Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Temmuz '07

 
Kategori
Alternatif Tatil
 

Aşk sultanı Mevlana yolunda

Aşk sultanı Mevlana yolunda
 

Yaz gecelerinde gökyüzünden kayan yıldızları seyretmenin keyfine diyecek yoktur. Yıldızların kayıp gidişlerinden sonra bir hüzün birde soru kalır içimizde. Kayan yıldızların nereye gittiğini merak eder insan ister istemez.

Yıldızlar gecenin karanlığında nereye gider bilmem ama kayan yıldızlardan birisinin Belh şehrine düştüğü, oradan da Konya geçtiğini, Mevlana’yı tanıyınca söylemek abartılı olmasa gerek.

Gökyüzünden Anadolu’nun rahmine düşmüş bir mecnunun, bir Allah sevdalısının peşine düştük Konya yollarında. Aşk halkasına yeni katılmış semazen gibi ayağımız sürçse de, kalemimiz yer yer haddini bilmese de gel çağrısına kulak verdik.

Her ne kadar “ beni mezarımda değil alimlerin gönüllerinde arayın” dese de, bize Mevlana’yı hakkı ile anlatmayan alimlere gönül koyup sonsuzluk kapısını araladığı türbesine gidiyoruz.

Tarihin en eskisi, kültürün en zevklisinin buluştuğu Konya denildiğinde Mevla’na gelir akla.Konya ovasının düzlüğüne kurulmuş çölde bir sahra gibi şehir. Yeşilliği ile bedenleri dinlendirirken, manevi havası ile ruhları dinlendiriyor.

Konya sokaklarının tarihi havasını ruhumuza aldıkça şehir daha çok büyülüyor bizi. Yolumuzu Mevlana türbesi ve müzesine döndürünce Yeşil Kubbe (Kubbe-i Hadra) deniz feneri gibi görünüyor uzaktan. Ve çağırıyor bizi bir ney sesinin yanık tınısı ile.

Türbeye yaklaştıkça Konya Şekeri, Mevlana şekeri diye bilinen şeker dükkanları hediyelik eşya dükkanları çıkıyor karşımıza. Her şey Mevlasını arayan Mevlana çizgisini taşıyor.

Elinde bulunan Mevlana’nın yedi öğüdünün yazılı olduğu levhayı elinize tutuşturup okul harçlığını çıkarmaya çalışan çocuğun gözlerindeki mana ile levha da yazan yedi öğüt hiç bize uymuyor.

Öğüdün son maddesine takılıyor gözlerimiz.

“Ya olduğun gibi görün /Ya göründüğün gibi ol”

Türbe yolunda başlıyor kendimizi sorgulamamız. Günahlarımızın ağırlığı omuzlarımızda kapısına geliyor türbenin. Utanıyoruz, sıkılıyoruz eğiyoruz başımızı. Varılır mı bu günah gemisi ile Allah sevdalısının kapısına.

Kapı yüzümüze kapanır diye içeriye adım atmak istemesek de. Gel diyor Aşk sultanı, umut padişahı “bin kere tövbeni bozsan da gel.” Korkumuzun ezikliğine umutlarımızın kanatlarını takıp giriyoruz huzura.

Kapı herkese açık. Hamlar, pişenler ve yananlar burada buluşuyor. Mevla’nın evreselliğini türbesine gelen insanlardan anlamak mümkün.Dünyanın her yerinden yanmış yürekler, su arayan gönüller onun için uzun yollar kat ederek gelmişler Konya’ya. Renkleri, dilleri, dinleri birbirinden farklı.

Herkes Mevlana da kendi aradığını buluyor. Kimi hz Musa’yı görüyor onda, kimi hz İsa buluyor. Biz onda iki cihan serveri Hz Muhammed (SAV) yakalamaya çalışıyoruz. Mevlevi dergahı Mevlana türbesi ve Müzeden oluşuyor bina. Müzede Mevlana ve Mevlevilerden kalma eserler var. Özellikle el yazması eserler dikkat çekici.

Avlu etrafında Mevlevi öğrencilerin kaldığı hücrelerde eserler sergileniyor. Türbenin içerisine giriyoruz.

Bir sema törenine dalmış gibi dalıyoruz türbeye. Eller açılmış Mevla’ya, türbede yatanlar için dualar ediliyor. Medet dileniyor Mevlana’nın hatırına yaratıcıdan.

Mevlana’nın türbesi içinde bulunan sanduka sonradan konulmuş kabrin üzerine. Herkes sandukanın altındaki mezarı merak etmesine rağmen hiç kimse kabre girmeye cesaret edememiş.

Türbeyi ziyarete gelen 4. Murat Mevlana’nın kabrini inmek istemiş. Bütün ısrarlarına rağmen görevliler izin vermeyince, türbeyi merak eden padişah kendince bir yol bulmuş. Sandukadan kabre açılan delikten tespihini içeri atmış. Padişahın tespihini almak için 7 yaşında bir çocuk salınmış içeriye. Çocuk kabre girip çıkmış. Çocuğun dili tutulmuş. Çocuğun o günden sonra bir daha konuşmadığı rivayet edilir.

Ölümü sevgiliye kavuşmak için bir sebep, ölüm anını düğün gecesi "Şeb-i Arûs" olarak gören Mevlana’yı padişahlar bile kabrinde aramaya kalkınca yanlışa düşmüşler.

Kim bilir belki de aynı yanlışa biz düşüyoruz. Mevlana’yı türbesinde arıyoruz. Oysa Mevlana Mesnevisinde, Divanı Kebir’ inde bizi bekliyor.

Eserlerine, söylemlerine, yaşantısına baktığımız zaman Mevlana’yı bu çağın insanları olarak algılamakta zorlandığımız görünüyor. O her şeyi hak ölçüsünde maddeden soyutlayıp mana atmosferinde yaşamış. Her yanımız maddenin sardığı bir dünyada onu ne kadar anlayacağımızı soruyoruz nefsimize.

Gezegenler dönüyor, dünya dönüyor, semazenler dönüyor ve biz dönüyoruz bir döngünün içinde. Hayatı yumurtanın içindeki alan kadar sanan civciv gibiyiz. Kırabilsek kabuğumuzu çıkabilsek bedenimizden, ruhumuzu arındırsak kendimizden her günümüz, her gecemiz bir düğün günü olacak. Anlayacağız Mevlana’yı bulacağız Mevla’yı…

MEVLANA DERGÂHI HAKKINDA

Bugün müze olarak kullanılan Mevlana Dergahı'nın yeri, Selçuklu Sarayı'nın Gül Bahçesi iken bahçe, Sultan Alaeddin Keykubad tarafından Mevlana'nın babası Sultanü'l-Ulema Bahaeddin Veled'e hediye edilmişti. Hz.Mevlana, 17 Aralık 1273 yılında vefat edince Mevlana'nın oğlu Sultan Veled, Mevlana'nın mezarı üzerine türbe yaptırmak isteyenlerin isteklerini kabul etmiş, "Kubbe-i Hadra" (Yeşil Kubbe) denilen türbe 8 kalın sütun üzerine 130 Bin Selçuki dirhemine Mimar Tebrizli Bedrettin'e yaptırılmıştı. Mevlevi Dergahı ve Türbe 1926 yılında "Konya Asar-ı Atika Müzesi" adı altında müze olarak hizmete başladı, 1954 yılında ise müzenin teşhir ve tanzimi yeniden gözden geçirilmiş ve müzenin adı "Mevlana Müzesi" olarak değiştirildi.

TÜRBE KUBBESİ NEDEN YÜKSEK

Mevalana’nın Yeşil türbesi Konya’da çok uzaklardan görünmektedir. Bunun sebebi Mevlana’nın vasiyetidir. “Kabrimin üzerine yapacağınız türbenin kubbesi yüksek olsun. Çok uzaklardan görünsün. Çünkü, türbemi görenler doğru bir îtikâd ile beni, Allahü teâlâya vesîle ederek duâ ederler. Beni vesîle ederek Allahü teâlâdan rahmet ve mağfiret isterlerse, duâlarının kabûl olması için ben de Rabbimize yalvarırım. Böylece duâlarının netîcesi, Allahü teâlânın izniyle hâsıl olur. Rahmet ve mağfirete mazhar olurlar." Buyurmuşter.

CENAZE TÖRENİ VE GAYR-İ MÜSLÜMLER

Ölüm vardır ki kimi insan için yokluk kapısı, kimisi için azap penceresi, Mevlana için ise düğün gecesidir. İnsan nasıl yaşarsa öyle ölür. Mevlana insanlarda fark gözetmediği için ölümünde de insanlar fark gözetmemiş. Her dinden insan kendi inançlarına göre cenazeye katılmıştır.

" Yetmiş iki millet sırrını bizden dinler” diyen Mevlana’nın Cenazesine katılan Yahudi ve Hıristiyanlara halk tepki gösterince “Biz; Mûsâ`nın , İsa`nın ve bütün peygamberlerin hakikatini onun açık sözlerinden anladık ve kendi kitabımızda okuduğumuz olgun peygamberliğin tabiat ve hareketlerini onda gördük. Siz Müslümanlar, Mevlânâ`yı nasıl devrinin Muhammed`i (SAV) olarak tanıyorsanız; biz onu, zamanın Mûsâ`sı ve İsâ`sı olarak biliyoruz. Siz nasıl onun muhibbi iseniz, biz de bin şu kadar misli daha çok müridiyiz.” Cevabını vermişlerdir.

Bir Rum Keşişi de: "Mevlânâ; ekmek gibidir. Hiç kimse ekmeğe ihtiyaç duymamazlık edemez. Hiç ekmekten kaçan bir aç gördünüz mü? "der

GERÇEKLEŞEMEYEN VASİYETİ

Mevlânâ`nın vasiyeti üzerine cenaze namazını Hocası da olan Sadreddin Konevî kıldıracaktı. Ancak o Mevlana’dan ayrılmaya dayanamayınca cenaze namazını

Kadı Sirâceddin kıldırdı.

YOL NOTLARI

*Mevlana türbesi ziyaret edilince hocalarından Şemş-i Tebrizi ve Sadreddin Konevî nin türbelerini görmeden dönmemeli

 
Toplam blog
: 65
: 3295
Kayıt tarihi
: 16.01.07
 
 

Çeşitli dergi ve gazetelerde, gezi, deneme, öykü, şiir yazan bir yazar. ..