Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

09 Şubat '20

 
Kategori
Deneme
 

Aşkın Tadı Tuzu

Hani masallarda, ıssız bir yerde büyükçe bir ev vardır; içinde de dünya güzeli bir kız yaşar ya... Bu dünya güzeli kız çoğu zaman gergef işler, bazen de ninesinin dizi dibinde peri padişahının biricik oğlusu, şehzadenin yiğitlik, kahramanlık hikayelerini iç çekerek heyecanla dinler ya... Sonra o kızı şehzade bir yerlerde görür, severler birbirlerini ikisi evlenirde murada ererler ya... Eeee... E si, bu tür masallar anlatılmıyor günümüzde...
 
Tabi bu tür hikayeler asırlarca önce Tebriz'de, Şirvan'da, Horasan'da, Semerkant'ta, Taşkent'te yaşansa da, bu Acem halk Edebiyatı türü günümüze kadar gelebilmiş olsa da, kimselerce dinlenmiyor, kimseleri avutmuyor gayri... Çünkü geçmiş günlerin benzerleri bile bu gün yaşanmıyorlar... 
 
O günlerin aşkları hayalen süslü konaklarda, yada ıssız bucaksız uzak yerlerde çoğunluğun bilmeyeceği halde, gizli saklı yaşanırdı. Günümüzde ise şehirlerde, insanların kalabalık olduğu yerlerde,  gözler önünde sereserpe şekillerde; bazıları içinde internet denen lokal bir dünyada yaşanıyor. Dolayısıyla biz geçmişin güzelliklerini görmüş, duymuş olanlara "Eh artık aşkın da tadı tuzu kalmadı gönüllerde, hayat zevksizleşti." dedirtiyor...
 
Nilgün masal aleminin değil, günümüzün, bu günlerimizin güzel kızlarından biriydi. Nilgün masal yazıcısının kelimelerle bezediği güzeli değil, makyaj güzeli hiç değildi. Hakiki yaşamda, doğal güzeldi. Kendisini gören bilenler hep Peri'ye benzetirlerdi. Ne zaman karşılarında Nilgün'ü görseler, güzelliğine bakmaya doyamazlardı.  Masumiyet bürülü yüzü utangaçlıkla perdelenir, buyüzden insanlar ona kıyamaz, uzun uzadıya bakamazlardı. Dolayısıyla Nilgün insanlara yakınken de çok uzaklarda gibi ulaşılmazdı.
 
Masallardaki gibi asırlarca önce değil yıllarca önce yıldızların altında, göl sularının ustaca çıkardığı ahenkli melodiler arasında tanıdım Nilgün'ü... İlk kez otuz yıl önce görmüştüm. Ay ışığının parlattığı göle bakan pencereleri olan bir lokantada akşam yemeğimi yerken, karşımda çakıl taşları üzerine çıplak ayakla basmış bir genç kız tek başına duruyordu. Ay gölden çok kızı aydınlatıyordu. 
Sanki istemsizce bakışlarım kızı odak noktası yapmıştı. Kız mahsun hallerde, durgun vaziyetlerde göle bakınıp duruyordu. Benden başkasının dikkatini çekmiyordu. Çevredeki birkaç insan kendi vakitleriyle oyalanır gibiydi. 
 
Halinden şüphelenip yanına gittim. Onca dil dökmeme rağmen derdini demedi bana. Kendisi hakkında tek kelime konuşmadı benimle... Fakat birbirimizi yadırgamadık, birbirimizden kötülük gelebileceğini düşünmeden samimiyet kurduk. Konuşmaya ihtiyacı olduğu her halinden belliydi. Ancak özeline yönelik gizperdesi çekmeye gereğinden fazla itina gösteriyordu. Üstelemedim. Tasası neydi, kurcalamadım. 
Dünyada olup biten olaylara kafa yorduk, bazı konulara güldük, bazılarına kederlendik. El sıkışıp vedalaştık. 
 
Ertesi gün ben simasını tariften yola çıkarak, kendisinin kimliğini araştırdım. İki günlük evliyken kocası tarafından, başka bir kadın için terk edildiğini öğrendim. O gece göl kenarına Nilgün'ün kendini gölün soğuk sularına atmak, hayattan kaybolup karanlıklara gömülmek için geldiğini söylediler.. "Çünkü kocasına çok aşıktı" dediler.
 
Kocası "Seni kıyamete kadar hep seveceğim"vaadinde bulunarak evliliğe ikna etmiş Nilgün'ü, sonra nikahlarından iki gün sonra başka bir kadınla kayıplara karışmış. Nilgün öyle kanmışki kıyamete kadar denilen aşka, bir daha ondan başkasıyla hiç düşmezmiş sevdaya...Bu aşkın ağırlığını kaldıramayınca kıyamete çabuk ulaşmak uğruna ölmek istemiş...
Benim tesadüfen kendisini görmüş olmam ve yanına gidip konuşmam; Nilgün'ü ölümün kıyısından geri çekmiş, küstüğü hayatla barıştırmaya vesile olmuştu. 
 
Otuz yıl öncesi görmüşlüğümde olağanüstü,çok güzeldi Nilgün... Böyle güzel bir kadın ne uğruna terk edilir ki diye çok kafa yordum, lakin doğru cevabı bulamadım. Erkek milleti işte, mantıkları genellikle donlarının içinde oluyor. Nefsleri şahlanınca, akılları başlarından uçup gidiyor...
 
Otuz yıl sonra bir yardım kuruluşunda karşılaştığımda, ben onu değilde o beni tanıyıp yanıma yaklaştı. "Gazeteci hanım nasılsınınız," diye sorduğunda, ses tonundan hemen tanıdım... Bazen zaman şarapla aynı etkiyi gösteriyor insanda.Yüzüne olgunluk gölgesi düşmesine rağmen çok daha güzel olmuştu. Hele hele sesi, yumuşacık, naif güzel tonlamasından hiç bir değer kaybetmemişti. Güzellik tarifinden de öte bir hoşluktaydı Nilgün kadın...
 
Otuz yıl sonrası gördüğüm Nilgün büyük bir evde yalnız başına yaşamazdı... Dağın zirvesindeki görkemli şatoda peri padişahının oğlunu beklemezdi... Gergef de işlemezdi. Ninesinin dizi dibinde yiğitlik, kahramanlık hikayelerini de dinlemezdi. Ya ne yapar Nilgün?..
 
O kendi gibi yaşamını da güzelleştirir. O içlerinde yaşadığı insanlara yaptıklarıyla örnek olur. O herkese ilaç olur. Sıkıntılıya moral olur. Aç kalmışa ekmek olur, susuza su olur. Gece olur, gündüz olur. Bütün yapıp ettiği, tanıdığı, tanımadığı tüm insanlara iyiliktir, güzelliktir. 
 
Nilgün çevresinde kendisini tanıyıp bilenlere göre hep böğründe, bağrında besleyip büyüttüğü aşkını,çam ağaçlarının süslediği yüce dağların tepesinde bir yerlerde saklı tutar. Lakin ona kavuşmak istesede yol bulamaz oralara...
 
Kendisini beğenen, arzulayan centilmen erkek bilinen niceleri vardır ama Huri'nin yüzüne benziyen yüzünü, güzelliğini görürler de; o ince, tiz sesini duyarlarda, ellerini uzatsalarda bir türlü yaklaşamazlar yanına, yakınlık kuramazlar. Bir görünür, bir yok olur gibidir Nilgün... Bazı insanların gözüne görünmeyenler görünür ya pir misali, melek vari... 
 
Nilgün'ünyüreğine gömdüğü sevdası ninelerimizin aşk masalları anlatmadığı, internet denilen aşk sitelerinin bulunmadığı zamanlarda, yalın duyguların beslendiği içalemlerde hiç bir zaman değişmeyen saflıktaydı...
 
Sevgi bir insanın özüdür. Sevgi bir insandan süzülmüş temiz duygulardır. Elle tutulmayan, gözle görülmeyen çok kıymetli bir mukaddes kabın içinde saklı durmaktadır. Hoyratça kirletilmemelidir sevgi...
Nilgün sevgisini tüm insanlara cömertce sunan biri, sevdası kıyamete kadar kalbinde saklı kalsa da, dudaklarından şikayet, gözlerinden feryat yansıtmayan biri; Nilgün hem yakında, hem de uzakta... Yakında ancak görünmüyor. Uzakta yol bulup varılamıyor. Kendi istediği zaman ortaya çıkıyor, istemediğinde evine kapanıyor. 
 
Neden, bilemiyorum. Yaşantısı düşsel desem değil, çünkü o gerçek bir varlık. Resmedilen yerden resminin indirilmediği bir varlık. Resminin çakıldığı çiviler yürekleri hiç acıtmıyor. O resme sıklıkla bakılıyor. Küçücük resim sanki bakan gözlere koskocaman bir tablo oluyor. Yerinde canlı gibi duruyor. 
Nilgün  zamane insanlarının nasıl olduğunu biliyor, hala kimselere haline yönelik tek kelime demiyor. Babasından kalma emekli aylığını yoksullarla paylaşıyor. Böyle mutlu olduğunu söylüyor. Ayfer AYTAÇ - ayferaytac.com
 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..