Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Kasım '15

 
Kategori
Deneme
 

Aşka masal anlatmayı öğrettiğim adam

Aşka masal anlatmayı öğrettiğim adam
 

Gitmeyeceğinden emin olduğum halde giden insanlardı beni kendime küstüren. Bir gün aynayla barışmışken, ertesi gün aynadaki aksimde onların yüzlerini görüyordum. Gölgeleri gölgemin dostu olmuştu artık. Çoğul ekimin sis perdesiydi onlar; tekillerdi, teklerdi, bin insana bedeldi acıttıkları kalbimin enkaz yerleri… Adından soyadından nasıl emin olabiliyorsa insan; birinin gitmeyeceğine dair emin emanetini de taşıyabiliyordu kalbinde. Gitmezdi, bir kere gelmişse; bir daha asla gitmezdi.

Çok sevilmemiştim hiç, terk ettiğimde peşimden gelip yalvaran, kalbinin kapılarını sırf ben bir ümidi olsun gelirim diye kapatan biri de olmamıştı. Çok seven hep bendim. Bilmezdim vazgeçilmez olmayı.

Vazgeçilmezler bile benden vazgeçemez sanırdım; o derece kibirliydi bir yanım. Sonra, dumura uğradım. Birileri gönül tezgahımı çok fena dağıttı. Aşk veriyordum, sevgi veriyordum, emek veriyordum, fedakârca feda edebileceğim en iyi yanlarımı veriyordum; ilhamımı emanet ediyordum ki o benim için her şey demekti. Gülücüklerimi veriyordum, mutluluklarımı veriyordum, mutsuzluklarımı asla! Açtığım gönül tezgahımın bütün emanetlerini öylece hiçbir şey talep etmeden emanet ediyordum, bana geri vermesinler hiç mühim değildi, sadece emanetlerime iyi bakılsın istiyordum.

Gitmeyeceğinden ve giderek gittiğinden emin olduğum birileri bensiz çok mutlu yaşıyordu. Başkaları görüyorlardı o güzel dişlerini; başkalarına dokunurdu sesiyle, adımı anmadığı zamanlar ömrümden ömür verdiğim o günler gibi çoğalıyordu. Ben, onda unutulmak için vardım. Ben birinde, o çok sevdiğim kimsede unutulmuşlar listesinin en başında can bulmak için yaşıyordum. Bazı bazı gelirdi rüyalarıma; bir gün birinin kolunda, ertesi gün yine o birinin yatağında…

Onun bana verebileceği hiçbir şeyi yoktu herkese benzeyip, her şeyim olmaktan başka. Yıllar yılları kovalıyordu, körebe oynuyordu yıllar birbiriyle; bir bakıyordum yılların hep onsuzluğa dair söyleyecek bir şeyleri olabiliyordu bana; yıllar onsuzluğu fısıldıyordu hep kulaklarıma.

Giderek gidiyordu, aşkımdan, sevgimden, gözyaşlarımdan, kimsesizliğimden; tutuk dilimden kurtulur gibi gidiyordu. O, benim gözümde aşka masal anlatmayı öğrettiğim adamdı. Hem çoktu; kalabalıktı, kimsesizlikti, ıssızlıktı, yalnızlıktı, hem yoktu; hem hep benimle yaşayan, gölgesi gölgemden hiç ayrılmayandı. Adını kalbimde görüyorken başkalarının adını yazamamıştım kalbime. Böylece yıllar birbirini kovalıyordu. Erkek eli değmemişti ellerime;  dudaklarımın masalsı şerbetini içmesine izin verdiğim biri olmamıştı ömrümde. Tek o vardı bende; ellerine, gözlerine, kalbine ulaşamadığım adam…

Kasım, kasımlığını yapıp yine onun yokluğa karışacağı anların özlemini çekmeme fırsatın doğmayacağı o kalabalık aşk günlerimi anımsatıyordu yine; işte yine… Ben onu, kendimden kıskanarak sevmiştim.

Ne demekti bir başkasına nefesinin değmesi, ne demekti sesine bir başkasının sevmek döşemesi?

Her gün hayallerimde kendimi dövüyordum; onu bu kadar çok seviyorum diye…

İçinden çıkamadığım aşk çemberimin azılı katili oluyordum, düşüyordum gözlerinden, düşüyordum kalbinden, düşüyordum bedeninden; düşüyordum herkese benzeyen hiç kimseliğinden…

Hayatımda ilk kez ve tek ona, onu çok ama çok; kaldırımda oturduğunu görsem üşütmesinden korkup kaldırımlara sövecek kadar çok sevdiğimi söylemiştim. Temmuzuydu umutlarımın; nisanımın geliş şarkılarıydı; kasımımın kalp atışları ve gidişinin hiç bitmediği aralığıydı; yeni yıllarımın…

Gelmeyeceğinden emin olarak döküyordum kendimi kimsesizliğe; bir kediler ve bir de köpekler görüyordu bu gerçekte dökülüşlerimi… Köpekler önlerine atılan bir kemik sanıyorlardı beni, kırılıyordum. Kedilerin ise miyavlı sessiz çığlıkları oluyordum her gece ama her gece dinmeyen hasret yangınlarımla…

O bana, kendimi çok sevdiren tek adamdı. Aynada parıldayan bir yıldızdım o hayatımdayken. Sevmiyordu, o beni, benim onu sevdiğim gibi sevmiyordu ama işte bir “Nasılsın?” kelimesinin hatırlı tılsımı oluveriyordum ya; iyi oluyordum o beni sorarken. Şimdi nasıl olduğumu ben de bilmiyorum, hiç bilmiyorum. Gitmeseydi be keşke, varsın olsun; sevmeseydi yine…

Ona beni unutup gitmeler mi yakışıyordu? Kader herkese bir rol biçiyordu. Şimdi adımı bile fısıldamadığı gelin tövbeli kısmetsizliğiyim, ben doğarken ona doğdum sanıyordum.

Gitmezdi, giderse dönerdi, severdi; kahrolası umut sefilliğim beni hep gençlik oyunlarına getiriyordu. Artık biliyorum gitmelerin yakıştığı tek adamım oydu. Öyle bir gidişi vardı ki, tsunami oldu; depremde enkazın altında birileri kaldı, şarkıların en güzelinin nakaratı unutuldu; başarılı iş adamları iflas etti, öksüz çocuklar bir de yetimliği öğrendi sanmıştım; o öyle bir gidişti ki…

Hiçbir gidiş onunki kadar muhteşem değildi. Hâlâ kalbime dokunduğumda enkaz altında kaldığını hissediyorum sevdamın; işte yine kasım…

Gelişini öğreten adam, gidişiyle yıllar sonra bile olsa yakabiliyordu. Sigarasıydım, tütününde sabahlayanı, yangın yerinde edepli benzini; hiç görmediği gelin tövbeli yazgısıydım.

Ben onun gelini; ben onun sevdiği, ben onun kadını olamazdım. Aşk kurallarını tek tek anlatmıştı; ben onu severdim de beni sevmemek onun tek yazgısıydı…

Dilara AKSOY

http://www.twitter.com/yazarprensesi

 
Toplam blog
: 196
: 226
Kayıt tarihi
: 03.01.13
 
 

     1989 doğumlu, İstanbul Üniversitesi Felsefe mezunu. 10 yaşında şiir yazarak başladığı kalem ..