Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Eylül '10

 
Kategori
Tarih
 

Aşk yüzünden

Çok sevdiğim bir büyüğümle sohbet ederdik, bazen konu bir yerlere gelirdi, derdi ki “Aşk var, Aşk var…… Canı candan alacak kadar Aşk…..” Çok güzel sözdür, kulakların çınlasın Tuncay Ağabey
Canı candan alacak kadar büyük aşklar vardır elbet biliriz, çoktur örnekleri. Peki, aşk yüzünden neler yapılır? Arapsaçı’na dönülür örneğin, perişan olunur, divane olunur vesaire.

Benim bildiğim Tarihte “ Aşk “yüzünden kuşatılan iki şehir var, birincisini sizler de hatırlarsınız, ünlü TRUVA. Truva Prensi Paris, Menalaos un karısı HELEN e aşık olunca, olaylar hepimizin bildiği gibi gelişir, Truva yerle yeksan olur.Peki ya ikincisi…?
1876 senesi Osmanlı ülkesinin ciddi sıkıntılarının bulunduğu bir yıldı. 1875 teki Hersek isyanı ve hemen arkasından 1876 Bulgar isyanı Osmanlı yönetimini ciddi sıkıntılara sokar, memleketin üzerindeki kara bulutlar yoğunlaşır, sanki bir sene sonrasında Osmanlı ülkesini tarihin en büyük acılarından birine, 93 harbi’ne (1877-1878) sürükleyeceğinin işaretini verir.

İşte o karışık günlerin içerisinde yaşanan bir olay kara bulutların sanki biraz daha artmasına yol açar. Esasen Rumeli’nin güzelce bir kasabası olan Avretkalesi’nin sakinleri işlerin bu noktaya geleceğini bilemezdi, Rumeli’nin çoğu yerinde olduğu gibi Türk, Bulgar, Rum bir arada yaşıyorlardı fakat tesadüf bu ya( Truvalı Helen –Avretkalesinden Helena) Bulgar kızı HELENA belki de en olabilecek ama en fazla”Olmaması gereken olarak görülen” şeyi yapmış, gönlünü kasabanın tahsilât memuru Emin Efendi’ye kaptırmıştı. Belki kızın anası kızına “Sen sevgi dünyaya baş olsun istersin ama Dünya’ya kavga baş, çekişme baş, gel etme !” demişti” kim bilir belki de delikanlının babası oğluna” Sen Güneş batıdan doğsun, dünya terse dönsün isteysın be more !” demişti kendi şivesi ile ama gönül ferman dinlemezdi. Aşk’ın imkânsızlığı Aşk’ı efsane yapar ya işte bu imkânsızlığı yenebilmek adına Bulgar kızı HELENA Müslüman olmayı seçmiş, yaşmağını, feracesini giyinip yanında formaliteleri gerçekleştirmek için köyün imamı ve bir Arap kadının refakatinde, annesinin de bulunduğu bir Trenle şehir’e gelmek için yola çıkmıştır. Tabi işlerin Aşk yüzünden Arapsaçı’na döndüğünü bilmeden.

Dönemi en iyi anlatan tarihçilerden Enver Ziya Karal’ ın anlatımıyla “Dünya'nın her tarafında sürü sürü misyonerlerle insanları Hıristiyanlaştırmaya kalkışmış Avrupalılara, Hıristiyan bir kızın kendiliğinden İslam olması tahammül edilmez bir hareket gibi görünmüş idi.” Tren Gar’a girdiğinde tarihler 5 Mayıs 1876 yı gösteriyordu. Tren Garının çıkışında. Şehirdeki Rum asıllı ve Rus uyruklu Amerikan konsolosu ve kardeşi olan Nicole Lazzaro’nun organize ettiği sanılan 100-150 kişilik Bulgar ve Greklerden oluşan kalabalık kızın dinini değiştirmek için resmi işlemlerin yapılacağı Hükümet Konağı’na gitmesini engellemeye çalıştılar ve (bu arada) üç zaptiye eri kızı kalabalıktan korumak için bölgeye gönderildi; fakat Hıristiyan kalabalık gittikçe büyüdü ve polisle bir itişmeden sonra yaşmağı çekilen ve feracesi yırtılan kız en büyük hakaretler edilerek alıkonuldu ve

Amerikan konsolos vekilinin arabasıyla Amerikan konsolosluğuna götürüldü. Bu noktaya değin hatalar tam olarak Grek'lerin tarafında idi. Eğer onlar, kızın Hükümet Konağı ’na gitmesine izin vermiş olsalardı, kızın İslamiyet’i özgür iradesiyle kabul edip etmediği ya da ona baskı ve zorlama yapılıp yapılmadığı açık bir şekilde sorulduğunda annesinin huzurunda vali tarafından tespit edilecekti. Bunun yerine onlar kızı polisin elinden zorla aldılar ve (Osmanlı) yetkililerinin girme izni olmadığı bir konsolosluğa götürdüler.

“Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında çok iyi ilişkilerin sürdüğü her zaman, dinleri konusunda küçümseyici her hangi bir davranış ya da kadınlarının onurunu kıran bir hareket, bir anda sessiz Müslüman nüfusu taşkınlık yapmaya sevk edecektir, olayda (yukarıda belirtilen) provokasyonun her iki nedeni (Müslümanlara karşı) en saldırgan tarzda gösterilmiştir. ” Bu cümleler benim değil, dönemin İstanbul İngiliz başkonsolosu SIR HENRY ELIOT’ un cümleleri
Bulgar kızının Amerikan konsolosluğunda bulunduğu sırada vali, kızı konsolosluktan istemiş, ancak kızın ayrıldığı ve yerinin bilinmediği cevabı verilmiştir. Bir Osmanlı şehrinde Bulgar da olsa Müslüman olmuş bir kıza yapılan saygısızca muamele ve mâni olmak isteyenlerin ağır şekilde hırpalanması havanın elektriklenmesine sebep olur. Ertesi gün İslâmiyet'i kabul eden bir kızın zorla kaçırılıp tutulamayacağını ve bu işe hükümetin karar vermesi gerektiğini belirten Müslümanlar Saatli Camide toplanırlar.

Kendilerini yatıştırmak isteyen şehrin Valisi Baytar Mehmet Refet Paşa'nın açıklamalarını yeterli bulmazlar. Refet Paşa ve vilâyet görevlilerinin mâni olmaları ihtimali üzerine medrese odalarını zapteden ve Vali’ ve yanındakileri bu odalara kilitleyen

Müslümanlar kızı almak gayesiyle Amerika Konsolosluğuna yürürler.

Bu sırada Fransız konsolos Moulin ile Alman konsolos Abbott olayları yatıştırmak amacıyla öfkeli kalabalığın arasına dalarlar.

Konsoloslar bir anda Müslüman kalabalık tarafından çevrilmiş ve rehin alınmıştır. Öfkeli kalabalık, kızın yerini bildiklerine inandıkları konsoloslardan, kızın kendilerine verilmesini isterler. Kalabalığın böyle bir inanca sahip olmasında, Alman konsolosunun amcası oğlunun kızın kaçırılması ile saklanması meselesinde adının geçmiş olmasının önemli bir etken olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak kızın Müftülüğe teslim edilmesi teklifine karşı Amerika Konsolosunun evinde olduğunu, dolayısıyla kızın teslim edilemeyeceğini söylemeleri üzerine her iki konsolos zaten galeyana gelmiş olan halk tarafından linç edildiler. İşte bu vahim hadise bir anda çok büyük bir diplomatik skandala dönüşüverir

Avrupa basınında büyük bir yaygara koparılarak, bir Müslüman-Hıristiyan Çatışması şeklinde işlenen Olay, her zaman suçlu bulunan Türkleri yeniden hedef tahtasına koymuştur. Bu şekilde, Avrupa basını abartılı bir tarzda Türkler aleyhine fırtınalar koparırken, gerçekte olayın nasıl meydana geldiğini öğrenmek ve eğer bir suçlu aranacaksa işe nereden başlanması gerektiğini hakkaniyet terazisine koymak konusunda kimsenin kaygısı yok gibiydi. Her zamanki gibi haklı olan Büyük Güçler, olaylara görmek istedikleri gibi bakmak ve gerektiğinde “Müdahale etmek hakkı” na sahip olmuşlardır. İşte bu müdahale anlayışı gereği birkaç gün sonra Avusturya, Rusya, Fransa, Almanya, İtalya bandıralı savaş gemileri geldikleri liman’ın önünde toplarını şehir’e çevirmiş, olayın sorumlularının şiddetle cezalandırılmasını talep etmeye başlamıştır bile, aksi halde şehir işgale uğrayacaktır bu resmi kesin uyarı karşısında Osmanlı Devleti’nin yapabildiği tek şey olayda ihmali görülen Selanik Valisi değiştirmek, konsolosların ölümünde payı olduğu söylenen 32 kişiyi yargılamak ve bunlardan altı kişiyi kurşuna dizilmek suretiyle idama mahkûm etmektir.

İnfaz oracıkta gerçekleştirilir, bazı güvenlik sorumluları ve subayların rütbeleri Yabancı askerlerin gözleri önünde sökülür.

Fakat olaylara sebebiyet verenlere yani kızı kaçıranlara hiçbir şey yapılamaz. Bu olaylar İstanbul’da duyulduktan 5 gün sonra 11 Mayıs günü Enderun talebeleri(Üniversite Öğrencileri) ayaklanır, Sadrazam ve Şeyhülislam'ın istifasını ister. Olaylar büyüyerek gelişir ve bir önceki yazımızda da anlattığımız 30 Mayıs 1876 tarihinde Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesi ile son bulur

Dünya’nın her tarafına binlerce misyoner göndererek, insanların Hıristiyanlaştırılması için milyarları sarf eden, inanç ve vicdan hürriyetini, insan haklarını savunuyor görünen Avrupa devletleri, İslâm dinini kendi isteğiyle kabul eden bir Bulgar kızının Müslüman olmasını kabul edememişlerdir. Ayrıca konsolosları devletin resmî emniyet görevlisinin elinden güpegündüz kız kaçıracak kadar aşağılık işlere tevessül etmişlerdir. Olaylarla ilgili olarak alınmasını istedikleri tedbirler hususunda da Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışmaktan geri durmamışlardır. İşte bu anlattığımız olayların hatırasını yaşamak isteyen biri olursa bir gün, tavsiyemiz Eyüp’e gidip Piyerloti de Haliç manzaralı bir kahve içmesidir. Çünkü İstanbul’da uzun bir süre kalarak, çok sayıda önemli edebi eserler veren Piere Loti’nin harika bir Aşk hikâyesini anlattığı ”Aziyade” isimli romanı yukarıda anlattığımız olaylar esnasında Limana gelen savaş gemilerinden birindeki Piere isimli bir subay’ın Aziyade isimli bir Çerkez güzeline âşık olması ve onunla İstanbul’a gelerek Eyüp sırtlarında bir konakta yaşadığı sonu hazin biten bir aşk öyküsünü anlatır

İşte tam bu noktada duruyoruz. Geçen gün okuduğumuz bir röportaj bu anlattığımız noktadan bakın bizi nerelere götürüyor. Bu röportajı veren hanımefendi dedesinin hayat hikâyesinden bahsederken bu “Kız vakası” olarak da bilinen yukarıda anlattığımız olaya atıfta bulunuyor. Diyor ki: “ Dedem in dayısı bu olayda asılanlardan biri idi” .Röportajı veren Sn Mediha hanımefendi’nin bahsettiği işte bu “Dayısı asılmış dedesi” belki bilmeyenler için çok fazla bir şey ifade etmeyebilir, ama bilenler için çok önemli bir isim Hasan Tahsin Uzer dir. 1877 Selanik doğumlu Hasan Tahsin Bey Mülkiye mektebini bitirdikten sonra, 1896 senesinde 19 yaşındayken bir Rumeli kasabasına nahiye müdürü olarak atanır. Kasabanın adı “PÜRSIÇAN” dır. Bu kelime bazı kişiler için çok fazla bir şey ifade etmeyecek, belki komik bile gelecektir, ama benim ve ben gibi kişiler için çok şey anlatır. Şimdilerde yitip gitmiş bir sevdanın arkasından hasretle bakar gibi boşluğuna alışamadığım, tüm eksikleri ile beraber bu ülkeye unutturulan 600 yıllık bir sevdayı yeniden hatırlatan bir TV dizisinin “ELVEDA RUMELİ”


nin her taşını sevdiğimiz kasabasıdır Pürsıçan,


dizide anlatılan “Kızan kaymakam Dilaver” ın hikâyesi

ise birebir Hasan Tahsin Uzer’in “Türk Tarih Kurumu yayınlarından çıkmış Makedonya Eşkıyalık Tarihi ve Makedonya’nın Elimizden Çıkışı” isimli kitapta anlattığı hatıralarından senaryolaştırılmıştır.
Hasan Tahsin Uzer Bey daha sonraları pek çok görevlerde bulunmuş, İzmir valiliği yapmış, Malta’ya sürülmüş geri döndüğünde milli mücadeleye katılmış devlet içinde çok çeşitli görevler almıştır.


Torunu Sn.Mediha hanımefendi anlattıklarında bir noktaya daha değinmiş “Dedemin, dayısının asıldığı hadiselerde yakın bir arkadaşının da büyük dayısı asılmış” hatta araştırırken öğrendik ki Hasan Tahsin Uzer’ in bu çok yakın çocukluk arkadaşının büyük babası da bu olaylar nedeni ile kaçıp uzunca bir süre Makedonya dağlarında saklanmak zorunda kalmış, adı mı? Söyleyelim Kızıl Hafız Mehmet Efendi

İşte O Kızıl hafız Mehmet Efendi’nin torunu ve Uzer soyadını kendi eli ile Hasan Tahsin Bey’e verecek


kadar yakın çocukluk arkadaşı olan bu adam Kolağası olduğu günlerde, mahzun, sessiz bir akşamda, Ay Olympos dağlarının arkasında kaybolurken yine çok yakın çocukluk arkadaşı Ali Fuat a döner ve içini çekerek şöyle der:
— Ah Selanik, Seni bir daha Türk olarak görecek miyim?
Maalesef O gece “Beyaz Kule”nin kenarındaki kahvelerden birinde bu soruyla içlenen “Deniz gözlü Altın sarısı saçlı adam”, bir daha doğduğu şehri Türk göremez, tabi biz de Türk olarak göremeyiz dedelerimizin sokaklarında oynadığı, ninelerimizin çeşmelerinden suyunu içtiği, sevdiğini yitiren bağrı yanık bir aşığın yaktığı bir türküde “ viran olasın” dediği SELANİK’ i

 
Toplam blog
: 6
: 14782
Kayıt tarihi
: 20.05.10
 
 

1970 İstanbul doğumluyum.İÜ SBF mezunuyum. Aynı üniversitede yüksek lisans yaptım. 15 yıldır profesy..