Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Kasım '17

 
Kategori
Siyaset
 

Askerî Vesayet

Demokratik açılım, Türkiye Büyük Millet Meclisinde dün görüşüldü. Meclis çatısından yansıyan görüntüler hakkında yorum yapmaya gerek yok. Demokratik bir konunun konuşulacağı bir salonda hiçte demokratik olmayan tavırlar sergilendi.

Türkiye hudutlarında 25 yıldır sürdürülen bir terörle mücadele gerçeği vardır. 1984 yılında fiilen başlayan PKK terör örgütünün baskın, katliam, bölge ve yöre halkının her türlü ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel haklarının sömürülerek, icra edilen terör eylemine malzeme ve gerekçe yapması, ülkenin 40.000 insanına ve milyarlarca dolar da milli servetine mâloldu.

Şimdi, anlaşıldığı kadarı ile PKK terör örgütünü tasfiye etmenin çabaları sergileniyor. Bu son Habur sınırkapısından giriş yapan terör örgütü militanlarının, toplumun huzurunu bozacak görüntü vermeleri, hükümetin başlattığı çözüm operasyonunun yavaşlamasına neden oldu.

Tabii, bu sürdürülen faaliyetlerin ne kadar faydalı olacağı da belli değil. Kamuoyunda tam bir mutabakat sağlanmış değil. Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi, sürdürülen demokratik çözüm çalışmasında, “muhalefet” kanadında kalmayı tercih ediyorlar.

Ki, bence, tavırları doğrudur.

***

Bilmem biliyor musunuz? Milliyet gazetesi internette yayın yaptığı süreçten itibaren, eski yayınlarını, yani arşivlerini okurlarının hizmetine açtı. Gerçekten de çok güzel bir çalışma yapılmış. Az çok biliriz; Türk insanının “balık” hafızalı olduğunu…

Şöyle, milliyet gazetesinin arşivlerinde gezinirken, 1997 döneminde bir ufuk turu yapma kararı kıldım. Hali ile o dönemler, Türk siyasi ve demokrasi hayatının önemli dönemleriydi. Kritik virajlar, en az hasarla atlatılmıştı. Türkiye’nin gündeminde, “irticai” tehlike, hemen hemen 80’li yıllardan beri var. 

Askerin, siyaset kurumu içinde etkin bir yer aldığı sürekli eleştirilen bir reelpolitiktir. Bu durum öyle ya da böyle yadsınamaz. Yani, devlet hiyerarşisinde hükümetin üstünde bir “askeri vesayet”, 80’den sonra sürekli olmuştur. Özellikle, iki tanımlama üzerinde durulmuştur; irticai faaliyetler ve laiklik ilkesi…

Askeri vesayet bağlamında, demokratik çağdaş bir ülkede, heran askerin darbe yapacağı korkusu, tedirginliğin hâsıl olması, vatandaşlar arasında yaratacağı huzursuzluk, güvensizlik, aşırı akımların ağına kapılma, toplumda zımnî olan kamplaşmanın giderek keskin ve kalın çizgilerle daha belirgin olması gibi, hem iç kamuoyunda hem de uluslararası kamuoyunda, Türkiye prestijini ve algılamasını nasıl etkileyeceğini satır satır anlatmaya gerek yoktur.

Ama, bu bağlamda asıl tehlikeli olan, sivil diktatörlüktür. Askeri diktatörlüğün en azından nerden nasıl geleceği belli iken, seçimle işbaşına gelmiş, çoğunluk desteğini sağlamış bir siyasal hareketin ya da bu siyasal hareketin liderinin, şahsi hırslarına yenilerek, demokratik cumhuriyet rejimini, kendi saltanatı hâline getirmesi, hatta bir lider, genel başkan, başbakan sultasını topluma, medyaya, sivil toplum kuruluşlarına dayatması, askeri vesayetten daha vahim sonuçlar doğuracaktır.

Bu minvalde, ne askeri rejimlerin, ne de sivillerin diktatörlüğüne dayalı bir düzenin savunalabileceği söylenebilir. Pek tabii ki, cumhuriyet bir devrimdir. Yeniden bir ulus inşa etme sürecidir. Bir milleti, tebaa olmaktan, kul olmaktan çıkarıp, medeni bir vatandaş hüviyetine sokmuştur.

Hiç şüphe yoktur ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, laik, demokratik, sosyal hukuk devletidir. Bu su götürmez bir gerçektir.

Ama, toplum indinde yaratılan cumhuriyet rejimi tehlikede algısının, yarattığı sorunun çözümü, illegal yollara sapmak değildir. Yani, anayasadan hiçbir referans ve dayanak almayan hareket, rejimin teminatında ve bekasında meşruiyet olarak gösterilemez.

***

Neyse, 1997 yılına geri dönelim. Bilmeyenler için bir hatırlatma yapalım. O zaman, iktidarda bir koalisyon hükümeti vardı. Bu ortaklardan biri, Refah Partisi, diğeri, Doğru Yol Partisi idi. Hükümet REFAH-YOL çatısı altında teşekkül etmişti.

Ankara-Sincan’da Kurtuluş Programı çerçevesinde düzenlenen etkinliklerde, birtakım dini unsur ve konuşmaların önplana çıkması, medyada ve kamuoyunda büyük bir infial yaratmıştı.

Ve bu olay üzerine, 4 Şubat günü, Sincan’ın içinden tanklar geçirildi. Yani, asker büyük bir katılımlı gövde gösterisini, sivil halkın içinde Sincan’da, tankları, paletli askeri araçları, geçirerek yaptı.

Pek tabii, bu da kamuoyunda büyük bir ilgi çekti. Herkes, kendi meşrebinden yapılan hareketi, yorumlama yoluna gitti. Dönemin gazetelerine bakılabilir. Aslında, bunun için zahmet etmeye gerek yok. Dediğim gibi, milliyet arşivi bir hazine…

Başbakan Erbakan’ın Başbakanlık konutunda, tarikat ve dergâh önde gelenlerine iftar yemeği vermesi bardağı taşıran son radde oldu.

Dönemin Genelkurmay II. Başkanı Org. Çevik Bir’in konuşması ise toplumu çok farklı yönlere gark etti.

Çevik paşa, Sincan’da caddeden tankların geçmesi üzerine sorulan bir soruya; Demokrasiye balans ayarı yaptık. Demokrasinin ve laikliğin teminatıyız.”[1]cevabını verebilmiştir.

***

Tabii bir de bizim siyasetçilerimizin neler dediklerine bakmak gerekir[2] :

Alparslan Türkeş (MHP Lideri):“Gayet güzel bir demeç vermiş. Türk Silahlı Kuvvetleri, cumhuriyetin ve Atatürkçülüğün her zaman bekçisi olmuştur, o kutsal görevi devam ettirecektir.”

Haydar Oymak (CHP Genel Sekreter Yardımcısı):“Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ilkesine tüm kurumların sahip çıkması gerekir. Bir de Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli kurumlarından birinin mensubu. O nedenle, yaklaşımı, çok doğal, çok normal bir yaklaşımdır. Bir'in yaklaşımını siyasi tartışmaların içinde değerlendirmemek gerekir. Muhtıra anlayışı olarak değerlendirilemez, bize göre Anayasa'ya sahip çıkma.”

Celal Güzel (YDP Lideri):“Bir, Anayasal suç işledi. Görevden alınmalı ve bağımsız Türk yargısı önünde hesap vermeli. Bir, ABD'ye hesap verme toplantısında `Demokraside balans ayarı yaptık' diyor. Bütün bunlar Anayasa ihlalidir. Bir memur, devlet, TBMM adına konuşma yapamaz, konuşması sadece kendini bağlar.”

Mehmet Gölhan (DYP Genel Başkan Yardımcısı):“Bir, yasalar çerçevesinde Türk Silahları Kuvvetleri'ne verilen görevleri dile getirmiştir. Türkiye'de her zaman Silahlı Kuvvetlerimiz rejimin, cumhuriyetin, Atatürk ilke ve inkılâplarının koruyucusu bekçisidir. Bir'in konuşmaları da bu çerçeve içerisinde olmuştur.”

Ali Kemal Başaran (ANAP Genel Başkan Yardımcısı):“Bir, ülkenin birlik ve bütünlüğüne bağlı değerli bir komutandır.”

 

Bu bağlamda, Türk Silâhlı Kuvvetleri ile İslami kesimin hassasiyetlerini taşıyan siyasi partilerin gerginliği, 28 Şubattan beri devam etmektedir.

Ha, AK Parti, gerçekten de toplumda zuhur eden “laikliğe” karşı eylemlerin odağı oldukları inancını kırmaya uğraşıyor mu?

HAYIR.

Ama, bu başka konudur; laikliğin ve demokrasinin silahla korunması, ayrı bir konudur.



[1] Milliyet, 24.02.1997

[2] Milliyet, 24.02.1997

NOT: YİNE eski bir makale... 2009 yılında yayımladığım bir yazı... Bu aralar yeni bir makale yazamıyorum.

 

 
Toplam blog
: 706
: 83
Kayıt tarihi
: 18.05.16
 
 

Ben, Uludağ Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü mezunuyum. Şuan için öze..