Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Mart '10

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Aşk Pazarlığı

Aşk Pazarlığı
 

Buz tutmuş parmak uçlarımdan damlayan kan kokusuna tahammülün kalmadığında gideceğini biliyordum. Kimse kimsenin yalnızlığına ortak olamaz çünkü. Seni suçladığımı düşünme. Danışıklı dövüştü bizimki. Söze dökmemiştik göz bebeklerimizden geçenleri fakat anlayabiliyorduk yüreklerimizdeki buz kesiğini. Kimse kimsenin yarasına kum ekemez çünkü.

Bırakıp gidersen, üzüleceğimi düşünüyordun. Sensiz kalırsam çok ama çok acı çekeceğimi. Kendince tanıdığını sanıyordun beni. Bilmiyordun, gecenin karasını sürme niyetine gözlerime çektiğimi. Ve bir gün karşıma çıkarsan o gözlerin seni tanımazdan geleceğini.

Düşünmeliydin açıkta kalıp ayaza duracağını yüreğinin. Vaatleri olmaz sevginin, o yalnızca gerçeğini aynasında görmek ister. Cesaretin yoksa savaşmaya, boşuna kaldırmamalıydın kalkanlarını. Farkındaysan ben hiç davranmadım silahlarıma, onlar ki barut kokusundan nefret eden gül fidanları. Bilmiyordun, sonrasında hayatıma hiç dahil olmamışsın gibi yaşamaya devam edip mutlu olacağımı. Kaldı ki sayfaları sararmış bir hatıra defterimiz veya fotoğraf albümümüz dahi yoktu. Mektuplarımız vardı yalnızca sahte imzalara teslim, çocukça ve tutarsızca. Şehir bile gülüyordu iki sevgiliden ziyade dostane halimize. En çok üzüldüğüm de bu işte… Sevgili olamadık ama dostlukta kim vurdu'ya gitti sayemizde.

Aşkın pazarlığı yoktur güzelim. Sen aşkını masaya yatırdın, vites kolu kazandı. Söylemiştim, sözüm ona sevdalara karnım tok benim. Halklısın elbet, ben bir tek kendimi sevmesini bilirim. Ve beceremem ulu orta, ayak üstü sevişmeleri. Bizimki bir oyundu ve kabul, önce ben sobelendim.

Fersiz bakışlarımda ruhunu ararken yolunu yitirmekten korktun. Daha ileriye gidemezdin, gücün tükenir sandın. Bilmeliydin halbuki, aşkın şüphe götürmeyeceğini. Ki aşk; başlı başına bir kurmacadan ibarettir aslında. Pili biten oyuncaklara benzer, bazen de uçan balonlara. Bin bir gece masallarında kendini unutmaktan ürktün. Karşındaki kumdan kale değildi çünkü. Basbayağı sağlam surlara sahipti. Yıkılması ve talanı zor ama fethi bir o kadar kolay.

Bana kaç adımda yetişebileceğini düşünemedin şahanem; boşuna koştun, boşuna yoruldun. Dikkat etseydin bir köşede seni beklerken adımlarımı sayıyordum. Şimdi anlıyorum bu lüzumsuz telaşını; yer ayaklarının altından kayıyordu, bana tutunursan bir daha bırakamamak vardı. Yanımdan geçip gitmek yerine biraz durup bekleseydin söyleyecektim; ‘aşka baş aşağı bakıp, dünyayı düz görmeye çalışıyordun.’

İki tarafı da açık uçlu kalemdi elinde tuttuğun. Kağıda değdiğinde ucu, skaladaki her rengi alabilen. Kim bilir, belki de yazacak kelimelerin tükenmişti de, sen bahaneyi kalemde arıyordun...

Buz tutmuş kirpiklerimden süzülen kalp sızım değildin. Ben hiçbir yolcunun ardından gönül dolusu ağlamayı beceremedim. Aşkı masaya yatırıp orasını burasını kestik, biçtik, yine de üzerimize uyacak kaftanı dikemedik. Makasımız mı paslıydı yoksa iğnelerimizin topları mı kırık? Çamurluydu ellerimiz ve tırnak içlerimiz. Yüzümüze katran bulaşmıştı asfalttan. Neticede halâ birer sokak çocuğuyduk. Aşkı elimize yüzümüze bulaştırıp, otoyola savuracak kadar da bön ve avanak. Herkesin yüreğinde bir kişilik sahibiyet vardı, o da sadece kendisini barındırmaya yetecek kadar. İstesek de çoğul konuşamaz, bir iken iki olamazdık. Bu yüzden kendini suçlama. Bende halâ beni ısıtacak bir yürek var. Sen kendine bak…

Ağustos'06

 
Toplam blog
: 19
: 658
Kayıt tarihi
: 16.03.10
 
 

Oyun yazarı. Son oyunu "Yedi Peçeli" Devlet Tiyatroları tarafından incelenmekte. Diğer bütün yazı..