Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ocak '12

 
Kategori
İlişkiler
 

Aşkın, Sevginin, Tutkunun, Özlemin, Şehvetin, Günahın Ayin Duası

Aşkın, Sevginin, Tutkunun, Özlemin, Şehvetin, Günahın Ayin Duası
 

Bu resmi de eklerdim, "Mutluluğun resmi" çizilmiş diye...


 Yaşam sıradanlaşmaya görsün bir kere,
Yaşamı sıradanlaşanın, yaşamında sıradanlaşmayan kalmaz.
İlk sıradanlaşan yaşam sevinci olur.
Bunu umutlar, beklentiler, sevinçler, sevgiler izler.
Bundan böyle sıradanlaşan yaşamın içinde yaşananlar
Sadece umutsuzluk, boşvermişlik, ilgisizlik, duyarsızlık olur.

“… o dizeler artık zihinlere düşmemeye başladığında.
Belki şarkılar kudretini yitirdiğinde.
Getirilmeyen bir hırkada, örtülmeyen bir battaniyede.
Açılmayan bir araba kapısında, tutulmayan bir paltoda.
Biraz da kavuşmalar ve vedalardaki ölü sarılmalarda.
Soyunurken, giyinirken birbirinden gizlenildi sanılan o kaçamak bakışlarda.
İlklerin anlamını yitirip, ruhsuz yıldönümleri kutlamalara son verildiğinde…”

İnsan çok şeylerini bir daha geri gelmemek üzere kaybettiğini düşünmeye başlar.
Yaşamına anlam katan tüm güzelliklerin birer birer kaybolmasının hüznüne bürünür..
Bu yok oluştan geriye kalansa; ruhsuz, içeriksiz eşyalaşmış mekanik ilişkilerdir.
Ancak can sağ oldukça günlük yaşama devam da edilir,
Yine üste başa çeki düzen verilmeye çalışılır,
Yine yakınlarla ilişkliler sürdürülmeye çalışılır,
Hem de, bir şeylerin eksilmekte olduğunu yaşaya yaşaya.
İnsanın içindeki boşluk giderek büyür ve bazı şeyler anlamsızlaşarak değişmeye başlar...
Öyle ki bir zaman tat verenler, tat vermez,
Özlenenler özlenmez, beklenenler beklenmez olur....

 Artık yaşanmakta olan, giderek artan umutsuzluğa eşlik eden endişesidir.
“Acaba bu gidişin dönüşü olacak mı..”  denir de
“… bu hep böyle mi olacak..” sorusuna cevap bulamamanın çaresizliği yaşanır.

Yine yemekler pişirilir, yine sofralar kurulur ama
Ne tencereye sevgi katılır ne yenilenin tadı fark edilir..
Giderek artan bu sıradanlık içinde,
Yaşanan tek düzelikten kurtaracak her şeye açık hale gelir insan…
Gerçekte dış alemdeyse “…yine binalar yapılmakta, yine insanlar bir yerlere koşturmaktadır..”
Yine, yeni başlangıçların coşkusuyla mutluluklar yaşanırken
Ya ben… ben neyim… ne olacağım.. boşluğu sarar tüm duyguları...

Gerçekte sıradanlaşmış da olsa, deli dolu bir nehir gibi akar yaşam.
İnsan bu akıntının çaresiz yolcusudur, hem de daha doğduğundan beri.
Kaderi azgın suyun insafındadır..
Ya derine gömer nefesini keser,
Ya taştan taşa vurur içini ezer…

İnsan kaybettiklerini, kaybetmekte olduğu yaşam sevincini özler…
Ve yaşamın sıradanlığı içinde kaybolmamaya direnir.
Tutunmak ister dere kenarına sarkan dallara..
Tutunmak ve kendini yokluğa sürükleyen akıntıdan çekip çıkarmak,
Kendine gelmek,  tekrar umutlu, tekrar mutlu olmak ister…

Kimi zaman bir şarkı olur..
 “.. hani bir yağmur yağar ya birden…” der, yaşanmış günlerin nostaljisiyle...
Kimi zaman Hayyam olur;
“… bu sel yatağına ev mi dayanır…
bu rüzgârlı yerde mum mu yanar…
” der, imkansızlığını haykırır…

Zaman çok şeyler verir de vermesine, çok şeyler de alır. 
Verdikleri hüznü artırır da
Aldıklarıyla “..dönülmez akşamın ufkundaymış..” hissini yaşatır... 

“Hâlbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur.
Ne varsa harap bir kalpte var!
Sen sen ol, kelimelere fazla takılma.
Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir.
Aşık dilsiz olur”
der Tebrizi,
Hüsrana uğramış olsa da sevgi dolu bir kalbin yüceliğini teselli ederken.

Vakit geç olsa da, bir ateş yanar bir yerlerde.
Zamanın külüdür üzerindeki, sıcağını emen sinsi sinsi.
Tamam dersin artık, buraya kadarmış, vakit çok geç…
Sevinçler, umutlar, coşkular, heyecanlar, o zamanmış,
Çok sular akıttı zaman, yaşamımın üzerinden dersin gizli gizli,
İnandırmak, kabullendirmek, sakinleştirmek için kendini...

Ve küçük bir rüzgar...
İlk savrulan külleri olur, küllendiğini sandığın ateşin üzerinden...
Seni, bilinmezliğin boşluğuna sürükleyen nehrin akıntısından kurtaracağını,
İçindeki boşluğu dolduracağını sanmanın mutluluğuyla,
Gülümsersin,  işte ben buyum dersin, uzatırken ellerini hayata…
Unutursun, zamanın senden çaldıklarını..
Unutursun geride bıraktıklarını,
Unutursun kaybettiklerini...

Yeni bir başlangıcın heyecanı sarar tüm bedeni…
İnsan aklına ipotek mi konulur… 
Hangi kuş, gümrükten geçmek zorundadır, sınır aşmak için. ..
Hangi nehir, izin ister, denize karışmak için…
Hangi rüzgâra pranga vurulur, esmemesi için,
Hangi denize söz geçer, dalgalanmaması için...

Aşkın cennetinde sınırlar da yokmuş, yasaklarda…
Ancak, sevenler, sevilenler, sevgiye susayanlar kabul edilirmiş oraya...

Sadece tutku ikram edilirmiş bu cennete girene…
Ne doyulurmuş, ne de bıkılırmış orada..
Üstelik şafağın, sökme tehlikesi de yokmuş,
Çalmak için ay gibi sevgiliyi... yıl gibi geceden…
Sonsuz bir rüya imiş yaşanan,
Hem de hiç uyadırılmadan...

” Onlar birbirlerine görünür, birbirine kokarlardı.”.
“Ne ihanetlerine, ne de sadâkatlerine bulunmazdı bir kanıt…”


Tanınmamak, bilinmemek, görünmemek olmuştu yabancı ellerdeki sığınakları,
Bilinmemenin masuniyetine sığınarak işlediler tüm günahlarını… 
Sadece yaşayamadıklarını yaşamaya çalışmaktı yaptıkları..
Sevgi pazarına tezgah açmışlardı, sevgi alıp sevgi satmaktı işleri...
İki kişilik dünyalarında...

Ve “..hafif meşrep bir melek, sofu şeytanın koynuna girdiğinde…
İlk ve son ibadetleri olurlar birbirlerinin…
Yasakçı mezhebin cehenneminden kovulduklarında…”

Ama gerçekteyse, zamanın yaşam öğüten değirmeninde ,
Koruk, üzüm olur da, üzüm koruk olmazdı..
Buğdaylar, un olur da , un, buğday olmazdı,
Akan sular, değirmeni asla tersine döndürmezdi...

Meğer insan öğütülürmüş bu değirmende,
Hasretler, tutkular, keşkeler, pimanlıklar mayalamak için...

Her insanın yaşamında vardır “daha yaşanmamış aşklar”.
Ve her insan bir romandır…
Yazılabilse.. okunabilse, yaşayabilse, anlaşılabilse…
Değiştirmez bu gerçeği,
Ne yazılmamış olması ne de okunmamış olması.
İnsan bu...
Gönül neler istemez, neler ummaz, neler hayal emez ki... 

“…Tutkularıyla düşünce suçlusuydular birbirlerinin;
Firar ettikleri her gece, yaka paça yakalanıp
Ütüsü bozulmamış işlemeli saten yataklarda geçiyorlardı işkenceden.
Hafifmeşrep meleğin sofu şeytanın koynuna girdiği,
Çanak çömleklerin sinsice çatladığı bir mezhebin cehenneminden kovuldular.
Belki de, hırsızın vicdanındanTanrının nefsine tünel kazan
İki yaramaz kurttular elmanın içinde...”

Kovulmayı hak etmek için, kurmaya çalıştıkları cennetlerinden…

İlk yakalanmanın ne zaman olacağı korkusuydu hep yaşadıkları
“…gecelerce özlem orcuna yatan ruhlarıyla…”
Birbirlerine; 
Uyuma bir gececik... 
Bu gece ayrılık olmasın.
Son gecede olsa, uyku girmesin göze,
Ayrılık kapıyı çalmasın bir gececik
Bir gece de yeter, bir ömre
” derken…

“… bedenlerini, devre mülk gibi kullanırken aşk…”
“... bir insanın yaşayabileceği en büyük hükümdü, hasretleri..”

“…erken inen akşamla, kök sarmaşıklar gibi sarıldıklarında birbirlerine…
tutkularının ilk hüznü yaşanır o yaz..,”

“…ve Tanrıya inat, ölümsüzlüğüydüler birbirlerinin...
Ancak, kendileri öldürebilirlerdi birbirlerini…”
bu kaçamak tutkunun sonunda.

Gerçekte hiç kimse kendisi değildir ki…
Biraz biz, biraz toplum, biraz çevre, biraz  kurallar, biraz koşullar,
Biraz da ilişkilerimizdir, bizi biz yapan…

Dere, istediği kadar coşkun nehirler gibi bendini aşıp taşmak istesin ovalara,
Önüne bir set çekerler de deliliğine dizgin vururlar uslandırmak için...
Ara sıra fırsat kollasa da küçük taşkınlıklar, kaçamaklar yapmaya,
Hapisanesi havuzu olur uslu uslu durulması için..

“… gizli kavuşmaları, tutkunun ayini olur biribirlerine sarıldıklarında..
o inanılmaz kavuşma anına kilitlenen ruhların, fırtına öncesi dingin bekleyişi içinde…”
"... sevgi tapınaklarının, bütün günahlarını alacak kadar büyük olmasını umarak…”

“… bir hücrede müebbede mahkûm olsa bile, her gün binlerce muamma,
Binlerce özlem yaratacak kadar seviyordum onu…”
diye düşündü.
“… İki kişiyi severek hayatını sürdürebilirsin, iki kişiyle yatarak da.

Oysa, aşkın biri bitmeden diğeri asla gelmez, gelemez…”
dedi bir gün adam.
“İşte bu yüzden, aşkı bilen kadın, hazzı affeder; aşkı affetmez” dedi kadın...

“…birbirimizi güldürmek.
Ara ara saklanmak.
Birlikte çapkınlık yapmak.
Her aşkın kendine özgü doğasınca kıvama geldiği dengede
Birbirini mala dönüştürmeden sahiplenmeyi başarabilmek…”
*****

Eeee yeter artık… 
Hadi alın da okuyun; aşkın, sevginin, tutkunun, özlemin, şehvetin, günahın ayin duasını,
“Aşkın Haçsız Seferinde”…
İnanın, sizin için yazılmış.
Siz varsınız içinde... sizi anlatıyor size...

Not: Bloga müzik ekleme şansım olsaydı
“Requiem For A Dream”i eklerdim:
Huzursuz ruhlara mahşerin karmaşasını, rüzgarların çılgınlığını, dağların sukünetini,
denizlerin fırtınasını, enginlerin dinginliğini yaşatsın diye.
http://www.youtube.com/watch?v=KEOolYYe60k&feature=related
Ya da
Savina Yannotou’dan; “To Yasemi” (The Jasmine) i eklerdim: Mahsun kalpleri, hülyalı, hüzünlü duyguların doruklarında dolaştırsın diye.
http://www.youtube.com/watch?v=uMue4FfYTuA

ya da
Sol Raye'den "If we were free" yi eklerdim, Sevginin, tutkunun, keşkelerin, mutluluk hayallerinin çığlığı olsun diye..
http://www.youtube.com/watch?v=YTci_MC67AI  eklerdim

 

 
Toplam blog
: 193
: 1045
Kayıt tarihi
: 01.08.07
 
 

Bilecik doğumluyum. Emekli Eğitimciyim. Ankara'da ve yazları Kuşadası'nda yaşıyorum Günlük uğraşl..