Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Mart '07

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Aşkın aynası ve Menderes' in gizli aşkı

Aşkın aynası ve Menderes' in gizli aşkı
 

Bir parçamızı kaybetmiş bir yaralı gibi arıyorduk aşkı...

Aşk demek, o sonsuz aynaya bakarak, kendi ihtişamımızı doya doya seyretmek demekti.

Bu yüzden hep onu arıyor, nerede ve ne zaman olursa olsun, onu çağırıyorduk kollarımıza... “ Dileğimiz ” gerçekleştiği zaman dudaklarımızı dudaklarıyla birleştirip, eksikliğin verdiği hüznü, “ tek olmanın ” getirdiği coşkuya çevirebilmek için!...

Can Dündar’ ın bir yazısına göre, Adnan Menderes de, Başbakan olduktan kısa bir süre sonra tanışmıştı aşkla... Aşkın adı Ayhan Aydan’ dı...

''Tanışma yeri, Ankara’nın 1950’lerdeki sayfiye yeri Çubuk Barajı’ydı.
Barajda Ayhan Aydan’ın akrabası olan Ziraat Bankası Genel Müdürü Mithat Dülge bir davet veriyordu. Başkent’in göz alıcı lirik sopranosu Ayhan Aydan da operadan arkadaşlarıyla oradaydı... Hastalıktan yeni kalkmış, biraz da gönülsüz gelmişti. Eğlenceli masa kahkahalarla çınlarken davete Başbakan Menderes geldi. Genel Müdür, Başbakan’ı karşılarken Ayhan Aydan’ın ‘Mithat amca!’ seslenişiyle operacıların masaya yöneldiler.

Herkes ayağa kalktı.

Başbakan masaya davet edildi.

Menderes daveti kabul etti ama baş köşeye değil, gözüne ilişen güzel sopranonun sandalyesine talip oldu.

Aydan bu ilgiyi görünce ‘Koltuğumda gözünüz var galiba’ diye espri yaptı.

Bir süre sonra Aydan’ın ev telefonu çaldı. Telefonu evde bulunan arkadaşı Şadan Candar açtı.

Tanıdık bir ses Ayhan Hanım’ı istedi.

‘Kim arıyor’ diye sordu Candar...

Telefondaki erkek, adını vermek istemedi.

Aydan, telefona gelince, meçhul arayıcının Başbakan olduğunu anladı.

Hayranlık cümlelerinden sonra Menderes, bir süre şehir dışında olacağını, dönüşte aramak istediğini söyledi.

‘Yine bu numara geçerli olacak mı?’ diye sordu.

Bu, kibarca, ‘Boşanacak mısınız?’ demekti. Çünkü Aydan, 6 yıldır orkestra şefi Hasan Ferit Alnar’la evliydi. Ancak tedavi gören eşinden ayrılmak üzereydi. Başbakan’a durumu izah eden şu cümleyi söyledi:

‘Evet, bu numara her zaman geçerli olacak.’

Artık 5 yıl boyunca Başbakan onu Sıhhiye, Sağlık Sokak adresindeki bu numaradan arayacaktı.”

Can Dündar’ın anlatısından da ortaya aşkın mucizeleri ortaya çıkıyor, bir kez daha... Çünkü bu ikili tanıştıklarında Adnan Menderes 50 yaşındadır, Ayhan Adnan ise 25...

Başbakan 20 yıldır evlidir, Aydan Hanım ise 6...

Menderes’in 3 oğlu vardır, Aydan Hanım’ın 1...

İkisi de bunun “imkânsız bir ilişki” olduğunun farkındadır. Ancak hayat yine yapacağını yapmış, iki yabancıyı bir araya getirmiştir...

Başbakan, tanıştıkları haftadan itibaren Sağlık Sokak’taki eve haftanın 2-3 günü çiçek göndermeye başlar.

Aşkın o cesaret veren gücü, bu aşkta da görülür. Başbakan, evi ilk ziyaretine “2” plakalı siyah makam arabasıyla gider ve görüşmeden sonra, adeta dedikodulara meydan okurcasına Aydan Hanım’la sokağa çıkıp uzunca bir yürüyüş yapar... Cesaret, Adnan Menderes evli bir erkek ve bir başbakan olarak bu kadar cesur davranabilmesindedir...

Başbakan, çiçeklerin ne zaman solacağını takip ettirir, hemen tazelerini göndertir. Asıl önemlisi, bu gelenek, ayrılmalarından sonra da sürecektir. Ta ki Başbakan Yassıada’ya düşüp çiçek gönderemez hale gelinceye kadar...

Bence bir aşk, hayatın ve ölümün ışığında aynı parlaklıkla parlar!...

Dr. Mükerrem Sarol, Menderes’in sadece bakanı değil, en yakın arkadaşlarından biridir.

Can Dündar, Bülent Çaplı ile birlikte 1990’da “Demirkırat” belgeselini hazırlarken kendisiyle günler süren bir söyleşi yapmıştır. Orada Ayhan Aydan meselesi de açılmıştır. Ve Sarol, Menderes’in bu aşkta ne bulduğunu en samimi ifadelerle anlatmıştır:

”Adnan Bey çocukken Çine Çayı'nın kenarındaki salkım söğütlerin altına oturur, ağacın çaya sarkan dallarını, hayallerindeki Sarı Ayşe'nin saçlarına benzetirmiş.

Hepimizin gençliğinde romantik bir dönem olmuştur. Ama Adnan Bey 17 yaşında harbe gitmiş, kolejde talebeyken de hiç flört yaşamamıştı. Belki de bu yüzden her türlü imkânın önüne serildiği ileri yaşlarında, ilk gençliğe yaraşan hareketlerde bulunurdu. Tabii bu, onda 40 yaşından sonra futbol oynamak gibi bir tesir yapardı.

Ayhan Hanım’ı hakikaten derin bir aşkla seviyordu. Onda Sarı Ayşe’yi bulmuştu. Bu ilişkide nezahet vardı, hürriyet vardı, sevgi vardı. Seksle, menfaatle, eğlenceyle açıklanamayacak duygular vardı.

Adnan Bey, Ayhan Hanım’la gerçek bir romans yaşamıştır. Birçok kez evine birlikte gitmişizdir. Adnan Bey ona yorgun argın gelir, yüzünü yıkatır, rahat nefes aldırır, bir kadeh rakı verir. Adnan Bey orada, huzur dolu bir sevginin atmosferinde dinlenir. Bu derece ulviyet vardır orada...”

İşte orada aşk vardır ve iki kişiyi elinden tutarak tekrar ve tekrar aşka vardırır... Çünkü bir karşılaşma ânı, yalnızca bir karşılaşma değildir. Bundan çok daha fazlasıdır...

Aşk yaratır, aşk içinde taşıdığı o gizil güçlerle yarattırır... Öyle yarattırır ki, aşılamayacak bütün engelleri aşar, delinemeyecek bütün dağları sadece Şirin için delen Ferhat gibi deler, herkesi hayran bıraktıracak Shakespare’in soneleri gibi şiirler döktürebilirsiniz...

Çünkü aşk verir, hesapsızca ve düşünmeden... Paylaşmak adına... Verdiklerinin başında azametli ama kibirlenmeyen bir güç, Eros’u ve muse’leri kıskandıracak bir ilham vardır... Bu nehir, geçtiği bütün deltalardaki zenginlikleri içine alacak, onları da sularına katarak zenginleşecek, ve mutlaka denize kavuşan bir nehir olacaktır...

Aşk sorar, en zor konuları sorgular bazen... Tıpkı Aydan Hanım’da olduğu gibi... Şimdi 82 yaşındaki olan Ayhan Aydan, Menderes’in resmini hâlâ başucunda saklar. O yıllarda, Ayhan Aydan çocuk istiyordur, hem de delice... 1952 ve 1953’te iki kez Başbakan’dan hamile kalmış, iki hamilelik de düşükle sonuçlanmıştır. İkisinde de Aydan Hanım’a, Başbakan’ın yakın dostu, bakanı, jinekolog Dr. Mükerrem Sarol müdahale etmiştir. 1954 kışında yeniden hamile kalır. Bu kez mutlaka doğurmak istiyordur Yakın bir arkadaşının deyimiyle “En büyük hatası bu olur”... Başbakan durumdan haberdar olduğunda çok geçtir. Cenin, artık alınamayacak kadar büyümüş, herhangi bir müdahale hayati tehlikeye neden olabilecektir. Menderes çaresiz “Doğur o zaman” der...

Aydan, evine ve yalnızlığına çekilir... Hamile halini sevgilisi görsün istemez. O günden sonra sadece, karnındaki “Dünyam” adını verdiği bebekle ilgilenir. Başbakanın aşkıyla dünyası değişen kadının karnında, şimdi “yeni bir dünya” büyümektedir... O dönem görüşmeyi keserler. Ama Başbakan, o ara İstanbul’da kendisine yeni bir sevgili bulur. Yeni sevgili, İstanbul Emniyet Müdürü’nün eşi Suzan Sözen’dir...

Aydan Hanım bebeği İsviçre’de doğurmak istese de, Menderes, telefonda “Hayır, burada kal” der. Daha anne karnındayken “dünyam” diye sevilen bebek, 18 Haziran akşamı, 8 aylıkken gelir. Sancılar başladığında Aydan evde arkadaşlarıyla bezik oynuyordur. Hemen doktor çağırırlar. Evdekiler el ve ayaklarından tutar, Dr. Alaattin Orhon, müdahaleyi yapar. Ancak bebek ters pozisyondadır. Müdahale sırasında kolu kırılır. Boynuna ve ayaklarına kordonlar dolanmıştır... Bebek yaşadığı acılara daha fazla dayanamaz ve 9 saat sonra ölür... Sabaha karşı 3’te Aydan’ın “dünya”sı kararır... Sevdiği adamdan sonra, ondan olma bebeğini de kaybetmiştir...

İstanbul’da olan Menderes’i aralar... 19 Haziran 1955 sabahı Zeynep Kamil’in Başhekimi Dr. Fahri Atabey gelir. Başbakan’ın şoförü Hayri’yle birlikte bebeği alır, makam arabasına koyarlar. Cebeci Asri Mezarlığı’na götürdüler.Dünya, ölüm kütüğüne “Fevzi oğlu Ahmet Aydan” olarak kaydedilir... Doğduğu gün gibi, öldüğü gün de aynıdır: 19 Haziran 1955...

Can Dündar’ın anlattığına göre, Ayhan Aydan, Menderes’in ve bebeğinin ardından 1957’de de büyükannesini kaybedince 6 aylığına Hamburg’a gider... Gitmeden Menderes’e bir mektup yazıp, bu ayrılık günü için “Belki geç bile oldu” der... Ve bir daha hiç baş başa görüşemezler...

Baş başa görüşmezlerse de, hep telefonlaşırlar. Son telefonlaşma, 27 Mayıs sabahı ihtilal haberiyle uyanan Aydan’dan Menderes’e olur... Başbakan Eskişehir’dedir. Endişeli bir ses tonuyla, “Yarım saate kadar çıkıyoruz” der.

27 Mayıs yönetimi devrik Başbakan’ı Yassıada'ya hapsettikten sonra peş peşe siyasi davalar açar. Ancak kamuoyu önünde, itibarını yok edecek bir davaya ihtiyaç vardır. Bunun için de Ayhan Aydan akla gelir...

Askerler önce Menderes’i, kendi kitlesini oluşturan kişilerin gözünden düşürmek için “zina” davası açmayı düşünürler. İstanbul Müftüsü’nden bu konuda fetva isterler. Müftü Ömer Nasuhi Bilmen, “Zina en büyük günahtır. Cezası, recmdir” (“taşlanarak öldürülmektir”) fetvasını verir... Ancak bir şey unutulmuştur: Zina suçlaması için eşi Berin Menderes’in şikâyetçi olması gerekiyordur. Ancak ortada böyle bir şikâyet yoktur!...

Bu kez de Ayhan Aydan’ın ölen bebeğini gündeme getirirler. Gayri meşru doğan bu çocuğun doğum sırasında eceliyle ölmediği, Menderes’in azmettirmesiyle Dr. Fahri Atabey tarafından öldürüldüğü iddiasını ortaya atılır... Hukukçulardan oluşan Yüksek Soruşturma Genel Kurulu 5 yıl önce ölmüş bir bebeğin ölüm nedenini ispatlamanın tıbben imkânsız olduğunu söyleyerek dava açılmasına oybirliğiyle karşı çıkar... Ancak Milli Birlik Komitesi zorlayınca, meşhur “Bebek Davası” açılır...

Davada Menderes ve Dr. Atabey hakkında 5-10 yıl hapis cezası istenir. Kanıt bulmak için 5 yıl önce ölen bebeğin mezarı açılır, kemikleri çıkarıp muayene ederler... Duruşma, Devlet Başkanı Cemal Gürsel’in gizli celse talebine rağmen “ibret-i alem” için” açık yapılır... Devrik Başbakan’ı aşağılamak için her şey hazırlanmıştır...

Hatta bir ara Savcı, Başbakanlık kasasında bulunduğunu öne sürdüğü bir zarfı çıkarır. Üzerinde “Tarihi vesikalar” yazan zarfın içinden bazı çıplak kadın fotoğraflarıyla beyaz bir kadın külotu çıkar. Savcı elindekileri Menderes’e ve kameralara doğru sallayarak “Bu külotu kim giymiş, kim unutmuş acaba Başbakanlık’ta?” diye sorar. Amaç, külotu Menderes’in eline verip fotoğrafını çekmektir. Bu skandal Başbakan’ın avukatı Burhan Apaydın’ın devreye girmesiyle önlenir...

İş kötüye gitmektedir. Duruşmada 18 tanık dinlenir. Şimdi sıra “asıl tanık”tadır. Onun konuşması Menderes’i ya mahkûm ya da beraat ettirecektir!...
Ve o, bej döpiyesiyle mahkeme dışında Milliyet’ten, “Bebek davası” haberlerini okumaktadır... Mahkeme günü sanık kürsüsüne geçer ve sessizliğe bürünen salonda şunları söyler:

“Adnan Menderes’i 1951’de tanıdım. Evli olmasına rağmen büyük bir aşkla sevdim. Bütün emelim ondan bir çocuk sahibi olmaktı. Bunu başaramadım. Hasta bünyem müsaade etmedi. Çocuğum 8 aylık doğdu ve öldü. Hangi vicdansız ana, üzerine titrediği bebeğinin ölmesine razı olabilir?”

Bu soru, duruşmayı da bitiren soru olur. Çetin Altan şöyle der: “Bir kadın tanığın, Ayhan Aydan’ın; ‘hık-mık’tan arınmış, az rastlanacak türdeki yürekten sesi, yeniden çınladı kulağımda: - Ben bu adamı sevmiştim hâkim bey!”

Devrik Başbakan’ın sevdalısı, birçok erkekten bile cesur çıkmıştır!... Cesaretle kaybettiği sevgilisine ve bebeğine sahip çıkması hem mahkemeyi hem kamuoyunu etkilemiştir... Menderes’in hakkında açılan onca davadan beraat ettiği tek dava da bu olmuştur...

Bu yüzden hep onu arıyor, nerede ve ne zaman olursa olsun, onu çağırıyorduk kollarımıza... “Dileğimiz” gerçekleştiği zaman dudaklarımızı dudaklarıyla birleştirip, eksikliğin verdiği hüznü, “tek olmanın” getirdiği coşkuya çevirebilmek için!...

Aşk demek, o sonsuz aynaya bakarak, kendi ihtişamımızı doya doya seyretmek demekti.

Bazıları o görüntüyü yakalayıp saklıyor, bazıları da yitiriyordu...

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..