Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Temmuz '13

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Aşk tekrar ve tekrar yaşansın!

Aşk tekrar ve tekrar yaşansın!
 

Kynak: İnternet


Vakitlerden eski bir vakit; yaş on altı falan sanırım… Güzellikse güzeliz, anasını satayım yaşlarındayız lakin o heybetli gel-gitler de peşimizi bırakmıyor, tabii ki!

Bir tarafımız “Hey yavrum” diyorken diğer tarafımız utançtan ağlıyor!

Neyse, hep yazdığım gibi çok güzel bir çocukluk ve gençlik yaşadım ki yıllar geçmiş gitmiş hala o kalitede çocukluklarını ve gençliklerini yaşayamayanlar var; üzülüyor insan!

******

Güzel bir çocukluk geçirdim derken önce nedenini anlatayım: Bizim evimizde hiç kavga olmadı! Tartışmalar olmadı dersem yalan olur; lakin tartışmalar biz çocukları hiç germeyen nitelikteydi… Yani anne ya da babam, biri “Ama şekerim…” diye başlardı farklı fikrini söylemeye, diğeri de “Öyle diyorsun da şekerim, işin bir de şöyle bir tarafı var…” diyerek devam ederdi ki “Aman kavga mı kopacak yoksa?” duygu ve düşüncesini hiç yaşamadık!

Böyle kaygıların olduğunu, ancak, evlendikten sonra anladım, ki; o da ayrı bir konu olmakla birlikte konuya hakimiyetimi ifade etmem konusunda, en azından, bir referans olsun istedim. 

******

Aileler, akrabalar arası güzel paylaşımların olduğu zamanlara denk gelmiştim; öyle kaç-göç gibi tabuların olmadığı ailelere doğmuş olmam da ayrı bir şans tabii ki!

Mesela, namaz da kılınırdı, namaz kılana saygıyı da “Koşma çocuumm annanenin, teyzenin önünden arkasından” denilerek öğrendik; “Cehennemde yanarsın yoksa!” hiç denmedi, “Namaz kılıyor, saygı duymak gerekir” diye öğretildi. “Namazı bozulur yoksa!”

Çocuk bile olsan “Güzel bir şey senin yüzünden bozulmasın” istiyorsun; güzel-güzel anlatıldığından dolayı…”

******

Aileler arası kaç-göç olmayınca çocuklar da kendi aralarında epey kaynaşıyorlar.

Çocukluğumdan beri en sevdiğim Özkan’dı; acayip anlaşır, acayip keyifli zaman geçirirdik…

Onlar Ödemiş’te yaşıyorlardı o vakitler, üç-beş günlüğüne kalmaya giderdik, onlar bize gelirlerdi falan… Geldiklerinde peşlerine takılıp da yaz tatilinin bir bölümünü geçirmeye gitmişliğim de vardır.

******

On altı yaşlarımda falandım sanki diye başladım ya, şimdi rahmetli olan annesi ve teyzesiyle bize gelmişler, hoş-sohbet falan derken “Çok özledim Karşıyaka’yı, hadi biraz yürüyelim mi” dedi Özkan, yürüyelim vallaha, hem de ne çok birikti dedikodularımız falan…

Biz yürürken Özkan’ın bacağı ağrımasın mı! Şurada bir bankta iki dakika dinlenelim diye tutturmasın mı!

Ben de tutturmayayım mı “Yok yahu, abartma! Yürürsen daha çabuk geçer” gibi martavallar okumaya…

Çok utanıyorum itiraf etmeye ama bankta ikimizi otururken gören arkadaşlarım olursa sevgili sanırlar diye endişelenmiştim aslında!

Oysa Özkan’ların yaşadığı yerde hiç takmıyordum, o başkaydı, yani o zamanlar!

Özkan ıkınıyor-sıkılıyor, ben ısrar ile yürütmeye zorluyorum, kibar bir şekilde…

Neyse… Kazanan ben oluyorum, bankta dinlenmesine izin vermeme konusunda ama vicdan konusunda kaybedenin asıl ben olduğumu daha sonra anlıyorum: Özkan’ın apandisiti patlama noktasına gelmiş! Bacağının çekmesi o yüzdenmiş! Olayın üstünden bir-iki gün geçtikten sonra ameliyat olmuş meğer…

******

Nasıl bir sığlıktır? Bu sığlığı ailem bana öğretmemişti aslında, peki, nerelerden etkilendim de ben sevdiğim insana acı çektirdim bu yüzden?

******

İnsanların yaşadıklarından ders almaları gerektiğini düşünürüm hep; “Ben bir yanlış yaptım, bir daha aynı yanlışı yapmamam gerek” diye…

******

Bu arada bir parantez de açmak istiyorum: Aşk konusunda…

“Aşk” yaşarken öyle muhteşem, öyle insanı tamamlayan bir duygudur ki; kanatlanır uçarsın!

İnsanın en büyük gereksinimi olan “Olduğun gibi halinle sevilme” duygusunun tavan yaptığı aşamada olduğu gibi seversin…

Ne muhteşem bir yaşam enerjisidir; ne büyük özgüven! Dünyayı dize getirirsin, alimallah; yani öyle bir yaşam sevinci ve enerjisi!

Bir tarafta bitmeye başlar, diğer taraf henüz hazır değildir; canı çok yanar!

“Hata” olarak görülür o zamanlarda; işte o parantezi açma nedenim de bu: Her bir deneyim daha iyi ve güzel olmamız için bahşedilmiştir; bazı hataları tekrarlamamak gerek, misal benim Özkan’a yaptığım gibi, ama “Aşk” konusunda hata yaptım, bir daha aşk yaşamayayım demek de yanlış; insanız eni-konu, mantığımız ile hatalarımızın farkında olsak da duygularımızın akışına da ket vuramayız ya! Vurmayalım da, zaten!

Yoksa, nasıl daha çok büyüyebiliriz?  

******

Çok çiğliklerden geçtik, çok hatalar yaptık, daha da yapmayacağımız ne malum!

İnsanız eni-konu, yeter ki can almayalım; yeter ki can yakmayalım…

Yeter ki hatalarımızdan dersler çıkartalım…

Bir minik ayna olsun elimizde, mesela, baktığımızda görmek istediğimizi değil de gerçek görüntümüzü görelim; basit bir ayna ile en basit halimizi görelim…

“Basitlik” ucuzluk, değersizlik olarak algılanmaya başladı; lakin “Basit” olmak, bana göre, “Saf” olmaktır, katakulliden yana olmamaktır; insanı insan olarak algılamak ve kabul etmektir ki insanı dini vasıflara göre sınıflandırmak, en yetkili kişi Allah tarafından bile reddedilmektedir!

******

Konuyu toparlarsam, her insanın hayatında doğru yapıyorum zannederek yaptığı yanlışlar vardır!

İş ki bunun farkında olmaktır!

Farkında olanlar “İyi insanlardır”, bana göre, insanlığının farkında olmadan güdülenler “Kötü insanlardır” diyemem; yazık ki “İnsan” olduklarının ayırdında değildirler! Dolayısıyla hak ve hukuklarından da habersizdirler…

Var oluşunun farkında olup da, etrafında olan-bitenlere kayıtsız kalmayan insanların itiraf edecekleri bazı yaşanmışlıkları vardır; hiçbir itirafı olmayan kişiler ya yalan söylüyorlardır ya da hakikaten hiç yaşamamışlardır!

 

http//twitter.com/Gulgunkaraoglu

gulgun_2006@hotmail.com

 

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..