Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Mustafa Çifci Aşk Yazarı

http://blog.milliyet.com.tr/mustafacifci

13 Eylül '13

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Aşkın Gözü körmüş

Aşkın Gözü körmüş
 

Yıllar önceydi. İlk gençlik günlerim, ilk aşık oluşum, ilk uyanışımdı. Sevdiğim kızla her gün birlikteydim. Ne zaman yarın gelemem dese, o gün arayıp, "Biraz sonra kapındayım, gelecek misin?", diye sorar, eğer gelemem derse, onu tehdit etmeye başlardım. "Tamam, o zaman",  derdim, "Bende annene benimle çıktığını söyler, evden ayrıldığında bana geldiğini, beni öptüğünü söylerim."  İster istemez gelirdi o zaman. Gelir, her zaman gittiğimiz çay bahçesine gider, yollarda gezinirdik. Aslında böyle bir şey yapacak kadar güçlü değildim. Gelmese de böyle bir şey söyleyemezdim. Yapamazdım çünkü onu seviyordum. Ama oyunu güzel oynar, istersen gelme, bilirsin aşkın gözü kördür, her an bir çılgınlık yapabilirim, derdim.

Birlikte ışığı yanmayan sokaklarda aylarca sarmaş dolaş gezdik. Neredeyse her akşam buluşuyorduk.

Bir zaman sonra konuşacaklarımız bitmiş aynı aşk sözlerini birbirimize söylemekten bıkmıştık. Aşkın ilk günlerindeki o yoğun halini alışılmış şeyler almıştı. O ateşli bekleyişlerimizin yerini, işin varsa istersen gelme, yarın gelirsin, demeler almıştı. Gün geçtikçe hep az görüşüyor, hep az buluşuyor bir şeyleri hep yarınlara erteliyorduk. Erteliyordum çünkü onunla olmadığım zamanlarda komşu kızıyla oluyordum. Bizimkiler dışarı çıktıklarında onu evime davet ediyor eğer onun ailesi evlerinde yoksa ben onun evine gidiyordum. Nasıl olsa sevdiğim benden başkası yoktu hayatında, avucumun içindeydi. Böyle düşündüğüm için artık sık sık aramaz olmuş, çok az görüşmeye başlamıştık. Beni ne zaman arasa telefonlarına cevap vermiyor, buluşmak istediğinde  bu akşam uzaktan misafirlerimiz gelecek, yarın buluşalım diye yalan söylemeye başlamıştım.

Yalanlı bir gecenin ertesi günü beni arayıp, dün gece neredeydin diye sormuştu. Bende yalan söyleyip, evde olduğumu söylediğimde, "hayret" demişti, "oysa ben evi de aradım ama cevap veren olmadı, demek ki duymadın telefonun çaldığını, belki de telefon bozuktur”, dediğinde gerçekten ona haksızlık yaptığımı, onu bilmeden aldattığımı anladım. Hoş olmayan bir davranıştı benimkisi. Ne istediğini bilmeyen, neyin peşinde olduğunu unutan, nasıl bir arkadaşlık, nasıl bir dostluk aradığını bilmeyen insanların yaptığını yapmıştım. Böyle bir yalana gerek yoktu. Aslında böyle yapmakla onu değil, kendimi aldattığımın farkında değildim. Böyle yapmakla  kendi bencilliğimi pazarladığımı, kendi kişiliğimin zayıf, gerçeği dile getirecek kadar dürüst olmadığımı ortaya koyuyordum.

Oysa doğruyu söyleyebilirdim. Çünkü her zaman gerçek olan doğrulardı ve yalan, insanı yıpratan, insanın zayıflığını büyüten, insanın değerini, onurunu ayaklar altına alan başlangıçlardı. Doğruyu söyleyebilir hatta komşu kızıyla tanıştırabilir, dostluğumuzun renklenmesini sağlayabilirdim. Çünkü her ikisi de arkadaşımdı sonuçta ve her ikisi de ayrı ayrı dünyalardı. Hatta birisinde bulamadığımı bir diğerinde bulabilirdim. Ama bunları düşünemedim. Aylardır özenle gelişip netleşen sevgimizi bir iki tatlı söze, bir yan bakışa, bir gülümseyişe, çok kibarsın, ince düşüncelisin sözüne tercih ediyordum. Oysa sağlam dostluklar kolay kurulamıyordu. Alçakça, utanmadan, boyuma posuma bakmadan yalan söyledim. “Neredeydin?”, diye sorduğunda, evdeydim dedim, misafirler vardı, dedim bir gece önceki yalanımı doğrularcasına. Yalanımı anlamış gibi fazla bir şey sormadan telefonu kapatmıştı. Olabilir, demişti, demek telefonun sesini duymadın, ya da bozuktu, kalabalıktı misafirleriniz ses çoktu. Sanki bunları söylerken benimle alay ediyordu. Benim zayıf olduğumu, gerçeklerden kaçtığımı, yalancı olduğumu haykırıyordu yüzüme. Telefonu duymamışsındır derken, benden az az uzaklaşıyordu. Tamam, deyip telefonu kapatırken beni sevmemeye, var olan sevgisini de yitirmeye başlıyordu. Telefonun çaldığını duymamam imkânsızdı çünkü telefon oturduğumuz evde duruyordu ve bozuk değildi.

Ertelenen her ne varsa zamanın içinde yok oluyordu. Ertelenen yaşamlar geleceğe ödünç verilen, zamanı geldiğinde alınacak anlar değil, vazgeçilmiş anlardı. Ertelenen düşler, yaşanmasa da olur demekti.  Ve bizler hep aynı geceyi erteliyorduk. Ertelediğimiz her gece, her şey daha da ileriye gidiyor az az kayboluyordu. Kim bilir, böylece biz nice güzellikleri kaybediyorduk.

Oysa ben ertelediğim her şeyin yarın daha da büyüyeceğini sanıyordum. Sanki ne kadar çok ertelesem buluşma gününü onu  daha çok seveceğimi sanıyordum. Ertelediğim her şey, yaşamak isteyip de yaşayamayıp, yarınlara gönderdiğim düşlerimi istediğim zaman yaşayabileceğimi düşünüp hayatımdaki  boşlukları dolduracak sanıyordum. Oysa yanılmışım. Ertelenen yaşamlara bir daha kavuşmak mümkün olmuyormuş. Yarınlara ertelenen her şeyin bir daha aynı heyecanla yaşanmayacağını bilmiyordum.

Zaten bizler hep erteliyorduk bir şeyleri. Hep bekliyorduk. Ya geçmişin güzel günleriyle avunuyor yada yaşamak istediğimiz anları geleceğe gönderiyorduk. Öğrenciyken okulun bitmesini, askerde teskereyi bekliyorduk. İş hayatımızda terfi edeceğimiz günü bekliyorduk. Sonra evliliğimizi bekliyor, evlendikten sonra da çocukların büyümesini bekliyorduk. Yine tamam olmayan bir şeyler oluyor bu sefer de emekli olmayı bekliyorduk. Oysa birçok şey zamanla yok oluyordu hayatımızda. Kimi zaman düşlerimiz uçup gidiyor, kimi zaman beklenmedik acılar yaşıyorduk. Kimi zaman da yaşantımızın eksik kalan yada istenmeyen kara noktaları canımızı acıtıyordu. Tıpkı benim eskiden ertelediğim gecelerin şimdi canımı acıttığı gibi. Tıpkı aşkın gözü kördür deyip hiç birşey yapamadan, hiç bir çılgınlığı yaşayamadan geçip giden günlerim gibi. Belki de gerçekten aşkın güzünün kör olduğuna inanmadan geçen günlere yandığım gibi. Sıradan, gelişi güzel geçen günlerin içimde yarattığı boşluk gibi...

Hepimiz biliriz, aşkın gözü kördür sözünü. Bu sözün birde masalı vardır. Bakalım aşkın gözü neden kör olmuş; (*1) "Uzun zaman önce iyi huylar ve kötü huylar ne yapacaklarını bilemez vaziyette dolanıyorlarmış. Bir gün, toplanmışlar ve her zamankinden daha sıkkın oturuyorlarken Saflık ortaya bir fikir atmış:  "Neden saklambaç oynamıyoruz?" Ve hepsi bu fikri beğenmiş ve hemen, Çılgınlık, bağırmış,  "Ben ebe olmak ve saymak istiyorum, Ben ebe olmak istiyorum!"  Başka hiç kimse Çılgınlığı arayacak kadar çıldırmadığı için kabul etmişler ve Çılgınlık bir ağaca yaslanmış ve saymaya başlamış, 1, 2, 3 . Ve Çılgınlık saydıkça, iyi huylarla kötü huylar saklanacak yer aramışlar. Şefkat, Ay'ın boynuzuna asılmış; ihanet çöp yığınının içine girmiş; Sevgi bulutların arasına kıvrılmış; Yalan bir taşın altına saklanacağını söylemiş ama yalan söylemiş çünkü gülün dibine saklanmış; Tutku, dünyanın merkezine gitmiş; Para hırsı bir çuvalın içine girerken çuvalı yırtmış. Ve Çılgınlık saymaya devam etmiş, 79, 80, 81, 82..... Aşkın dışında, bütün iyi huylar ve kötü huylar o ana kadar zaten saklanmış, Aşk, kararsız olduğu gibi, nereye saklanacağını da bilmiyormuş. Ve Çılgınlık 95, 96, 97... ye gelmiş ve 100'e vardığı anda, Aşk sıçrayıp güllerin arasına girmiş ve saklanmış. Ve Çılgınlık bağırmış "Sağım solum sobedir, geliyorum!" ve arkasını döndüğünde, ilk önce Tembelliği görmüş, o ayaktaymış çünkü saklanacak enerjisi yokmuş. Sonra Şefkat'i ayın boynuzunda görmüş ve ihaneti çöplerin arasında, Sevgiyi bulutların arasında, Yalanı gölün dibinde, ve Tutkuyu dünyanın merkezinde, hepsini birer birer bulmuş, sadece biri hariç. Ve Çılgınlık umutsuzluğa kapılmış, en son saklı kişiyi bulamamış, derken Haset, aşk bulunamadığı için kıskançlık duyarak, Çılgınlığın kulağına fısıldamış: "Aşkı bulamıyorsun, O güllerin arasında saklanıyor." Ve Çılgınlık çatal şeklinde tahta bir sopa almış ve güllerin arasına çılgınca saplamış, saplamış, saplamış, ta ki yürek burkan bir haykırma onu durdurana kadar. Ve haykırıştan sonra, Aşk elleriyle yüzünü kapayarak ortaya çıkmış ve parmaklarının arasından iki sicim gibi kan akıyormuş gözlerinden. Çılgınlık Aşkı bulmak için heyecandan Aşkın gözlerini çatal sopa ile kör etmiş. "Ne yaptım ben? Ne yaptım ben?, diye bağırmış. “Seni kör ettim. Nasıl onarabilirim?" Ve Aşk cevap vermiş, "Gözlerimi geri veremezsin ama benim için bir şey yapmak istersen, benim kılavuzum olabilirsin." Ve o günden beri, Aşkın gözü kördür ve her zaman çılgınlık yanındadır, diye söylenmeye başlanmış.

İçimdeki boşluğu doldurmak mümkün değil şimdi sevgili öyküm... Şimdi seninle yaşamın güzelliğini ertelemek istemiyorum... Yarınların geç olmasını istemiyorum... Aşkın koynunda olmak istiyorum. Çılgınlığın elini hep elimde olmasını istiyorum. Ve seninle uzak kentlerde buluşmayı, geceyi seninle yıldızların altında geçirmeyi, seninle şehirlerarası yolculuklar yapmayı, otobüslerde senin gövdene yaslanıp uyumayı, kokunu duymayı istiyorum. Çay molalarında seni öpmek istiyorum. Sakın erteleme geleceğin günü sevgili. Sakın erteleme uzun yolculuklarını, aramalarını, sakın unutma. Çünkü bu sefer yalan söylemiyorum. Ben sana aşığım ve her an bir çılgınlık yapabilirim sevgili.

 

[(*1) Önemli not: Bu bölüm bana internet aracılığıyla ulaştı. Yazarının ve çevirinin kime ait olduğunu bilmediğim için özür dileyerek yazamıyorum.]

 Mustafa Çifci www.mustafacifci.com

  

 
Toplam blog
: 297
: 523
Kayıt tarihi
: 16.04.13
 
 

Yazılarında insanı derinden etkileyen yoğun bir duygusallık, hüzün, karamsarlık ve yalnızlık vard..