Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mart '09

 
Kategori
Felsefe
 

Aşk sen nelere kadirsin

Aşk sen nelere kadirsin
 

..


Aşk diye diye neden yanıp dururuz ve acıyla karşılaştığımızda neden yanardağ gibi patlarız. Aşk neden bu kadar yaşamlarımızın merkezine koyarız. Oysa yaşam aşktan üstündür ve aşk yaşamın bir parçasıdır. Yaşarken severiz ve bazen severken acı çekeriz. Sevmek de, acı çekmek de yaşamın bir parçasıdır. İnsan bazen, aslımda bazen değil çoğu zaman acıyı reddetmek ister. Yalnız sevmeyi yeğlemek ve acıyı reddetmek yaşamı reddetmek anlamına gelmez mi?.

Sevdiğimiz insana, neden “sensiz yaşayamam” deriz. Bu teslimiyetçi bir yaklaşımdır. Bir başkasına kendini sunmak anlamına gelir. Oysa aşk böyle teslimiyetçi yaklaşan birinin, demokrasi, bağımsızlık ve özgürlük konusunda ilerici düşünceleri olabilir. Peki konu aşk olunca insan hayatında savunduğu böyle özgürlükçü değerlerin neden tam karşıtı olan değerler döner. Sevdiğine sahip olma karşılığında neden sahiplenilmeyi önerir. Aşk için, o güne kadar savunduğu düşüncelerden vazgeçen ve değişen o kadar çok insan var ki insanın aşk sen neler kadirsin diyesi geliyor. Aşkını bulunca arkadaşlarını ve dostlarını unutan insanlar nerdesiniz. Orhan Pamuk’un şu sözü doğru mudur “<ı>aşk birisine şiddetle sarılma, onunla aynı yerde olma özlemidir. Onu kucaklayarak, bütün dünyayı dışarıda bırakma arzusudur. İnsanın ruhuna güvenli bir sığınak bulma özlemidir” (Orhan Pamuk - Yeni Hayat s.229).

Bu toptan teslimiyet yüzünden, aşkların ömrü de kısa oluyor. İnsanın dış dünyaya kapıların kapatması aşkı tüketiyor. Belki burada sorgulanması gereken beyinlerimizdeki aşk kavramıdır. Aşk neden tam teslimiyet olarak yaşanıyor. Hayatın içinde, birlikte yaşadığımız her şeyle herkesle yaşarken neden bütün bunlarla birlikte aşkı da yaşayamıyoruz, ille de birinden vazgeçmek mi gerekir. La Cordaire’nin şu sözü doğru mudur, <ı>"Aşk her şeyin başlangıcı, ortası ve sonudur".

Tarihe baktığımızda aşk insanları; intihara, cinayete, alkolizme, sadizme, işkenceye, hainliğe götüren büyük bir sorun haline gelmiştir. Duygularımızı neden bu kadar abartıyoruz. Sevgilisi Lotte yüzünden intihar eden Goethe, 18. yüzyılda Avrupa’da birçok genci intihara sürüklemiştir. İnsan sevdiğini sahiplenmeye kalkınca bu bir tutkuya dönüşüyor ve buda yukarıda saydığımız durumları ortaya çıkarıyor. Aşk yaşamdan üstün olamaz ve özgürlüğün bittiği yerde aşk da bitter.

Aşk ve kıskançlık nasıl iç içe geçer. Aşk güvene dayalı değimlidir. Sevdiğin ve güvendiğin insanı insan neden kıskanır. Proust’un <ı>“kıskançlık sürekli bir ilişkinin besinidir” sözü doğru mudur. Doğru ise ödenen bedel nedir.

Birlikte olduğumuz insanlara, duygu ve düşüncelerimizi ifade etmek neden gittikçe daha da zorlaşıyor. Biriyle birlikte olmak için neden süslü aşk yalanları uyduruyoruz. Aşksız seks olmaz mı? İnsan bazen aşksız sevişmelerle de birbirine yakınlık hissedebilir. Her ilişkiyi neden aşk kalıbının içine sokmaya çalışıyoruz.

İnsan çok sevdiğini söylediği birine, neden bir zaman sonra dayak atmaya ve öldürmeye kalkar. Aşıklar arasında cinayet oranı neden bu kadar yüksek. Aşk ve nefret arasında gerçekten ince bir çizgi mi var. Galiba aşka, sahip olunacak, tüketilecek ve teslim olunacak bir nesne gözü ile bakıldığı zaman nefret de ortaya çıkar.

Sevgisizlik bu toplumun içine o kadar sızmış ki, daha çok aşk yokluğunun bilincindeyiz. Aşık olmama artık çok normal bir durum haline gelmiş. Aşık olmayı sorguluyoruz hep. Oysa sorgulanması gereken aşık olmak değil, olmamaktır.

Yüreğim bu gece aşka saplandı galiba. Neyse şimdilik aşk ile ilgili söylediklerim yeterli, sonra devan ederim. <ı>“yürek, uçsuz bucaksız bir bataklığa benzer. Bir kere saplandın mı kurtulamazsın” (Mehmet Eroğlu – Yürek Sürgünü). Dün gelen Lilyumların kokusu da ne hoş yav. :))

Aşk ile ilgili birkaç not da, Dante, Pascal, François M. C. Fourier ve Aristo dan aktarayım ve yazımı bitireyim.

Dante: <ı>"Geniş varlık denizinin her yanında geniş bir aşk akışı vardır. Fiziksel devinim, bitkisel yaşam, zihinsel yaşam... hep evrensel aşkın derece derece yükselen aşamalarını oluşturur. Aşağı derecelerinde yanılmayan aşk, akılla aydınlandığı zaman iyilik ve kötülüğe eğilim kazanır. Aşk kusursuz olmayan iyiliklerin üzerinde de vardır. Hatta irade, hile ve şiddet kullanmak yoluyla bir başkasının kötülüğüne çalışmış olsa bile yine aşka uyar. Kötülükler aşktan uzaklaşma oranında bir takım derecelere sahiptir ve kötülük aşka yaklaşmak için sarf ettiği güç oranında erdeme yaklaşmış olur... Cehennem bile adalet kadar aşkın eseridir.”

Pascal: <ı>"Aşk iradenin ereğidir. Her çeşit dışsal emir ve baskılardan çok usa uymak gerekir. İradenin ereği olan bu aşktan başlayıp tutkuda sona eren bir yaşam mutludur. Bunlardan birini seçmem gerekse 'aşk'ı yeğ tutarım. Biz aşk karakteri ile doğarız. Aşk ruhumuz yetkinleştikçe gelişir ve bizi güzel görünen şeye sürükler. Bundan sonra artık bizim bu alemde sevmekten başka bir şey için var olduğumuzdan kim kuşkulanır? ... Aşkın konusu güzelliktir ve insan evrenin en güzel nesnesi olduğu için dışarıda aradığı bu güzelliğin örneğini kendi içinde bulması gerekir. Bu itibarla insan ancak kendisine benzeyeni ve olabildiği kadar kendisine yaklaşanı sever. Sevmeye başlayınca eskisinden bambaşka bir insan
olduğumuzu anlarız. Aşktan söz ede ede insan aşık olur”

<ı>

François M. C. Fourier:
<ı>1) Geçici ya da keyif verici aşklar ki, bu oyuncular, kahpeler, arsızlık aşkları gibi şekillere ayrılır.
2) Az çok bir süresi fakat kısır aşklar ki, bunlar gözde aşklardır.
3) Yalnız bir çocuk doğurtan geçici aşklar ki, bunlar dölleyen aşklardır.
4) Karılar ve kocalar aşkıdır ki, bu iki tarafın isteği ile yıllarca sürer ve bir çok çocuk doğurturur. Fakat bunlar birbirleriyle yaşayıp yaşamamakta serbesttir."
"Her erkek bütün kadınlara ve bir kadın bütün erkeklere sahiptir."

Aristo: <ı>"Sevmek acı çekmektir, sevmemek ölmek. Sevmek zevktir ama yalnız sevilmenin hiçbir zevki yoktur”

 
Toplam blog
: 137
: 1141
Kayıt tarihi
: 14.12.07
 
 

Aklımda sevdiğim şairlerden mısralarla yürüyorum. Yürümeyi unutmuş ve yeniden öğrenen bir çocuk gibi..