Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ocak '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Aşkı Giyinen Adam

Aşkı Giyinen Adam
 


Okuyamadığınız, okumayı bir türlü başaramadığınız bir kitaptan; inanılmaz derecede etkilendiğiniz oldu mu hiç? Biliyorum biraz anlamsız gibi geliyor bu soru ama ben bizzat yaşadım bu duyguyu geçenlerde.


Kitabı eşim satın almıştı okuruz diye. Roman ve öykü yazarı Nazlı Eray ‘ın “Aşkı Giyinen Adam”* adlı romanı. Kitap üstelik ödüllü bir eser. 2002 Yılı <ı>Yunus Nadi Roman Ödülü ile payelendirilmiş.


Çok zorladım kendimi. Sekseninci sayfalara kadar da okumaya devam ettim ama bir türlü romanın kurgusu içine giremedim ve bıraktım okumayı. En son ne zaman bir kitabı okuyamadan bıraktığımı hatırlamıyorum. Sanıyorum bir Ursula K. Le Guin eseriydi ve yıllar önceydi.


Aslında “Aşkı Giyinen Adam” müthiş iki sürprizle bana “merhaba” dedi. Tabiri caizse can evimden vurdu. Ama bu yürek darbelerinin arkası gelmedi ayrı konu.


Sevgili Sabiha Rana ‘nın, geçtiğimiz günlerde yayınlamış olduğu, kendisine verdiğim röportajda, her biri diğerinden anlamlı ve hoş sorularından birine bir cevapla karşılık vermiştim. Ve ailemin sıcaklığını, ana kucağı ve baba ocağı his ve özlemlerimi; öğrencilik yıllarımın, soğuk ve karlı Ankara akşamlarında, o çok sevdiğim Bahçeli ve Emek sokaklarının, solgun sarı ışıkları perdelerinden sızan evleriyle özdeşleştirdiğimden bahsetmiştim.


Hatta Sevgili Aydın Tiryaki de, yaptığı yorumda, düştüğüm bu nottan etkilendiğini belirtmiş ve bu yıllanmış duygularıma ortak olmuştu.


İşte “Aşkı Giyinen Adam” ın, ilk sayfasındaki, o ilk paragrafı. Aynen ve hiç değiştirmeden:


“<ı>Dürnev Abla’nın evinin penceresinden dışarıya sızan ölü ışık, beni gücüne karşı koyamadığım dev bir mıknatıs gibi kendine çekiyordu. Işığı görmüştüm, istesem de geri dönemezdim artık. Yokuşu koşar adım çıkıp yeni gübrelenmiş bahçeden geçerek salon penceresinden içeriye baktım. Tepedeki kristal avizenin bazı ampulleri söndürülmüştü, ateşe doğru uçan bir pervane gibi ellerimi cama dayamış öylece içeriye bakıyordum.


Merak edenler için söylemeliyim ki romanda adı geçen ev de, yine Ankara ‘nın, bana göre tılsımlı köşelerinden biri, Mesnevi Sokak ‘taki bir apartman dairesidir.


Varan bir.


Okumayı bir türlü başaramadığım bu romanın, ben de açtığı bir diğer yürek izi ise kitap kapağında saklıydı. Daha da doğrusu kapak fotoğrafında:


Siyah beyaz bir fotoğraf. Alt ve üst kısımları da aynı fotoğrafın flu baskıları ile düzenlenmiş. 1960 ‘lı yılların, dünya çapında efsane olmuş iki ismi yan yana duruyor. Bir aşk ve sevgi görüntüsü bu. Menekşe gözleri, nazenin tebessümü ve siyah saçlarından geniş alnına düşürdüğü o çok meşhur buklesi ile Elizabeth Taylor, uzaklarda bir yerlere bakıyor sevgiyle.


Hemen yanında duran ve gözlerini Liz ‘den ayırmayan diğer sevdalı yürek ise Eddie Fisher ‘e ait. Siyah smokin ve beyaz gömleğinin sadece yaka kısımları ile siyah papyonu görünüyor. Sanki, o yıllarda on binlerce gönüle girmiş o kadife sesi duyuluyor fotoğrafın içinden.


Birbirlerine karşı duydukları çok tutkulu bir aşkla ve aynı yıllarda yaşamış olan Büyükbabam ve Anneannemin, hala müstakil evlerinin salonlarında asılı duran, eski tahta çerçeveli, siyah-beyaz bir fotoğrafları vardır. Kompozisyon aynıdır, birbirlerine tıpatıp benzemektedirler ve bütün resimlerinde olduğu gibi o büyük, duvara asılı fotoğrafta da yine Anneannem objektife, Büyükbabam ise Eddie Fisher bakışlarıyla, ölene dek “Eşim” diye seslendiği Anneanneme bakmaktadır.


Belki inanılır gibi değil ama arka fonda bir perde görünmekte, Liz ile Eddie ‘nin ardında. Bu perdenin deseni bile aynı ya da inanılmaz derecede benzer.


Varan iki...


Şu anda benden tam yedi yüz kilometre uzakta olmasa idi, bu çerçeveli fotoğrafın resmini çekip burada yayınlayacaktım. Ama yine yapacağım, ona ulaştığım zaman.


İşte bu duygu ve düşüncelerle bıraktım okumayı, tam sekseninci sayfada, Nazlı Eray romanını. Ama kitap hala masamın üzerinde. Nadide bir yağlı boya tabloya bakar gibi, bir Picasso 'yu içmeye çalışırcasına hayranlıkla, durup durup anneannemlere bakıyorum. Ve o ilk paragrafı okuyorum mütemadiyen...


“...<ı>penceresinden dışarıya sızan ölü ışık, beni gücüne karşı koyamadığım dev bir mıknatıs gibi kendine çekiyordu. Işığı görmüştüm, istesem de geri dönemezdim artık. Yokuşu koşar adım çıkıp yeni gübrelenmiş bahçeden geçerek salon penceresinden içeriye baktım. Tepedeki kristal avizenin bazı ampulleri söndürülmüştü, ateşe doğru uçan bir pervane gibi ellerimi cama dayamış...”


*Aşkı Giyinen Adam, Nazlı Eray, Can Yayınları, 4.Basım, 2002.


@Geçen sene bugün “Teneşir Cumhuriyeti -19-“: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=20966


@Geçen sene bugün “İtina İle Ateş Ölçülür”: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=20972

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..