Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ağustos '13

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Aşk peşinde koşarken…

Aşk peşinde koşarken…
 

Kaynak:İnternet


Kimileri eski günlerinden söz ederken “Ayy ne güzeldim!”, “Ne edepliydim!”, “hem de ne başarılı!...” gibi ifadeler kullanmayı çok seviyorlar; “Elime erkek eli değmedi vallaha, Allah seni inandırsın!” demeyi de eksik etmiyorlar…

Bende bir terslik var sanırım: Yaptığım çocukça şeyleri hep hatırlıyor ve hep de anlatıyorum! Çok komik geliyor, sahiden!

(Hoş, arada bir “Güzeldim hakikaten” diyorum; eee güzeldim yani, ne yapayım! “Başarılıydım da diyorum, eee başarılıydım, yalan mı söyleyeyim?)

İnsan ilkokulda aşktan ne anlar?

Vallaha ben anlamaya çalışıyordum! Aşk değil de masumane flörtümsü bir şeydi elbette; hatta saçmalığın daniskası!

Dördüncü sınıfta falandık sanırım, Selim adında bir çocuk yarı dönemde geldi sınıfımıza, İsviçre’den… Yakışıklı bir çocuk! Öğretmen yanıma oturttu ki işte burada sınıfın birincileri kapışmasında fazlasıyla rol aldığımı söylemeden geçemeyeceğim!

Çocukluk işte, Selim ile iletişimizde bir problem yok; problem nasıl olduysa beynime işlenmiş olan “Birini etkilemek istiyorsan ailesi ile ilgilen!’den kaynaklanıyor.

Teneffüste Selim’le sohbet etmek yerine alt sınıflardaki erkek kardeşiyle ilgilenmeye başlıyorum.

Her teneffüste kardeşini sınıftan alıyor, teneffüs bittiğinde sınıfına bırakıyorum!

Her kim sokmuşsa kafama “İlgilendiğini belli etme” diye; dolaylı yolla anlatıyorum güya!

******

Beşinci sınıftaydık sanırım, üst katımıza Almanya’dan bir aile geldi. Baba Türk, anne Alman; iki çocuklarından biri benim yaşımda ve sınıf arkadaşım oluyor sonra, adı Mustafa!

Mustafa’nın bir kedisi var, adı:Arap.

Arap kaçıyor Mustafa onu çağırıyor “Ağap, ağap!...”

Aman ne şirin! Meşe oynuyoruz falan… Bir yaz günü bisikletimin zilini gereksiz yere çalarken buldum kendimi… Güya kontrol falan ediyorum; bir baktım ki resmen bahane! “Hadi neredesin?” demek yerine bir çözümdü kendimce!

Kafasını pencereden uzatsa ya, aynı oyunu oynamaya devam ederdim resmen!

******

Ortaokuldayken benden iki sınıf üstte bir çocuk var; aman allahım, bütün kızlar peşinde!

Eksik kalır mıyım, aa ne münasebet!

Aynı saatlerde otobüs durağındayız, aynı otobüse biniyoruz… Türk filmlerinden öğrendiklerimi de uyguluyorum bu arada: Şöyle çaktırmadan bir bakıyorum, sonra gözlerimi indiriyorum yere… Yani, ben böyle yaptığımı sanıyorum ama nasıl ki bilgisayar başında geçen zamanın nasıl geçtiği anlaşılmıyorsa, allah bilir bende kim bilir ne kadar gözlerimi dikiyordum!

Ama, hiç pas vermiyor gibi duruyorum!

Durduğumu sanıyorum!...

Maç yaptıkları bir saha var, bisikletimle güya oradan rastgele geçiyormuş gibi yapıyorum; şöyle uzaktan bir bakıyorum orada mı diye, sonra başımı bir dikleştiriyor, saçlarımı bir attırıyorum ki… Sanıyorum ki çaktırmıyorum!

Muhtemelen de çaktırmıyorumdur zira çocuğun beni gördüğü falan yok!

Görüyorsa da pas atan yüzlerce kızdan biri olarak üzerimde bile durmuyordu!…

Ama, bakın burası önemli; üzerinden bir-iki yıl geçtikten sonra yaz sinemasında bir akşam çıkma teklifi aldım ondan; nasıl mutluyum, anlatamam!

Düşünmem için zaman istedim; öyleydi o vakitler; pat diye atlanmazdı!

Anneme koştum; müjde ki ne müjde!  (Galibiyetin ayak sesleri!)

Laf olsun diye “Düşüneyim” demiştim, kabul etme konusunda bir gram dahi endişem yoktu!

Ertesi gün annem öylesine konuyu açtı, “Kararın ne?” diye sordu. Ne kararı yaa? “Kabul edecek misin çıkma teklifini?”

Hayda!...  Eee ben bu konuda karar verme yetisinde olduğumu hiç düşünmemiştim ki; allak-bullak oldu kafam!

“Kabul ederim herhalde” dedim, “Emin misin?” diye sordu!

Havuz problemi sorsa daha kolay; aaa aklım karıştı vallaha!

Hayır yani, “Sakın kabul etme” dese, kolay, kabul ediverirsin gider!

Hiç değişmeyen sesli düşünme halimle başladım konuyu toparlamaya, haa bu arada annem minicik bir şekilde müdahale etse, düşünmeyi bırakırdım, gayet net!

Şimdi bu çocuk çok yakışıklı, bütün kızlar peşinde koşuyor, bunca zaman sonra bana çıkma teklif etmiş; gururum okşandı!

Yine tekrarlıyorum, annem o sırada “Hah bak, derdin buymuş!” dese, “Hayır yaa, ben ona aşığım” falan diyebilirdim.

Demedi… İyi ki demedi ve gerçeği görmeme yardımcı oldu: O an farkına varmıştım ki yalnızca teklif etmesi önemliydi; ego yani…

******

Bir de sinemada el tutturma çabam var; lise ikide falan… Normalde el tutturmama gibi bir misyonumuz vardı; Türk filmlerinin ışığında, ama film sahnesinde korkunç bir durum varsa, mesela Jaws gibi, korkuya sığınıp elini yanındakinin koluna koyma gibi bir lüksün oluyordu; eee o da eşek değilse elini avucuna alıyor ve kulağına fısıldıyordu “Korkma…”

******

Böyle çocukça şeylerdi yaşadıklarımız, öyle ne tacize uğradık, ne tecavüze… Haa, pardon, lise son sınıftayken bakkala gidiyordum, günlerden Pazar, üzerimde bir pantolon bir tişört; bisikletle geçen, kusura bakmayın, varoş bir genç… Neden “Varoş” dedim, yaşadığımız yerin hiçbir genci böyle davranmaz da o yüzden!

Arkamdan gelirken popoma bir şaplak attı!

Pis pis sırıtarak da uzaklaştı…

Nasıl ağrıma gittiğini anlatamam; bu yaşımda olsa psikolojim bozulmaz, ne yalan, lakin o yaşlarda içine sindiremiyor insan!

Rahmetli babamla karakola gidip şikayetçi olduk; ne babam ne de karakoldakiler “üstünde pantolon varmış, popon aşikarmış” gibi sözlerde bulunmadılar ki yıl 1980 falan…

******

Şikayetten vaz geçtik sonrasında, getirilen gariban, çelimsiz bir çocuktu; eğitimsiz ve geleceği meçhul!

“Bir güzel aklını başına getiririz” dediler, içimiz el vermedi, Askeri savcılık görevlisiydi babam; O bana baktı ben ona… Bir gencin hayatını yakmak istemedik, velhasıl…

******

Aşk ile ilgili lise zamanı ve sonrası ile yazacaklarım daha var, bir başka hafta sonu yazısına kısmetse…

Taciz ile ilgili son bir şey söylersem: Bizi kimse kucağına almadı, kimse ne büyümekte olan göğsümüzü elledi ne de dudağımızdan öpmeye kalktı!

O zamanlarda din de kişinin kendisine özgüydü; imamın artı bir hak ve hukuku yoktu! Kimse kimseyi ne kadar dini bütünsün? diye sorgulamıyordu; keza Kürt diye de bir kavram yoktu: Bitlisliler vardı, bakkal, Erzurumlular vardı, yan komşu, Diyarbakırlılar vardı; Arnavutlar, Çerkezler gibi…

Ve siyasi dil edepliydi, anne-babamızın kullandığı dil gibi…

Sonra değişti; edepsizlik de aldı başını yürüdü, riya da… Sahi, bir tek ben miyim çocukça bir şekilde aşkın peşinde koşan?

Bir tek ben isem bana ne mutlu; yok değilsem yine ne mutlu; kafasını kuma gömenlere ise bir gökyüzü armağan ediyorum; gökyüzü herkesindir, zira!

 

http//twitter.com/Gulgunkaraoglu

gulgun_2006@hotmail.com

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..