Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Şubat '14

 
Kategori
İlişkiler
 

Aşk ve Mitoloji ile Aramızdaki İlişki -9-

Aşk ve Mitoloji ile Aramızdaki İlişki -9-
 

Lilith efsanesi


Sanat   öteden beri "cinsiyet ideolojisi" nin hizmetinde önemli bir rol oynamıştır.

Paris'teki Notre Dame Kilisesi'nin yüksek kabartmaları arasında görülen "ilk günah" canlandırmasında, ayartılmış Havva kurban Adem'e meyveyi ikram ederken, hain Llith ise gelecek felaketi memnuniyetle beklemektedir.

Goes'in bir başka resminde ise Adem ve Havva olanca saflıkları ve duru güzellikleri ile betimlenmişken, başı kadın gövdesi  "sürünen" hayvan olan Lilith ise lanetlenmiş, cezalandırılmış, çirkinliğe ve yoksunluğa mahkum edilmiş bir zavallılıkta resmedilmiştir.

Sadece Michelangelo Sistina Şapeli'ndeki  "İlk Günah ve Cenetten Kovuluş" betimlemesinde,kutsal kitapların alt metinlerinden yola çıkarak Havva'yı Adem'le Lilith'in arasında kalmış  "kurban"  bir özne olarak tariflemiş, gerçek yaşamla daha entelektüel bir bağ kurmayı denemiştir.

Son zamanlarda dijital illüstrasyon teknikleri ile üretilmiş bir çok betimlemede, eski çağların fantastik üslubuna bir dönüş göze çarpmaktadır, ki sanki çağdaş düşünce, düş ve imgeleminde de arkaik evrelere bir geri dönüş söz konusudur.

Bir çok örneği incelendiğinde görülmektedir ki, sanatta da kadın ile kötülük arasında bir bag kurulmaya çalışılmış, canavar  "yılan kadın" imgesi ile akıllıca "kötülüğün hem kaynağı hem de doğası" kadına yüklenmeye çalışılmıştır.

İstisnaları hariç genel olarak sanatta, erkek zihnin cinsel konuları ve bunun sebep olacağı "kötü" olan her şeyi "cinsiyetçi bir ideoloji"  ile kadına yüklediği ve "doğası"na havale ettiğini, bu arada gölge projeksiyonu uygulayarak ta kendini aklamaya yöneldiğini söylemek mümkündür.

Henri Delacroix'in etkileyici bir saptaması vardır:  "Faydacı algı dünyayı bilmez,sadece onu bozan bir bakış açısıyla algılar. Dünya ile ilişkiye girmek için dünyayı yeniden canlandırmaya ihtiyacı vardır."

Bu saptama aslında  tüm evrenle "mülkiyet ilişkisi" üzerinden bir ilişki geliştiren insanın durumuna ilişkindir.

Ancak bu egemenlik ilişkisini dişisine karşı daha komplike bir şekilde geliştiren erkek cinsinin durumu zincirleme bir vahamet doğurmuştur. Öyle ki bu egemenlik gayretindeki erkek böylece kadını da, aşkı da doğayı da bilmez bir halde  sadece "zor" layan ve yaralayan bir fenomene dönüşmüştür.

Sahip olma hırsı ve faydacılıktan ahlaksızlığa uzanan bu yolda, erkek cinsi aşka ve tüm gerçek "insani" değerlere yabancıdır. Zira aşk koşulsuz adanmayı gerektirir, aşkta  kendini ve kendindeki her şeyi hesapsızca verebilme vardır.

Aşkta ruhlar çıplak olmalıdır. Fakat gel gör ki  "erkek" her daim dikenli bir egemenlik zırhı giymiş ve kadın da bu zırh karşısında gerçek kişiliğini saklayan örtü ve maskelerle yaşamak zorunda kalmıştır.

Alabildigine kendi olmak ve kendi olarak davranmak, ancak ve ancak özgürlükle mümkündür ve her durumda aşkın zorunlu koşuludur.

Sözüm ona "ayartıcı ve dizginsiz" eğitilemeyen yılan ile özdeş, eşitlik ve bağımsızlıkta ısrarcı Lilith  karakteri ile "sükut" içindeki Havva karakteri karşı karşıya konulmuş, kadına bu yürürlükteki yeryüzü yasalarından birini seçme zorunluluğu getirilmiştir.

Erkegin çerçevesini kendisinin belirlediği  ve Havva karakteriyle olan ilişkisi mülkleştirilmiş bir şeyin sahipliğine dayalı "tatminsiz" bir ilişkidir, ki Adem bu durum nedeniyle için için  büyük bir yoksunluk ve acı yaşamaktadır.

Adem seçimini "aşk ile mülk" veya "yüce değerler" ile "faydacı değerler" arasında yapacaktır.

Adem bir taraftan  Özgüveni ve "özne" yi temsil eden Lilith'i sonsuz bir şekilde özlerken, yoklugunu benliğinde koca bir boşluk ve acıyla duyumsayacak, diğer taraftan da  seçimini yaptığı Havva'nın  Lillith olmaya meyletme olasılığına karşı ise  baskılayacak ve bir tür garabet içinde kuşatacaktır.

Adem, insani özün kristalize olduğu yegane yüce bir değer olan aşkı mülkleştirme yönelimi ile öldürerek, takındıgı bu politik duruşuyla egemen, ama aşktan yoksun olacaktır.

Bu egemenlik ilişkisi gerçek bir "eşitlik" ilişkisine evrilmedikçe, kimse ama hiç kimse gerçek anlamda aşkı duyumsamayacak ve bilemeyecektir.

Erkek kendisi için i "sahicileşemedigi", kadında tarihsel olarak  takındığı maskeli duruşu terkedemedigi sürece ortada gerçek bir aşktan söz etme imkanı yok gibidir.

Ateşinde "tin ve ten" in iç içe eriyip bütünleşerek "sahici" insan oluşun tılsımını meydana getiren aşk, insanın insanla ve her şeyle ilişkisini sağlıklı olarak kurabilmesine imkan tanıyan yegane diyalektik bir kavramdır.

Aşkı düşsel bir mit olmaktan çıkarıp, sahici bir insan ilişkisine çevirmek, ancak ve ancak bir taraftan  bu tarihsel eşitsiz ilişkinin düğümlerinden kurtulmak ve karanlık labirentlerini terketmek, diğer taraftan da sorgulama kültürünü geliştirerek aşkın ihtiyacı olan "bilinç yetkinliği" ne kavuşmakla mümkündür.

Kısaca Aşk özgür ruhların işidir ve maskeli ilişkiler sarmalındaki sahte aşklar,tarihsel bağlamda ve güncel pratiğimizde  hep bir trajedinin konusu olmaya devam edecektir.

 

 

 
Toplam blog
: 88
: 1115
Kayıt tarihi
: 09.01.07
 
 

Ankara SBF'yi bitirdim. Öğrencilik yıllarında gazetecilik, sonrasında uzun yıllar özel sektörde ü..