Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ağustos '08

 
Kategori
İlişkiler
 

Aşkın bozulan kimyası!

Aşkın bozulan kimyası!
 

Fotoğraf:www.baktabul.com


Aşk ve sevda deyince...

" Aşkın temel kuramı nedir? " diye bir soru sorulsa, gelebilecek çok sayıda ve çeşitli yanıtlar arasında sanırım en doğrusu "...tam bir adanmışlığın düşünülmesi ve yaşanması..." olacaktır. Kanımca hiçbir insan ilişkisi yapıcı bir sevda ilişkisindeki gibi yoğun, yapıcı, güçlendirici ve geliştirici olamaz.

Yapıcı olmayıp yıkıcı olan türünde ise, tam tersi söz konusu. Burada da " adanmışlık " hususunda bir yanılsama aramak gerek sanırım.

Büyük söz ve sözcük oyunları ustası Özdemir Asaf'ın dizeleriyle söylersek;

" Seni bulmadan önce aramak isterim -Seni sevmeden önce tanımak isterim -Seni bir günde bitirmek değil -Sana hergün yeniden başlamak isterim..."

Ya da yine aynı şairden ifadelerle,

" Bir yanım ben - Bir yanım sen -Senden yanayım. "

O bahsi geçen adanmışlık hali bilmem ki daha güzel nasıl anlatılır?

Aslında " aşk "da bunalımda!


Günümüzde aşkın olanaksız gibi görünmesinde, karşı cins ile ilgili gizlerin ortadan kalkması, yüz yüze ilişkinin yanısıra, çok çeşitli ve farklı yeni yöntemlerle de olsa rahat yakınlık kurulabilmesi, cinselliğin çabuk, erken ve tüketircesine yaşanması da sanırım önemli faktörler arasında.

İki kişi arasındaki derin bir kültür ilişkisi, insan olmanın temel koşulu ve eski günlerin hatırlı sözcüğü " aşk "da, kanımca bu tekno-kaotik çağımızda insanlar gibi bunalımda!

Sırf teknolojiye indergenen bilim, sırf piyasa ilişkilerine indirgenen insandan-insana doğal alış-verişler ve aşırı maddeci yaşam biçimi aşkın da kimyasını değiştirdi!

Şimdilerde çoğunlukla cep-tel aşkları (tele-aşk), internet aşkları (net-aşk) ve işyeri aşkları (büro-aşk) var! Gerisinde 'SMS'ler, 'massenger'lar ve 'facebook'larla beslenen...

Her üçünde de sıkıştırılmış zamanlara karşı bir mücadele, dar zamanlarda kısa paslaşmalar var! Oysa aşk engelleri hep aşsa da geniş ve derin zamanlar ister. "...Geceleri göz kırpmadan sevgilinin düşünüldüğü, hayal edildiği..." ve onun da bunu hak ettiği günler korkarım artık geride kaldı. Bu durumda da daha çok şiir, şarkı, türkü olur ve insanların içi sızlar, burkulurdu (Çoğunlukla da 30-35 yaş üzeri olanlarımızda). Oysa, dar zamanlarda kısa paslaşmaların egemen olduğu günümüz ilişkilerinde ise aşık olmadan önce karşı tarafa en azından bir mesaj atarak "Eğer müsaitseniz size aşık olabilir miyim?" diye sormak gerekiyor!

Yeni "aşk türleri"ni görüp duyunca, aslında beni ısıtmayan sevgiye sevgi, aşka da aşk demeye pek dilim varmıyor. O nedenle, aslında soyut bir kavram olan, ama psikolojik ve biyolojik etkilerinin çok somut olduğu da aşikar olan "sevgi ve aşk"ın, eylemle de ısıtması gerekiyor. Goethe'nin o güzel ifadesiyle "... insanoğlunun içinde yaşayabileceği tek iklim" dir sevgi ve aşk. Ciddi bir adanmışlık eylemiyle! Oysa ki günümüzdeki hayatın karmaşası gereği; o toz, duman arasında gezegenimiz iklimleri arasında giderek kaybolması bir yana, o mevsimi yaşayabilen her iki cins için de ayrı ayrı zorlukları, sürprizleri ve uyum güçlükleri olan bir " iklim" olduğunu anlıyoruz artık Goethe'nin hoşca tanımladığı bu "iklim"in.

"...Kekre bir şey var bu havada
Geçmişle gelecek arasında
Acıyla sevinç arasında
Öfkeyle bağış arasında
Biz kırıldık daha da kırılırız
Doğudan Batıya bütün dünyada
Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza..."


demiş büyük söz üstadı Cemal Süreya günümüzden yaklaşık 30-35 yıl kadar önce, bu bozulan kimyayı o günlerden sezinlercesine... bugün bu acıyı çekenler henüz yeni doğarlarken!

Diğer yandan...

"…Aşkın ilk soluğu, mantığın son soluğudur…" şeklinde çok anlamlı bir söz etmiş zamanında Antoine Bret.

Amerikan psikolojisi ve varoluşcu psikoterapist ekolün baş temsilcilerinden Rollo May'ın 433 sayfalık, iradenin üstünlüğü ve belirleyeciliğne hem genetik hem de psikolojik olarak öncelik veren " Aşk ve irade"sini masa üstünde açık bırakıp bu eserin başlığına tam tezat Antoine Bret'in sözünün büyüsüne daldım, L. Aragon'un satırları ile yine büyülendim (P.Eluard'ın "Elsa'nın Gözleri" ni de anımsayarak).

Her sevda başlangıcında önceleri her şey o denli derin ve tatlı hayallerle süslüyken tanışma, dokunma korkusuyla "Büyü neden kaçıyor?" derken de bunlar düştü aklıma...

Ama insanın bir yazgısı da "yüce değerlerin peşinde koşmak" değil mi? Biz insanlar hep "olağanüstü bir şeyler olacakmış gibi yaşar " sona yaklaşırken de acı gerçeği basit bir kabullenişle algılarız! Bu bağlamda da derinliği, biçimi, başlangıçları ve sonumlanmaları ne olursa olsun insanoğlu aşkdan da kopamayacak!
 

İ.Ersin KABAOĞLU,

9. Ağustos.2008, Ankara

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..