Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Haziran '10

 
Kategori
Deneme
 

Aşk Stalin Bile Tanımaz

Aşk Stalin Bile Tanımaz
 

Aşk, ilâhisinden beşerisine kuşattı mı insanı söz biter aslında. Aşk, bütün eksikleri tamam eden âb-ı hayat. Onun içindir ki koca derviş Yunus Emre: "Aşk gelicek cümle eksikler biter" der.

Dîvân Şiiri’nin en içli sesi Fuzûlî:

“Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge,
Ne açar kimse kapım bâd-ı sâbâdan gayrı”

(Bana gönül ateşinden başka kimse yanmaz, sabah rüzgârından başka da kimse kapımı açmaz.) mısralarında ürperten yalnızlığını anlatırken son noktayı yine “aşk” mührü ile koyar:

“Aşk imiş her ne var âlemde,
İlim bir kıl ü kaal imiş ancak” (Âlemde yalnızca aşk vardır. İlim, ancak bir dedikodudur.)

Hele Gülşehrî’nin İranlı şair Feridüd-din Attâr’dan tercüme ettiği Mantıku’t –Tayr(Kuşların Dili) eserinin Dâstan-ı Merd ü Zen (Kadın ve Erkeğin Destanı) bölümünde bir aşk hikâyesi vardır ki biten bir aşkın hazin bir tablosudur. O kısmın nesir hâlini şöyle özetleyebilirim: Âşık adam, her Allah’ın günü sevdiği kadını görmek için yüzme bilmediği halde Dicle ırmağını geçer. Sevgilisi ile buluşur. Bu buluşmalarının birinde adam, sevgilisinin gözünde bir kunak (leke) görür. Sorar. Kadın da o lekenin yüzünde yıllardır var olduğunu söyler. Sonra ekler: “Aşkın ve beni görme arzun öylesine şiddetli idi ki Dicle’yi geçiyor, benim gözümdeki lekeyi görmüyordun. Ama artık aşkın bitti ve gözümdeki lekeyi gördün.” Kadının tavsiyesini şairin dilinden vereyim:

“Aşk çün gitdi Şat’a girürisen,
Boğulasın bir kadem ururısan”

(Madem aşkın bitti, - Bundan sonra- Dicle’ye bir adım atarsan boğuluverirsin.)

Ve hazin son:

“Ol er çün olmadı bu sırra ıyân
Şat’a düşdi vü boğuldu bî-gümân"

Komünist Rusya’nın Stalin döneminde yaşanan bir aşk hikâyesi de çağdaş bir masal gibidir. Boris ve Anna. Boris yirmili yaşlarında Genç Komünistler’de yönetim kurulundadır. Sevgilisi Anna ise babası, savaştan önce kolhozda çalışmayı reddedince komünist kasap Stalin’in tasfiye politikaları gereğince sürülmüştür. Ama Boris’in aşkı “ideoloji” tanımaz. Sibiryalı çift Anna ve Boris 1946’da evlenirler. Düğünden 3 gün sonra Boris Kızıl Ordu’daki birliğine döner. Bu Boris ve Anna’nın birbirlerini son görüşü olur. Boris döndüğünde Anna’yı bulamaz. Çünkü Anna da tıpkı babası gibi Stalin’in “ayıklama, temizleme” politikalarından nasibini alır. Sibirya’ya göçe zorlanan Anna ve ailesi hiçbir adres bırakmadan evlerini terk eder.

Boris (ah Boris vah Boris!) elinden gelen her şeyi yapar ama tam 60 yıl Anna’yı bulamaz. Filmi çekilse acaba aşağıdaki sahne nasıl olurdu: Sibirya’da Borovlyanka’da evlenen Anna, yaşadığı evin civarında arabadan inmeye çalışan yaşlı bir adam görür. Önce gözlerininin kendisini yanılttığını düşünür. Ama doğrudur. Tam karşısındaki bu yaşlı adam, 60 yıldır görmediği kocası Boris’tir. (Zaman içinde Anna’ya Boris öldüğü haberi gelmiştir. Annesinin zorlaması ile Nefred” adlı biriyle evlenmiştir Anna. Boris de evlenmiştir. Ama Boris, yazar olmuş; 3 günlük eşinin romanını yazmış ve Anna’ya adamıştır. Sonraki zamanlarda her ikisinin de eşleri ölmüştür.) Komünizm çöküp Soyvetler Birliği yıkılınca Anna’ya sürgünden dönme imkânı doğmuş ve inanılmaz bir tesadüfle Anna ve Boris 60 yıl sonra aynı gün eski kasabalarına dönmüşlerdir. 80’lik iki âşık, 60 sonra kavuşmuşlardır. Sonu da bir o kadar güzeldir: 3 günlük evli iken ayrıldıkları günkü gibi sarılırlar birbirine.

Gözlerinde yaşlar sicim gibidir. Ama bu bir “veda” ânı değil “vuslat”ın tâ kendisidir. Günümüzdeki aşk içinde olmayı “onunla çıkıyorum” seviyesizliği ile ifade edilen, çabucak tüketilen (aslında insanın kendi güzel duygularını tüketmesidir, aşka leke bulaştırmasıdır) aşklar, (güya) adına “aşk” denen içine aşktan başka her şeyin doldurulduğu “aşkımsı” ilişkiler düşünüldüğünde Anna ve Boris’in aşkı daha da anlam kazanır.

Son söz: Aşk kapıyı çalınca, yürekten yüksek gerilimli bir hat geçer sanki.
 
Toplam blog
: 300
: 1022
Kayıt tarihi
: 13.06.10
 
 

Tarih, edebiyat, şiir, dil ..