Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ocak '13

 
Kategori
Deneme
 

Aşk Kaç Kişiliktir ?

Aşk Kaç Kişiliktir ?
 

 

17 Temmuz 1798 de Paris  Devrim Meydanında toplanan kalabalık az sonra yapılacak idamdan çok, idam edilecek kadını merak ettiklerinden toplanmıştı. İnsanların arasından zorla sıyrılıp geçen arabada ayakta duran, elleri arkasından bağlı, saçları ensesinden kesilmiş, kırmızılar içindeki bu güzel kadın yaptığı işin gururuyla bakıyordu kalabalığa. Ve birden onu gördü. Kalabalığın içinde ona hayranlıkla bakan kişi Adam Lüx’ü.  Genç adam bakışlarını yakaladığı an da aşık olmuştu mahkuma. Herkesin bir katil olarak baktığı, hakaretler savurduğu kadına bir ilahe gibi bakıyordu.  

Kadının adı Charlotte Corday’dı. Birkaç gün önce Fransız devriminin ünlü isimlerinden Marat’yı banyo küvetinde öldürmüş ve idama mahkum olmuştu. Arabadan aynı mağrur tavırla inip giyotine doğru yürürken başını hafifçe geriye doğru çevirdi ama bu kez o bakışları göremedi.

Adam Lüx, ilahesinin idamını inanılmaz bir acıyla seyretti. Ve o güzel baş sepete düştüğünde onun da yaşamına nokta konmuştu.

Ani bir kararla askerlere doğru yürüyüp devrime karşı olduğunu ve intikam alacağını söyledi. Hemen tutuklanıp mahkemeye çıkarıldı. Mahkemede devrim aleyhine söylenebilecek her şeyi söyleyip kendini idama mahkum ettirdi. Eğer sevdiği kadın gibi ölürse ona kavuşacağına inanıyordu çünkü. Tarihçiler Adam Lüx’ün giyotine başını uzattığında gülümsediğini yazıyorlar…

Evet, aşkın insanoğlunun karşısına nasıl çıkacağı hiç belli olmuyor. En umutsuz bir anda birkaç dakika yaşanan bir aşk bir ülke tarihine geçiyor. Belki de dünya tarihinin en kısa ama yüzyıllar süren tek aşkıydı bu.

İster tek, ister çok kişilik olsun, nasıl yaşanırsa yaşansın, her zaman güzeldir aşk. Yeter ki yaşayanı ve yaşayanları mutlu etsin.  Aslında mutsuz ettiğinde bile güzeldir aşk. Umutsuzluk ve hüzün jilet kesiği bir acıyla doldursa da içini, onun var olduğunu bilmek bile ayaklarını yerden kesmeye yetiyor aşığın.

Tek taraflı aşklar kadar elbette iki kişilik olanları da mutsuz ediyor insanı. Ve elbette ilk aklımıza Aragon geliyor. Edebiyat tarihinin en unutulmaz aşıkları Elsa Triolet ve L.Aragon. Ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Sevgili şairimiz Elsa’nın ölümünden sonra öğreniyor her fırsatta aldatıldığını…   

Aslında iki kişilik aşkların en güzeli gazeteci yazar Andre Gorz ve karısı Dorine ‘in elli sekiz yıl süren inanılmaz aşkları… Dorine’in ölümcül hastalığı sonunda birbirlerinden ayrılmak zorunda kalmamak için, birlikte intihar ediyorlar. Şimdi cennette bıraktıkları yerden devam etmediklerini kim söyleyebilir?

 İki kişiyle yola çıkılan aşkların çoğu kez üç kişiyle devam ettiği de bir gerçektir. Ve bu gerçek sıradan aşklarda olduğu gibi, yüzyılın aşkı kabul edilen bir aşkta da kendini göstermesi düşündürücüdür. Sartre ve Beauvoir elli yıllık birliktelikleri süresince ayrı evlerde oturmuş ve çocuk yaparak birbirlerine bağımlı kalmayı reddetmişlerdi. Buna rağmen, mutlulukları, birbirlerine olan aşkları herkesi kıskandırdı, imrendirdi, şaşırttı…

Ve hatta Nelson Algren’e rağmen. Goncourt ödüllü romanı “Mandarinler” i sevgilisi Algren’e ithaf eden Beauvoir  için Sartre’ın yeri bir başkaydı…

Üçlü aşkların her zaman mutluluk getirmesi mümkün olmuyor tabii. Lili Brik, kocasının gölgesi altında Mayakovski’yle asla mutlu olamadı…   Gala, Salvador Dali’yle evlendikten sonra hala Paul Eluard’a aşk dolu mektuplar yazmaya devam etti…

Aslında sözü fazla uzatmaya gerek yok. Kaç kişiyle yaşanırsa yaşansın, ister mutlu, ister mutsuz etsin, “Aşk insanoğlunun en soylu zaafı” dır.  Direnemediği, hatta kölesi olduğu bir zaaf… Ve de galiba mutluluktan çok mutsuzluk vaat eden bir zaaf… 

 
Toplam blog
: 235
: 2079
Kayıt tarihi
: 26.09.07
 
 

Burada yazarken kim olduğumuzun, ne olduğumuzun bir önemi olmadığını düşünüyorum. Önemli olan yaz..