Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Şubat '17

 
Kategori
İnançlar
 

Aşk ve Sema

Aşk ve Sema
 

Emre Yıldırım


*Aşk ve Sema

 

*Emre Yıldırım

 

 

*Kendine değer vermeyen aşkı bilebilir mi? İnsan sevgisi olmayan herhangi bir dini inancı temsil edebilir mi? Özellikle inancın sömürüldüğü medya düzeninde ve politikada ne büyük hainlikler ediyorlar. Aşka, sevgiye ve yaratılan tüm güzelliklere…

 

 

Tüm bu tablo içinde yıllar önce 2005 ve 2007 Unesco Mevlana yılı üzerine beraber Amerika turnelerine çıktığım, onlarca Amerika şehrinde tur menajerleri ve basın sözcüleri olarak sema ayinleri öncesinde ve sonrasında derviş dedemizden ve Hz.Mevlana’nın torunu sevgili Esin Çelebi’den tasavvuf sohbetleriyle, muhabbetlerle, okumalarla alabildiğim kadarını Amerikalılara aktardığım dönemler nerede, şimdiki din sömürüleri nerede?

 

O süreçte tanıdığım güzel gençler ve Galata Mevlevileri ekibinden Emre Yıldırım’ın tam 10 yıl sonra peşine düştüm. Çocukluğundan beri sema eden, yıllar içinde bir tasavvuf araştırmacısı olarak yol alan, televizyon programları ve yazdığı kitaplarla şiirselliği ve inançtaki güzelliği hırsla, siyasetle, kaybetmeyen Emre Yıldırım ile aşkı ve semayı konuştum.

 

2010 yılında “Dilden Yâre” isimli ilk kitabımı çıkaran ve şimdilerde Dilden Yâre - Vuslat” isminde ilk kitabın devamı niteliğinde ikinci bir kitap hazırlayan Emre, önümüzdeki ramazan ayında uzun süredir her ramazan olduğu gibi iftar ve sahur programları sunuyor olacak.

 

 

İslam inancını medyada ve politikada yanlış temsil edenler tasavvufun hoşgörüsünden hiç nasip almayanlar kalbimizi üşütürken, izninizle kardeşim gibi hissettiğim Emre’nin şiirselliği öyle iyi geldi ki…

 

 

Cenk Erdem

 

 

 

 

*Adınız yıllar önce genç bir semazen olarak sufi dansına yenilikçi yaklaşımlarla duyulmuştu; köklerden uzaklaşmadan yenilikçi olabilmek mümkün mü?

 

 

Mevlevilik o kadar köklü bir yapı, o kadar derin bir mesele ki ne yaparsanız yapın niyetiniz samimi ise köklerden uzaklaşmanız mümkün değil.  Sema dünyanın yaratılışında var. Her nesnenin, yaratılmış her varlığın bir elbisesi, bir rengi var. Yaratılmış tüm varlıklar hakkın ayrı ayrı renklerine boyanmış halde ona sema ediyor, onu zikrediyorlar. O sebeple sufi dansı sergilerken bir yenilik değil mevleviliğin aslına, özüne inerek Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin ilk sema ettiği halini ve “zerreden feleklere kadar her şey sema ediyor ben neden etmeyeyim?” sualini düşünerek her ne kadar aslından uzak gibi görünse de köklerimize bağlı olarak semada ki sırrın elbiselerde değil samimi gönüllerde olduğunu sergilemiş olduk.

 

 

 

 

*9 yaşından beri sema ediyorsunuz; peki tasavvuf araştırmaları, televizyon programları ve yazdığınız kitaplar derken; hala sema etmeye özel zaman ayırabiliyor musunuz?

 

 

Sema bir vecd halidir. Aşk halidir. Hakka olan muhabbetiniz, aşkınız bir an gelir öyle bir hal alır ki, değil dünya işleriyle uğraşmak, felçli hasta olsanız kendinizi sema ederken bulursunuz. İlahi aşk ruhunuzu, kalbinizi sardığında ne zaman kalır, ne mekan. O daveti işittiğimiz anda bizim için dünya biter sadece aşk kalır.

 

 

 

 

*Kitaplarınızda “Aşktan Yoksun” olarak tarif ettikleriniz var; peki dünya aşkı için neler dersiniz?

 

 

İnsan dünyaya iki göz ile bakabilir. Ya şehvet gözü ile ya muhabbet gözü ile. İlahi aşktan mahrum olanlar ancak şehvet gözü ile dünyayı görebilirler ve neyi görseler ona sahip olmak isterler. Oysa muhabbet gözü ile bakanlar sadece hakkın yarattığı güzellikleri görüp ona tekrar tekrar aşık olurlar. Ve onun yarattığı hiçbir şeyi incitmemeye gayret ederler. Eğer insan gerçek bir aşka sahip olmak istiyorsa dünyaya baktığında ve her gördüğü güzellikte tüm bunları yoktan var eden büyük bir kudretin, kuvvetin olduğunu düşünmeli.

 

*Hakiki aşka varmak için önce yine layığıyla bir aşk acısı lazım değil mi?

 

 

Güzel bir söz var “Çıraklığını yapmadığın işin ustalığına soyunma.” İnsan sevmeli. Sevmeyi talim etmeli. Sevmek aşıklığın çıraklığıdır. Aşkın çıraklığı da zordur. İlahi aşk çok yüksek bir makamdır. O makama ulaşabilmek için çok çileli yollardan geçmek gerekir. Mevlana Hz.’nin “Hamdım, piştim, yandım” dediği gibi insanoğlu evvelce hamdır zamanla olgunlaşır. Zamanla sevgiyi ve şehveti tanır. Önce karşı cinse sonra maddeye ilgi duyar.  İlahi aşka giden yolda önce sevmeyi sonra sevdiğine kavuşmayı sonra onunla şehveti tattırıp tam zevkine ulaşmışken ayrılık acısını gösterirler insana. İnsan acı ile yoğrulur ayrılık ateşinde pişer. Ayrılığın acısını bilmeyen aşk makamına erişmenin rüyasını bile göremez.

 

 

 

 

*Kendine değer vermeyen aşkı bilebilir mi?

 

 

İnsan, yaratılmışlar arasında en yüksek dereceli varlıktır. Allah insanı yarattıklarının en üstünü olan ilan etmiştir. O nedenle kişi ilk önce Allah’ın kendisine verdiği değeri bilmeli. Yaratılış değerinin ve neden yaratıldığının farkına varabilmeli. Allah’ın size verdiği değeri fark eder içinizde gizlediği mücevheri ortaya çıkartabilirseniz o zaman gerçek mana da insan-ı kâmil olur aşıklar makamında yerinizi alırsınız. Ama gönül tarlanızı ekip biçmez ona kıymet vermezseniz kuruyup giden bir toprak parçasından ibaret olursunuz.

 

 

 

 

*Tıpkı şarkı yazarken teknikler olduğu gibi sema ederken bile teknikler var; peki aşkla dans eden bir semazeni nasıl ayırırsınız?

 

 

İnsan etrafına sürekli enerji dalgaları yayar. Eğer kişi pozitifse pozitif, negatifse negatif dalgalar yayar. Yanınıza morali bozuk biri geldiğinde ister istemez o kişinin etkisi altında kalırsınız. Aynı şekilde mutsuz bir anınızda biri gelip güler yüzü ile sizinle sohbet ettiğinde rahatlar ve sizde tebessüm etmeye başlarsınız. Semanın hali de aynı şekildedir. Eğer semazen aşk ile sema ediyor o muhabbeti yaşıyorsa bu size de etki eder. Onunla birlikte ibadet etme arzusu duyarsınız. Ama semazen aşk ile değil orada madde için ya da Allah’ın rızası değil de izleyenlerin takdiri için sema yapıyorsa o muhabbet size geçmez. Sadece semanın görselliğinden ve çalan musikiden dolayı geçici bir huzur duyarsınız.

 

 

 

 

*Yıllar içinde bir tasavvuf araştırmacısı kimliği kazanırken, geçmişteki semazen kimliğinizi ve semazenlerin medyada temsil edilişini nasıl görüyorsunuz?

 

 

 

Birçok insan hayatlarının belli zamanlarında tasavvuf ile tanışır. Belli düşünceler içinde tasavvufa girerler. Ben ise babadan, dededen, atalarımdan bu yana doğduğum ilk günden beri bu hayatın içindeyim. Sonradan ya da tercihen bu yolu seçmiş değilim. Durum böyle olunca tüm çocukluğunuz, gençliğiniz yaşadığınız tüm evreler bu yolun kenarlarında birer ağaç gibi dimdik duruyor.  Çok küçük yaşlarda bu yola hizmet etmeye başladım. Temizlik yaparak, bulaşık yıkayarak başladığım yolda sonraları sema ederek şimdi de yapmış olduğum araştırmalar, katıldığım söyleşiler, konferanslar, bizzat kendim hazırlayıp sunduğum tasavvuf içerikli televizyon programları ile bu yola hizmet etmeye devam ediyorum. Ama maalesef semazenliğin kutsiyetini korumaya gücüm yetmiyor. Semazenlik artık düğünlerde sergilenen islami bir şov gibi. Bunun sebebi de ortalıkta yüzlerce Mevlevi ya da yüzlerce semazen olmasına rağmen gerçek Mevlevilerin, gerçek Mevlevi semazenlerinin iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar az sayıda olması.

 

 

 

 

*Maalesef İslam inancını medyada ve politikada yanlış temsil edenler tasavvufun hoşgörüsünden hiç nasip almamış gibiler; ne dersiniz?

 

 

Tasavvuf mâna hareketidir, politika ise madde hareketidir. Tasavvufta hakkın rızası istenir, politikada halkın oyu, takdiri istenir. O yüzden politikada yaptığınız her işte halka dönüp alkışlayan takdir eden var mı diye bakarsınız. Niyet halk olunca hak aradan çekilir geriye sadece madde kalır. Yuvarlanan bir kaya parçası etrafa nasıl zarar verirse kalbi taşlaşmış bir insan da etrafına aynı zararı verir.

 

"Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol"

 

 

*Önüne gelen iki satır şiir ve azıcık Mesnevi okuyup tasavvuf konuşurken, yol almış bir mutasavvıfı nasıl tanımlarsınız?

 

 

 

Maalesef ahir zaman dediğimiz bir zaman diliminde yaşıyoruz ve bu zamanda kimse göründüğü gibi değil, olduğu gibi de görünmek istemiyor. Adam aslında mevlevi dergahına hiç gitmemiş, hiç mesnevi dersi almamış ama mesnevi sohbeti yapıyor. Ne için? Para için, insanları etrafına toplamak için. İtibarsız kişiliğine hak etmediği bir itibarı kazandırmak için. Oysa gerçek bir mutasavvıf Akşemseddin Hz’leri gibi halkın teveccüh ve nazarından uzak durana, Allah’ın rızası bana yeter diyerek şan ve şöhret belasından kaçana, halkı terk ederek para için şöhret için olduğundan farklı görünmeyene denir.

 

 

 

*Tasavvufun özündeki aşkı kaybederek, insan sevgisini kaybederek İslam inancına hizmet edermiş gibi böbürlenenler hainlik etmiyor mu?

 

 

Kişi gideceği yere göre amel eder. Herkesin ahirette bir makamı vardır ve gideceği makama göre dünyada bir hayat sergiler. Kişi tasavvufun içinde olabilir ama o kişinin içinde tasavvuf var mı? Esas mesele bu! Dil, Müslüman olduğunu söyler ama işin sırrı kalptedir. Kalplerin sahibi de Allah’tır. İçinde ne var ne yok hepsini hakkı ile bilendir. Onlar çıkıp bize tasavvuf ehli olduklarını, aşk ehli olduklarını iddia etsinler. Allah dile göre değil hakikate göre muamele eder. O zaman kişi ne ederse kendine eder. İslamiyet sonsuz güzellik ve muhabbete sahip kıyamete kadar da nasibi olanların kalbinde huzurla yaşanacak muazzam bir dindir.

 

 

 

 

*2015 yılında Tasavvuf ve Kültür içerikli ilk televizyon programınızın  "Aşka Uyananlar" ismi çok şiirsel; bize sizi çok etkileyen bir şiirden birkaç satır paylaşır mısınız?

 

 

Neyzen Tevfik’in çok güzel bir şiiri var;

 

Sevdanın oduna pek güvenilmez, 
Tutuşursan eğer kolay sönülmez. 
Bu yolun hükmüdür geri dönülmez, 
Canına kıymazsan seyahat etme.

 

İlahi aşk öyle bir şeydir ki kendi nefsinden, kendi canından geçmedikçe kavuşamazsın. Kavuşunca da yanarsın ama sönmek istemezsin.

 

 

 

*Bu aralar yazdığınız, çizdiğiniz yeni bir sürpriziniz var mı?

 

 

2010 yılında “Dilden Yâre” isimli ilk kitabımı çıkartmıştım.  Şimdi “Dilden Yâre - Vuslat” isminde ilk kitabın devamı niteliğinde ikinci bir kitap hazırladım ama ramazan ayı malum her ramazan olduğu gibi iftar ve sahur programları sunacağım. Bu sebeple önümüzdeki aylar daha da yoğun geçecek. Allah nasip ederse ramazan ayından sonra hem televizyonda Derviş Kahvesi programına devam edeceğim hem de “Dilden Yâre - Vuslat” kitabını çıkartacağım İnşallah.

 

 

 

 

*Popüler kültürü ve müziği yan yana koyarsak, sesini aşk şarkılarına en çok yakıştırdığınız birkaç isim sayar mısınız?

 

 

Aşk, şarkı ve ses… Gönlümden bu kelimeleri geçirdiğim an hiç tereddüt etmeden Sezen Aksu derim. Kendimden kaçak, yârim keskin bıçak. Nerde bende o yürek yardan cayacak. Böyle bir söz nasıl yazılır? Böyle bir şarkı nasıl okunur? İşte, aşk böyle bir şey. Sezen Aksu da böyle bir kadın. Leman Sam’ın da gönlümdeki yeri başkadır. Hayatımızda iz bırakan kıymetli sanatçılardır. Son zamanlarda böyle sanatçılar pek nadir yetişir oldu. Artık müziği insanlar değil duygusuz makinalar yapıyor. 

 
Toplam blog
: 20
: 119
Kayıt tarihi
: 21.03.16
 
 

Boğaziçi Üniversitesi, "Eğitim Fakültesi, Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık" bölümüyle birlikte..