- Kategori
- Aşk - Evlilik
Aşk
Ey garip bülbül, gülistan içinde efganın nedir.
Tarihteki büyük aşklardan bahsederken Mustafa Kemal'i unutmamak lazımdır. İki kadın; Fikriye Hanım ve Latife Hanım, her biri bir başka sevmiş Kemal paşasını. Fikriye hanım bu aşkı hazin bir son ile yaşamış. Latife hanım ise yanlız başına bir ömrü yaşayarak başka bir bedel ödemiştir. Mustafa Kemal ise her ikisini de ayrı ayrı sevmiş ve bu hanımlar hayatından gidince kendi yanlızlığını yaşamıştır. Bu anlamda Aşkı herkes talihsizce yaşamış. Acı herkesin gönlünde kalmış.
Nedense tarihi şahsiyetlere hiç bir duyguyu yakıştıramayız, onlar liderdir ve savaşır. Liderlerin ömürleri savaş meydanlarında geçse de aşk yüreklerinden kaybolmaz. Ömür denen bu aralıkta aşkı yaşamak bir liderin şansıdır, kaderidir. O zaman tarih, sevgi ve aşkı bize aktarabilir. Zor olan ise onların yaşadıklarını anlamakta zorlanan aşkı tatmamış yüreklere anlatmaktır.
Halbuki aşk ruhta başlar tende nihayetlenir. Mevlana güneş'e aşkla yanmış. Onda yaradanı görmüş ve böylece Şems dünyada böylece tanınmış. Gönül ferman dinlemiyor, gönül ruhuna eş istiyor.
Tarih ne çok aşklara sahne olmuştur, Helena'nın Paris ile aşkı Truva'da bir savaşa neden olmuştur. Savaşların en büyüğü gönüllerdedir. Fethedilen kalpte kalabilmek savaşmak ister ama daha önemlisi incelik ister, zerafet ister, gönülden gönüle yol ister.
İnsanları yargılamadan önce sevgilerine hürmet etmek gerekir. Yanlız yaşanmış bir ömürde, nasıl ki aşk Kemal Paşanın ruhunda sonuna kadar kalmışsa, nasıl ki Hürrem ile Süleymanın Aşkı yüzyıllara direnmişse, bu gün onlardan kalan mektuplar bunların en önemli delilleridir.
Aşkı yargılamadan, tarihe önyargısız bakmalıyız. Biz sadece aşktan söz ediyoruz. Gecenin karanlığındaki gizem gibi, günün tam ortasındaki güneş gibi, kelebeğin kanat çırpması gibidir. Aşk, acısıyla haz veren, ruhtan ruha yer eden bitmez tükenmez bir duygudur. Kısaca kendinden vazgeçme halidir.