersiz sözcüğünden hiç mi hiç haz etmesem de. Mutlandıran tek edim oysa ya da inandırıldığım ve kendimi kandırdığım.


Ömür mü bana ait olan yoksa tamamen zamanın malı mıyım harcanmış ve harcanmaya devam eden…


Hangi masalın sonu mutlu bitiyorsa haber verin bana sadece okusam da bana yeter içinde olmasam bile.


 

 
Toplam blog
: 216
: 117
Kayıt tarihi
: 22.08.13
 
 

Yazmaya gönülden sevdalı, kendini her daim geliştirmeye çalışan, öğrenci ruhlu biriyim. Mesleğim ..