Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ocak '13

 
Kategori
Öykü
 

Aşk-ı sanat

Aşk-ı sanat
 

Komitas Verdapet


Sanat kavramı, her ne zaman usuma bir cemre gibi düşüp, dimagımın o küçük, mavimtırak-dingin göletinde, art arda dalgalar oluşturdugunda, ellili yaş erişiminin sonrasında, görme yetisi optimallikten mesafe alan gözlerimin önünde, hep yüzlerce çeşit meyve veren tek bir agaç belirir. Şaşılacak kadar, envai çeşit meyve veren, bu ulu çınarın tarifi olası degildir. Müzik, tiyatro, sinema, edebiyat, resim, dans, heykeltıraşlık, her türlü gösteri ve digerleri. Sanat agacının kökleri taşa, topraga ve devasa kayalara tutunup, derinlikleri sarıp- sarmalayıp, kucakladıgından, her daim dimdik ayakta kalır. Fırtınalar, kar, boran, tipi, tusinami, deprem ve akla gelebilecek bütün dogal felaketlerin gücü bu agacı milim etkilemez.

Öylesine bal-şeker hercai meyvalar verir ki sanat agacının, ürünleri tadıldıkça, duyulan haz; insanın ömrüne ömür  katar, bütün hücrelerine işler, mest eder, stresin - negatif elektriklenmenin diyarına ugratmaz, görüş açınızı üç yüz altmış derecelik bir alana yayarken, ufkunuz en güzel görünümüne bürünür, güzelligin, hayat tatlarının bini bir para olur. Yeter ki uzansın eliniz, söylesin diliniz, bir şeyleri tıkırdatsın parmaklarınız. Dokunun, hissedin, dinleyin, görün, okuyun, kaleminizi hareket ettirin, boyayın, çizin, çamurlara ve taşlara can verin, film karelerinde  ve sahnelerde yer alın. Eliniz sanatın herhangi bir dalına degmeye görsün, artık size rahat yoktur. Büyülenirsiniz, sanatın o çok güçlü manyetik alanına, durmaksızın dönen çarkına bütün bedeninizi, ruhunuzu kaptırır, bagımlı hale gelirsiniz. Yapılan her bestenin, dillendirilen her melodinin, çizilen tablonun, yontulan her heykelin, yazılan şiirin, öykünün, romanın, köşe yazının ve diger sanat dallarından her hangi birisine gönül vermeye görün, derin bir kaygı yüreginize, beyninize çöreklenir. Ortaya çıkan her eserin ardından, peki şimdi ne yapacagım diye çırpınır, amansız bir arayış içine girer, malzeme toplar, gecenizi gündüzünüze katarsınız. Üretiminiz olan eser, önce sizin begeninizi hak ettikten sonra rahat bir nefes alırsınız. Ardından zamanınız, yeniden yeni eserlere gebe kalır.

Artık kirlenmeye yüz tutan, daha çok çıkar saglamak için, iklimi ve ekolojik dengesi ile oynadıgımız gezegenimize öyle dehalar gelir ki, kimi Beethoven gibi sagır, kimi Mozart gibi daha üç yaşındadır, ama dünyanın en önemli müzik eserlerinin altına, altın imzalarını onlar atarlar. Bu ölümsüz melodiler, daha bugün bestelenmiş gibi yüzlerce yıl, dünyanın en nezih ve şık salonlarında çalınır, geçen zaman onları şarap misali yıllandıkça daha büyük bir öneme haiz kılar, takdire şayan en büyük alkışları alırlar. Dinleyicilerini alıp, başka diyarlarda, kırlarda, dag başlarında, mavi göllerin ve denizlerin kıyılarında, ırmak boylarında, dolandırır, ruhunu dinlendirir, rahat bir nefes aldırır, hayata yeniden başlamış gibi bir his verir, içmeden sarhoş eder, rüyalar alemine daldırır, yaşamın kaçınılmaz getirisi olan sıkıntılardan bir an olsun arındırır.

Ardından delilik derecesinde Van Gogh gibi bir dahi daha çıkagelir. Dünyanın en harikulade tablolarının altına, milyonlarca fırça darbesi ve kendisine özgü sarı rengini de kullanarak, mütevazi imzasını atar. Ancak bütün yaşamı boyunca anlaşılmaz, aşık olur, kulaklarını çok seven sevgilisine, başka verecegi bir şeyi olmadıgından, kesip, paketleyip, fiyonklar- sarar ve armağan eder. Ölümünün ardından, yani iş işten geçtikten sonra anlaşılır ve insanlıga parmak ısırtır ve her tablosu dünyanın en büyük servetleri arasındaki haklı yerini gelip, alır.

İspanyol asıllı bir ressam olan babası tarafından, resme yönlendirilen ve arkadaşı Georges Braque ile birlikte “kübizm”in temellerini atan Pablo Picasso; savaş koşullarında, dünya insanlıgına, barbarlıgın korkunç yüzünü “Guernica” adlı eseri ile teşhir eder, kan emici parazitlere tablolarını ayna gibi tutup, ne denli igrenç olduklarını haykırır .

Şili’li yoksul bir çiftçi ailesinin oglu olarak dünyaya gelen Victor Jara; annesinden ögrendigi gitarı ile Picasso’nun yaptıgının başka bir versiyonunu müzik sanatı ile icra eder. Pinochet’in subayları tarafından yapılan işkencede, gitar çalmaması için önce elleri kırılır, beyni dipciklerle parçalanırken, o dudaklarında şarkısını mırıldanmaya devam eder. Öldürüldükten sonra da, ibret olması için kolları kesilerek, işkence gördügü stadyumun kapısına asılır. Efsane şarkıcı Victor Jara direnişini ve sanatını icra etme tutkusunu son nefesine kadar sürdürür.

Bertolt Brecht’in Almanya’sında da yaşananlar hiç de iç açıcı değildir. Dünya insanlıgının hafızalarından asla silinmeyecek olan vahşetlerin yaşanması ile Brecht de solugu geçici olarak Danimarka’da alır. En kısa zamanda çok sevdigi anavatanına dönecegini umar. Bu nedenle; orada kalmamak adına, hiç bir girişimde bulunmaz. “Ceketini asmak için duvara çivi çakmadıgı gibi, yanı başında saksıdaki boynu bükük çiçege de su vermez.” Yarın dönecektir nasıl olsa, ama bu “yarın” sekiz yıllık bir sürgün olur kendisi için. Ve Brecht savaş karşıtı, mücadele ve aşk şiirlerinin, tiyatro oyunlarının en güzellerini kaleme alır.

Pablo Neruda da, Bertolt Brecht ile aynı kaderi paylaşanlardandır. Dünyada buna benzer binlerce sanatçı, yazar ve çizer yaşadı, ölümsüz eserler verdi – yaşayanlar unutulmayacak ürünler vermeye devam ediyorlar.

Ülkemizde de yüzümüzü agartan pek çok sanatçı, yazar ve çizer var elbette. Kimler yok ki; Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Osman Hamdi, Orhan Kemal, Kemal Sunal, Adile Naşit, Yılmaz Güney, Tatyos Efendi, Bimen Şen, Tatyos Ekserciyan, Komitas Vardapet ve daha niceleri.

Ermeni kökenli Komitas Vardapet, 8 Ekim 1869' da Kütahya’da dünyaya gelir. Bir yaşına geldiginde annesini ve on yaşında da babasını kaybeder. Asıl adı Sogomon Kevork Sogomonyan olan Komitas (Gomitas) babaannesinin yanında büyür. Ermeni Kilisesi ruhban okulunu okur ve oradan papaz olarak mezun olur. Müzik hayatına girmiştir, onunla içli dışlıdır,  Daha sonraları müzik eğitimi almak üzere, Berlin’de Kaiser Friederik Wilhelm Üniversitesi’nde müzik egitimi alır. Egitiminin ardından, bulundugu bölgenin bütün kırsal kesimini dolaşarak üç binden fazla Ermeni halk şarkısını derleyip, notaya döktü. Türkçe, Kürtçe ve Farsça derlemelerde de bulundu. Komitas Anadolu topraklarının Beethoven’u, Mozart’ı veya Bach’ıdır. Ancak 24 Nisan 1915 Tehcir Kanunu geregince tutuklandı. Pek çok tanınmış İstanbul’lu Ermeni ile birlikte Çankırı’ya sürgün edildi. Halide Edip Adıvar, bir kaç aydın ve yabancı diplomat, kendisini kurtarmak için girişimlerde bulundular. Ne yazık ki, özgür kaldıgı zaman, Komitas sürgünde aklını yitirmiştir. Hayatının son yirmi yılını Paris'teki bir sanatoryumda geçirdi ve dünyaya, şarkılarına, derlemelerine, halkına ve sevenlerine orada veda etti. Hayatının son on sekiz yılında, bu eşsiz müzisyen ne şarkı söyleyebildi, ne de parmaklarını bir piyanonun siyah-beyaz tuşlarında gezdirdi. Bu topraklar; bizim Beethoven, Mozart veya Bach‘ımızı kendi elleri ile yok etti.

Nazım, Ahmet Arif, Orhan Kemal ve diger  degerlerin de, Anadolu topraklarında sonları Komitas’ınkinden pek de farklı olmadı. Onların da hayatları, insan yüreğinin kaldıramayacagı güçlüklere, işkencelere, ülkelerine ve insanlarına olan özlemle son buldu. Bütün bu zorluklara ragmen, onlar da diger sanatçı, yazar ve çizerler gibi, yaşamlarının son anına kadar ölümsüz eserler ortaya koydular. İşte seksenli yaşlardaki çınarlar, Yaşar Kemal ve Çetin Altan‘lar hala yazıyorlar. Yüreklerindeki güzelligi, ilk günlerindeki gibi ölümsüzleştirmeye devam ediyorlar.

Nazım Türkiyelilerin dillerinde pelesenk olan, aşk ve şevkle okunan yüzlerce şiiri ile gönüllerdeki tahtına oturdu. O muhteşem bir titizlikle, yan yana getirdigi bal tadındaki kelimelerden oluşturdugu aşk, sevgi ve kavga şiirlerinden birinde, yüregini parçalayan hasretini aşagıdaki dizelerde oldugu gibi dile getirdi.

“Bir vapur geçer Varna önünden,
uy Karadeniz'in gümüş telleri,
bir vapur geçer Bogaz'a doğru.
Nazım usulcacık okşar vapuru,
yanar elleri..”

Yüzümüzde birer gülümseme olarak yer alan bütün sanatçıların, yazarların ve çizerlerin eserlerinin yer aldıgı, sanat agacına çekinmeden ellerimizi uzatalım, Nazım misali, usulcacık ulu sanat agacının meyvalarını okşayalım. Ellerimiz yanmaz, ama yüregimiz anlatılmaz duygularla sarhoş olur, belki de daha bir insan oluruz.

Amsterdam, 26 Ocak 2013

 

 
Toplam blog
: 102
: 447
Kayıt tarihi
: 17.12.10
 
 

Sevgili okuyucular; oluşturmaya çalıştığım bu blog vasıtası ile boş zamanlarımı değerlendirip, ço..