Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Nisan '22

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Aşk’ın eMaRı…

EN zerre bir özlem ya da ayrılığın sonunda, müjde verecek kuşlar bir türlü konmaz onların yaralı yüreklerine. Bahçelerdeki portakalların kabukları hızla allanmaya başlamıştır. Ve meyvenin özsuyu, kendi içinde tatlanırken portakal kokusu da, insanın başını döndürür. Yaşam, yüreklerini bir öz gibi kuşatmıştır. İşte “Âşıklar” işler kötü giderken, böyle hisseder. Erkek atardamarı, kız da toplardamarıdır aşkın. Enerjiye bakar mısınız? Ellerini avuçlarına bastırdıkça, yalnızca kemiklerine anlatamazlar bu ‘dünya / tanımaz sevda’yı. Bazen uzak düşseler ya da küs olsalar, yüreklerinde senfoni orkestraları kurulur, davulları vurulur, gümbürtüleri duyulur. bir öz olup yüreklerini kuşatan yaşam, boğazlarını sıkar. Anı kırıntıları, hüzünlü laciverdin geniş sırtına serpilmiş balıkçı tekneleri gibi kıpırdar. Deniz kız tarafıdır, gök ise erkek! Kız suları seyrederken erkek havaya bakar da ondan! Akıllım!... Tuzlu dalgalar bulutları öfkeyle kırbaçlar; kızı savunurken. Gök bu yandaşlığı seyredecek değil ya, o da erkeğin haklılığını denizin tam üzerine fırlattığı yıldırımlarla vurgular. Birisi yıkar, diğeri yakar. Aşk için. İşte ufuk çizgisinin birleşmesi bundandır. Şairler de duygu ürünü dolu tezgâhlarını çoklukla deniz kıyılarına kurmazlar mı?

“Sen, aklım ve kalbim arasında kalan en güzel çaresizliğimsin”

MARTILAR, sinirden fırtına üreten gökten inip öfkeli dalgaların beyaz köpüklü salıncaklarında bu kavganın tanıklarıdır. Çay bahçesinin önündeki tarihi ahşap iskele, huysuzlaşıp onların içinde olmadıkları vapurun yanaşmasına asla izin vermez. O günlerae kırmızı gül satan, neşe saçan, şıpıdık terlikli, pembe sakızlı, falcı “kara kız” da uğramaz iskeleye. Sardalye alıp besledikleri üç afacan “kedi” gibi! Güvertede öpüştükleri tahta sıra da, karşılık bulamayan nemli dudaklar gibi boş kalır. Şarap şişesinin kırılganlığını taşır yürekleri. Ayrılığın sürdüğü o günlerde; küstürler. Camlar batar şefkatlerine, vicdanları çivilenmiştir. Kanları, halıya deli gibi dökülen kırmızı şaraplar gibi akar aşkın üzerine. Hayat kenetli ellerinin arasından bir yerlere kaçmıştır. Sevdanın ufuklarında birden ‘Lanet olsun’ yazar. Yaşananlar, başka bir dünyanın işaretleridir. Anıları birbirine kitap sayfalarındaki papatyalarla zincirleyip, sevda yeşili parklara kuru yaprakları bile ezmeyen adımlarını atamazlar. Herhangi bir kılıkla hayaller ve varsayımlardan başka hiçbir şeyin göze çarpmadığı bilinmeyen bir yerde saklanmaları gerekir. Zaman ezbercidir, anıları yineleyip tazeler, acı çektirmekten hoşlanır. Bu nedenle sır olur ikisi de.

“Sen, satırlara sığdıramadığım ömrümün özetlenmiş biçimisin”

BİLİNENİN tersine aşk; dünyanın en durağan, en miskin, en şımarık duygusudur. (Bu, konunun en işe gelmeyen püf noktasıdır ve her yerde rastlanmaz.) (!) Ona hiç de hak etmediği ünü kazandıranlar, dünyanın başına dert edenler, bu sevimli yürek canavarını yaratanlar; yine âşıklardır. Yani anlayacağınız çocuklar; aşk çiftleri değil! Nedir? Çiftler aşkı yönetir de ondan. Yaa naaber! Her bi şey destansı giderken kendi dışlarında kalan tüm insanları, gün ışığı sütunları içinde uçuşan milyarlarca toz zerreciği gibi görürler. Bu, ‘aşkın sarhoş hali’dir ve her şey şarkıdaki gibi paramparçadır. Âşıklar artık öyle çaresizlerdir ki, aşkın artık unutulan sevinçleri arasında gezerken gölgeleri bile ağlar! Dünyaya kızan herkes gibi, onlar için de yaşam ikiyüzlüdür. Ancak birisinde sevdikleri vardır, diğerinde kendileri. Kurguladıkları aşk, ikisinden de aynı sıcaklığı ister. Bunu bulamazsa dondurur. Nasıl mı? Yalnızlık soğuktan da soğuktur ve mutluluk sanıp bilmeden peşinde koştukları cezadır. Vaaavv! Ayrıca ikisi de ‘kelebek’ doğdukları halde yaşamlarını ‘kırkayak’ olarak sürdüreceklerdir. Gelelim aşklarına. Sütle ekmekle beslenip tam büyürken öksüz kalan ve yağmur sularının aktığı saçak altında titreyerek bir köşede gizlenen minik bir “serçe”dir artık. Başka âşıklar tarafından bulunana dek! / Levent Üsküdarlı

 

 

 
Toplam blog
: 86
: 39
Kayıt tarihi
: 09.12.08
 
 

1951 / İstanbul. Öğretmen bir ailenin tek çocuğu. Sade bir düzen içinde soluk alıp veren o "eski ..