Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Kasım '13

 
Kategori
İlişkiler
 

Aşka geldin, hoşgeldin!..

Aşka geldin, hoşgeldin!..
 

Görsel: Botticelli


Nil Alaz’dan ithaf:

 

“Acılarına gülümse ey yiğit kadın
Her şeye rağmen yere hep sağlam basan ayaklarının aşkına

Pamuk bulutları kucakla

Sen kucakladığın zaman ben kucaklamış gibi olacağım
Yağmur ol yağ sevdanın üstüne
Bu yangın hepimizin yangınıdır” Nil Alaz’dan ithaf

 

Gün, dinmeyen özlem ve sürekli yeni umutlarla  geceye kavuşurken…

Gri, mavi, lacivert… Tümü, en kıvrak, en coşkulu danslarla göğe yükselirken…

Güneş, iyice mahzun , utangaç, iyice solgun pembe benziyle, sessizce çekilirken köşesine…

Yani böyle bir hüzünlü bir alacakaranlıkta…

Göğün gözyaşlarıyla yunup yıkanırken solgun yapraklar…

Hakuranlar, saksağanlar, serçeler, çamların kuytularına kaçışırken…

Bir balıkçıl yavrusunu korumaya çalışırken…

Topraktan, güzün hüzünlü kokularını fişkırtırken sert ve sık damlalar…

Dağların dağların ardından, yılların yılların ardından…

Hiç beklenmedik bir zamanda, tuhaf, tanımlanmaz bir acının acısızlığında… Belleğin dipsiz bucağından, nice küllerin küllerin altından…

Çocukluğun oyuncaklarının, oyunlarının arasından…

Sonra, ilk gençliğin, gençliğin, utangaç, naif günlerinden…

Hem çok cesur ve hem çok korkak kızın, delice, ürkek, pırıltılı, masum, fazlaca saf, babası kentli, anası  kasabalı  yanının kanadığı zamanlardan çıkıp geldin. Birdenbire, habersizce…

Korkularının anası  olan anasının, kasabalı kanı… Kentin uyanışını boğan o kasaba yanı…Ah, seçimlerinin ve acılarının kaynağı  o kültür.  Anadır her şeyin başı, anadır çünkü..

 

Sen! Yine o kentli nezaketinle, anlayışlı ama isteksiz boyun eğişinle…

Vicdanını  dinlemenin yüklediği acılarınla vicdanımın ve aptallıklarımın yüklediği acılara geliverdin birdenbire.

 

 

Sisler… Sisler…

Ah! Külleri eşeledikçe parıldayan kıvılcımlar… Kara küllü urbalarını yakıp atmaya hazır  kor…

Yaksa mı? Yansam mı? Yaksa mı? Yaksam mı?

 

Ah, nehirlerin zorladığı gözlerim!

Şaşkınlığım, aptallaşmam, telaşım, ne yapsam’larım, ne yapacağım şimdi’lerim… Eteklerimde çalan ziller ve onları söküp atmalarım… O zillerin, dönüp ilişivermeleri eteklerime…

Acısızlığın  acısında, onlarca yılın bilinmezliği, bilinmezliğim, bilinmezliğin…

 

Hoş geldin!... 

Hoş geldin mi?...

Hayır!  Hoş gelecek misin?...

Yok!  Elbette hoş geliyorsundur.

Hayır! Sanırım hoş geliyorsundur.

Belki, hoş geliyorsundur.

Galiba hoş geliyorsun.

Hayır hayır! Mutlaka hoş geliyorsundur.

 

Bunca acıyla yoğrulmuşken, yaralıyken sen de…

Küçücükken çorap giymeyi sevmediğimi, hemen nasıl da çıkarıp attığımı anımsıyorsan… Çocuk oyunlarımızı, bağdaş kurmalarımı, annemin kaşlarını çatıp gözlerini belertip “Kızlar öyle oturmaz” deyişlerini anımsıyorsan…

Sessizce, hiç görünmeden izlemişsen bu hırçın dalgaların savurduğu, kasırgalı yaşamı ayrıntılarıyla…

Belleğininin unutma odağı böylesine direngense…

 

Ey, aldatılmışlıkların ve yalanların kavurduğu, hırçınlaştırdığı gergin yüzlü kadın, susmalısın yine. Susmalısın!...

Susmalısın!...

Sen ki susmaya pek alışkınsın, öyle cesur, öyle gözüpek görünürken kendinden başka herkesi koruyucu korkuların adına pek alışkınsın susmaya. Belki de kendini öyle korumayı öğretmişlerdi sana. O zavallı aklın, kendini koruduğunu sanıyordu belki de…

Artık korkacak ne kaldı ki güvensizlikten başka?

 

Sineğin bacağına ip bağlayan oğlana   “Yapma n’olur!” diye  yerlerde tepinen kızı, el ele koşuşturmaları ve sonra artık gençliğe öykünen el ele Kızılay turlarını anımsıyorsan şimdi, susmalısın sanırım.

İlk öpüşmende, çatık kaşlarıyla, beyaza kesmiş gözleriyle “Kirletilmişlik”ini haykıran ana hayaletini, ağlayışını ve o şefkatle kucaklayıp, gür kızıl saçları okşayan  elleri anımsıyorsan heyecan ve hüzünle…“Sanırım” deme, sus.

Sus! Korkma artık!

 

Dağların dağların ardından, denizlerin denizlerin denizlerin ardından, yılların yılların ardından çıkagelen bir umut çağırıyor seni.

 

 Akla teslim olmamış, aklı dışlamamış  bir sevgi… Rastlamadığı ve  rastlamadığın bir güven umudu.

Apaçık, hesapsız kitapsız “Acaba?”lardan  uzak sözler…

Konuşulmadan konuşmalar…

Bakmadan  bakışmalar…

İzinsiz izinler…

Sınırsız sınırlar… Sınırlı sınırsızlıklar…

Sevinçlerde ve acılarda ikircimsiz buluşmalar…

Özgürlükte tutsaklık, tutsaklıkta özgürlük…

Kalan üç günlük ömürde, eksiklerde tamamlanmak…

 

Ey umut!

İşte böyleysen eğer, hoş geldin!

Şart koşmak gibi olmasın ama böyle gelirsen eğer, bil ki ırmaklar çağlayacak sana…

Yer, gök, deniz  elvan elvan bakacak bize!

Ağaçlar, çiçekler ve toprak bir başka kokacak.

Bulutlar bir başka türlü türlü top top olup dağılacak, kucaklaşacak, salım salım salınacak.

Kuşların şarkılarıyla dans edeceğiz. Sazlar ve otlar ise görülmemiş bir orkestra…

 

Ey umut hoş geldin!...

 Aşk’a  geldin, hoş geldin!...

 

22.11.2013

Vildan Sevil

 

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 102
: 882
Kayıt tarihi
: 07.06.11
 
 

1949 İstanbul doğumluyum. Emekli edebiyat öğretmeniyim. Çeşitli edebiyat sitelerinde, çeşitli kon..