Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ekim '10

 
Kategori
Öykü
 

Aşkta final

Aşkta final
 

Aşkta final


''Sanki yeryüzünde tek başınayım ya da öyle olmak istiyorum. Ne bir arkadaşa ihtiyacım var, ne de bir dosta. Öylesi bir güç hissediyorum içimde, karşıma çıkan tüm zorlukları aşabileceğimi işaret eden bir güç. Kimseye kızamıyorum, kızdırmak isteyen olsa bile tebessümle geçip gidiyorum. Bizi rahat bırakmayacaklarını da biliyorum, adım gibi biliyorum bunu. Ama altından kalkabileceğime daha çok eminim. Her şeye değer bu yaşadığım duygu, seviyorum. Kesinlikle yaşadığım sevgi gibi bir sevgiyi hiç tatmamış birinden anlamasını bekleyemem. Yaşamadıysa, yaşamıyorsa, anlamıyor demektir. Yaşamadıysan, yaşamıyorsan sen de beni anlamıyorsun o zaman.”

Bana bunları söylüyordu Erhan. Sevdiğinin gözlerinin bakışlarından bahsediyor, saçlarını anlatıyor, yüzünü anlatıyor, şuyu, buyu, huyu vs sürekli ondan bahsediyordu. Sanki kendisi de o olmuştu, onda kaybolmuştu. Aşık olduğu kız bizlerin gözünde; Ferhat’a Şirin’den bahsederlerken “Bu kara kuru kızın neresini sevdin?” diye sordukları cinstendi. Kızın saçları, bizim gördüğümüze göre; tepesi dökülmüş, seyrek, zayıf, solgun bir saçtı. Erhan ise o saçları, bir şairin hayali sevgilisinin saçlarını anlatması gibi anlatıyordu. Onun gördüğü ile bizim gördüklerimiz farklıydı. Çünkü Erhan aşıktı.

Böyle anlattığında içimden geçirdiğim şu oldu.

Aşk her şeyi böyle güzel gösteriyor ve güçlü kılıyorsa insanı, o halde insan tüm yaşamı boyunca bu duyguyu yakalamalı ve sürekli böyle yaşamalı mutlu olabilmek için. Öyle bir şeye aşık olduğumu düşlemeliydim ki, en kötü anlarımda bile bana tebessüm ettirebilmeliydi. Mümkün müydü acaba sonsuz bir aşk duygusu ile yaşayabilmek? Hayat buna fırsat verebilir mi? Erhan’ın aşkı bana hiç sonsuz aşk gibi gelmedi. Geçicidir, şu an ayakları yere basmıyor, zaman gerçeği gösterecek, dedim hep.

Fakat, zaman yalnızca ona değil bana da bir çok şey öğretti ve gösterdi. Erhan sevdiği kızdan ayrı olmak zorunda kaldı. Her iki tarafın ailesi de sürekli sorun oldu. Sorunlar büyüdü, çözüm şansı kalmayan raddeye geliyordu. Bu dönem, klasik Türk filmlerinde izlediklerimiz gibiydi. Kızı başkasına vermeye çalışıyorlardı. Erhan’a da başka kızlar gösteriliyordu. Kültür, inanç ve sosyal çevre olarak birbirine zıt taraflar. Erhan daha mazbut, değerlerine daha bağlı görünen bir aile yapısına sahip. Kız ise, saç dibi boyası geldiyse kıyamet sayabilecek kadar gözünde büyüten, arkadaş grubuyla birahanelere giden, serbest takılan sosyete sosyalisti. Kız para ile okul okumuş, okulda ve okumakta bir emeği geçmemiş, çabası olmamış biri. Ondaki sosyalist olma anlayışı; gerçekten inanmış, okumuş, anlamış ve dava için çarpışan birey olabilme inancından değil, daha özgür hissedebilme ve bir moda, kendine yakıştırma gibi görmesindendi. Aslında ait olduğunu söylediği grup, kapitalist sistemin sağladığı imkanlarla böyle sosyete bir yaşantıyı reddediyordu. Ama o, işin fikir boyutunda değildi. Geceleri bara, kafeye gidebilmenin, ben özgürüm diyebilmenin ve dilediğini yapabilmenin yoluydu bu onun için. Ta ki Erhan’ı tanıyana kadar.

Erhan’la tanışması, bir gece bardan eve arkadaşlarıyla dönüşte çıkan kavganın sonucunda olmuş. Kız arkadaş grubuyla beraber bardan çıkarlarken hepsi de sarhoşmuş. Fakat bazı erkek arkadaşları dozu o kadar kaçırmış ki, tam Erhan yanlarından geçerken kızı Erhan’a doğru itmiş aralarından biri. “Al sana bu gece ikramiye bizden, bize bir hayrı olmadı belki sana olur.” Diye bağırıyormuş sokakta kızın arkadaşı ve kızla Erhan çarpışınca ikisi de yere düşecek kadar sendelemişler. Kız bir yandan arkadaşlarının bu sözlerinden incinmiş, ağlamaya başlıyor ve sinirleri gerilen Erhan gruba dalıp bir ikisini epeyce dövüyor. Bu arbede sırasında polis geliyor ve sorguya götürüyor hepsini. Bir iki telefon görüşmelerinin sonunda diğerleri çıkıyor sorgudan, bir Erhan kalıyor içerde. Daha sonra kızın ailesi ve kız devreye giriyor, kız arkadaşlarına çok kırgın olduğunu ve Erhan’ın kendisine yardım ettiğini söylüyor, böylece çıkarıyorlar çocuğu. O günden sonra da sürekli görüşmeye başlıyorlar Erhan ve kız.

Her ikisinin de hayatları, görüş açıları değişmeye başlıyor. Zamanla birbirlerini öyle seviyorlar ki, kız Erhan’ın yaşam tarzından, Erhan’da “Asla kafamı çevirip bakmam.” dediği alanlardan nasibini alıyor, ikisi beraber sanki hayatı yeniden keşfedip yaşıyorlar. Bir çok şeyi beraber yeniden inceleyip öğreniyorlar, her dakikayı beraber geçirmek istiyorlar. Beraber olmadıkları zamanlarda yine birbirlerine mektup yazarak konuşuyorlar. Aralarındaki bağ o kadar güçlü ki, aynı anda aynı şeyi düşünüyorlar. Tabi yine Erhan’ın söyleyişi ile ” Kesinlikle yaşadığım sevgi gibi bir sevgiyi hiç tatmamış birinden anlamasını bekleyemem. Yaşamadıysa, yaşamıyorsa, anlamıyor demektir. Yaşamadıysan, yaşamıyorsan sen de beni anlamıyorsun o zaman.”

Ama seni hep anlamaya çalıştım Erhan… Aşkını, aşkın insan hayatını nasıl değiştirdiğini gördüm ve anlamaya çalıştım. Ama sizin bir gün oturup “Artık sonsuza kadar ayrı olmayı kabullenmenin zamanı, en yüce aşkı yaşamaya aday olmanın zamanı” deyip, evlenme kararınızı değiştirmenizi ve ayrılmayı seçmenizi anlayamadım. Çünkü mücadele edilebilirdi ve aileler eninde sonunda bunu kabul etmek zorunda kalacaklardı.

Neden ayrıldınız Erhan, neden bu kararı beraberce aldınız ve neden asla görüşmeyeceğiz dediniz? Bana bunu anlat lütfen, dedim bir konuşmamızda. Bana söyledikleri kısaca şuydu.

“Ablacığım, biz bir aşk yakaladık. Kötü bir ortamdan temize çıkardık onu. Beraber çok şeyler öğrendik, ona bilmediği ufukları açtım, dini kaynaklar verdim. Ailesi kızsa da namazını kılıyor, gereklerini kendi istediği için yapıyor. O da bana bambaşka bir ufuk açtı, farklı hayatlara hoşgörülü olmayı kitaplardan daha etkili bir dille, sevgi diliyle anlattı bana. Gönlümüzde öyle büyüdü ki bu aşk, artık ikimizde kendimizden korktuk. Bir gün oturduk konuşuyorduk, secdede bile gözümün önüne sen geldin, dedi bana. O an içimde bir ürperti oldu abla, çünkü aynı şey bende de olmuştu. O gün saatlerce konuştuk. Bu kirli dünya içinde hiç kimse bilmese bile temiz bir aşk bırakalım mı geride? diye birbirimizi sorguladık. Aşkımızı hep bu güzelliği ile hatırlarsak, onu öldürmeyiz dedik. Bu devirde, bu şartlarda bunu yapabilmemiz mümkünse yapalım diye karar aldık. Şimdi bizim aşkımızda bir beklenti yok abla, işte hiçbir karşılığı olmayacak bir aşk istiyorsan, buyur benim aşkıma bak. Biz artık Allah için seviyoruz birbirimizi ve yönümüzü değiştiriyoruz abla, sen her ne kadar da bu zamanda böylesi olmaz, saçmalık bu desen de biz bu kararı aldık.”

Elbette insanlar hayal güçlerinin büyüklüğü ölçüsünde varlıklarını ispatlarlar. Hayat; yaşamasını bilme sanatı, sanatta en büyük hayalleri kurabilenler, en azından bunlardan bazılarına kavuşacaktır. En büyük ve en güzel hayali bulanın eseri de büyük olacaktır. Bana düşen onların hayallerine ve fikirlerine saygı göstermek ve onları anlamaya çalışmaktı. Anlamaya çalışırken bazı kaynaklarla karşılaşıyordum, Mevlana’da Tanrı, Güzellik ve Aşk başlığı yazısıyla Doç. Dr. İbrahim Arslanoğlu (G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi) adıyla karşılaştım. O eserden bazı alıntılar ekleyip en alta da Erhan ve aşk yolculuğunu konu aldığım “Aşkın Finali” şiirimi ekliyorum. Selam ve sevgilerle…

Mevlana’da Tanrı, Güzellik ve Aşk

Mevlana’nın üzerinde durduğu en temel varlık Tanrı’dır. Bu, onun düşüncesinin merkezini oluşturur. Tasavvuf felsefesinde evrende olan bütün şeyler Tanrı’nın yansımasıdır. Mevlana bir gün sema halinde iken büyük bir vecde kapılıp: “Hiçbir şey görmedim ki, Tanrı’yı onda görmemiş olayım(Eflaki I:283)”, diyerek bu görüşü dile getirmiştir. Onun bu konudaki diğer düşünceleri şöyledir:

...Dünya, insan, yerde ve gökteki her şey, kendi mahsulü olan bir ressamın eseridir (Eflaki II:125).
Mevlana’ya göre insan her gece uykuda Tanrısal aleme gider ve uyandığında bu dünyaya yeniden doğar. O bu düşünceyi şöyle ifade etmiştir: “Hele her gece, bütün ruhlar, bütün akıllar o uçsuz-bucaksız derin denize batar, yok olurlar”(Mesnevi I:1890).

Demek ki, kulun Tanrı’da yok olması insan yaşadıkça her gün meydana gelmektedir. Kısacası insan her gün ölüp yeniden dirilmektedir.

Der ki: Aklın ve akıllının da aslının aslı benim, sarhoşun da. Suretlerdeki güzellik, bizim aksimizdir(Mesnevi V:3278).

Tasavvufta en güzel varlık Tanrıdır ve ondan daha güzel bir varlık yoktur. Mevlana bununla ilgili şunları söyler: Bir defa Tanrı’nın güzelliğini görürsen, bir daha başkasının yüzüne bakmazsın. Bunun gibi bütün yaratıklar arasında Yusuf peygamber en meşhuru sayılır. Fakat Hz. Muhammed’in bir yanağı vardır ki, O Yusuf’un güzelliğini dehşet içinde bırakır(Eflaki II: 107, 191).

Demek ki Mevlana’ya göre en güzel varlık Tanrı’dır. O, mutlak güzeldir, güzeller güzelidir, Onun güzelliği yaratıkların güzelliğine benzemez. İkinci derecede güzel olan Hz. Muhammed’dir. Çünkü Tanrı evreni O’nun hatırı için yaratmıştır. Ondan sonra üçüncü derecede Yusuf Peygamberin güzelliği gelir.

Aslında Tanrı’nın eseri olmasından dolayı bütün insanlar güzeldir, güzel olan Tanrı, güzel eserler yaratmıştır. Çünkü hiçbir insan diğerine tam olarak benzemez, bu sebeple her insan bir başka güzeldir.

Haşa dünyada senden güzel bir sevgili yoktur;
Yahut da yüzünü görmekten daha güç bir iş olamaz,
İki dünyada da dostum, sevgilim ancak sensin;
Nerede bir güzel varsa, o da senin ışığındır zaten(Rubailer, 37).
Mevlana esas olarak sevgi ve aşk üzerinde durur ona göre aşk bir bilgi edinme yöntemidir.
İnsan ancak Tanrı’ya aşkla ulaşabilir. Şimdi onun bu konudaki düşüncelerini görelim:
“Dünyada aşk gibi bir üstad, bir mürşit ve insanı doğru yola ulaştıran bir kimse yoktur(Eflaki I,
408).

En güzel olan Tanrı’nın aşkından başka ne varsa; can çekişmededir, hatta şeker yemek bile olsa(Mesnevi I:3686).

Demek ki, dünyadaki bütün aşklar gelip geçicidir, ancak Tanrı aşkı kalıcıdır.

Allah sevgisi ilimle elde edilir. İlimden nasibi olmayanlar ve akılsızlar bu sevgiden uzaktır(mesnevi: II/1545, 49).

Ona göre gerçek sevginin bilim ve akılla ilişkisi vardır. Bunlar yoksa sevgi
de yoktur. Gerçekten de akıl hastaları için akıl da sevgi de yoktur.

Cömert Tanrı, halkın bahtsızlığını görüp, iki yüz tane sevgi çeşmesi akıtmıştır(Mesnevi VI:2282).

Nerede olursan ol, ne halde bulunursan bulun; sevmeye, aşık olmaya çalış. Sevgi mülkün, ülken oldu mu, boyuna aşık olursun; mezarda da, mahşerde de, cennette de aşık olursun; sonu gelmez ya; boyuna aşık olursun(Fihi Mafih:146).

Ebubekir’in diğer insanlara üstünlüğü çok ibadet etmesinden değil, Tanrının lütfettiği sevgi yüzündendir(Fihi Mafih:186).

İnsanlar, kuşkular, işkiller içindedir. Ondan kuşkuyu işkili gidermeye imkan yoktur; meğer ki aşık olsun. Aşık oldu mu, onda ne kuşku kalır, ne işkil. Bir şeyi sevdin mi ona karşı kör eder, sağır eder o sevgi seni(Fihi Mafih:86).

Yüce Allah’a en sevgili olan şey, Yüce Allah için birisini sevmektir (Mektuplar:25).

Mevlana’ya göre çıkarı dayalı bir sevginin değeri yoktur, onun için insan, birisini çıkar beklemeden sevmelidir.

Mevlana’ya göre eğer birisini seviyorsak bunu mutlaka kendisine söylemeliyiz. Bunu şöyle dile getirir: “Hz. Muhammed mescitte oturuyordu. Birisi mescidin kapısının önünden geçti. Dostlardan birisi Ey Allah’ın elçisi, şu geçen kişiyi seviyorum ben. Hz. Muhammed kalk ve bu sevgiyi ona bildir, buyurdu(Mektuplar:55).

Mevlana’ya göre sevgi ve aşk insanlık vasıflarındandır. Hayvanın bu kavramlardan haberi olmadığı gibi, bu duyguları yaşaması imkansızdır. O bu konudaki düşüncelerinin şöyle ifade etmiştir:

Sen aşık olmadıysan, sevgi nedir, bilmiyorsan;
Yürü git, ot otla; eşeksin sen(Mektuplar:95).

Aşksız yaşama ki, ölü olmayasın;
Aşkla öl ki diri olasın(Mektuplar:36).

Peygamberimizin yolu aşktır;
Aşk oğullarıyız biz, anamız aşktır.
A anamız, a beden elbisemizde gizlenen anamız,
A bizim kafir tabiatımız yüzünden gizlenmiş anamız(Rubailer: 18).

Kime aşk sırlarını öğrettilerse,
Ağzını diktiler, söz söyletmediler(Mektuplar:136).

Sen şehvetine aşk adını takmışsın,
Fakat şehvetten aşka dek uzun bir yol var...(Rubailer:29).

Aşk, büyükler için bal, çocuklar için süttür.
Aşk her gemiyi batıran istiap fazlası son yüktür(Mesnevi VI: 4032).

Aşk olmasaydı, varlık neden olurdu, ekmek nasıl olur da gelir, senin vücuduna
katılırdı?(Mesnevi V:2012).

Zahitlik nedir? Kötü söylemeyi bırakmak.
Aşıklık nedir? kendi varlığından, benliğinden söz etmemektir.(Mecalis-i Seba:60).

Aşk, kimseye niyazı ve ihtiyacı olmayan Hakk’ın vasıflarındandır. Ondan başkasına aşık olmak,
geçici bir hevestir(Mesnevi VI:971).

Nur ve kemal, helal lokmadan doğar.
İlim ve hikmet, aşk ve merhamet helal lokma ile olur(Mesnevi I:1707).

Sonuç olarak Mevlana’ya göre aşk, dünyanın yaratılış sebebidir. Tanrı evreni sevgi yüzünden
yaratmıştır.
Günlük namaz beş vakittir ama
Aşıkların namazı devamlıdır(Mesnevi VI:2694).

Aşkın Finali

Gördüğün gibi
Aşk sözcüklerimin çığlığı acıtırken şiiri
Seninleyim finalde
Şiirin her azası sen kokuyor
Kurtuluşum bu kokuyu silmekte yatıyor

Dinle!
Sevda bir vesileydi gerçek aşka ulaşmaya
Bazen nimet diyorlar buna ya
Cismimi senden uzaklaştırmaya çalışıyordum
'Beni Sen'den ayırma Ya Rab!'' derken
Gönlüme ibadetin hazzını koymaya alışıyordum

Gözümün siyahına Kâbe dedim, kirpiklerime örtüsü
Şimdi; senden O'na geçme vakti sevdiğim
Yörünge saniye şaşarsa kıyamet kopar demezler mi?
Vuslat arzulayan düşler
Kıyametin kendisi değil mi?

Yasal olmayan düşleri yasakladım
Aşkı ahirete sakladım

Hayallerimi seviyorum
Onları izlemeyi seviyorum
Ağlamayı sevdiğim kadar
Sır mı istiyorsun benden?
Ağlamadan yazdığım hiçbir sözcüğe güvenme
Ve hiçbir şiirim ağlamadan yazılmadı

Kendimi senden uzak tutuşum
Evrenlerdeki beni aramaklığımdan
Oralarda bir yerlerde beraberiz, biliyorum
Hatta görüyorum desem...

Cennet yapraklarında da yine sen varsın sevgili
Hani demiş ya şair;
''Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli''
Senin bedeninden kaçışım,
O'na vardığımın bir mührü

Kâğıt kentlerde kâğıt aşklar yırtılıyor
Aklım gerçek aşkı tanıyor
Gönlüm yanarken
Ellerim üşüyor

''Allah, Allah'' lafzını tekrarlarken dilim
Avuçlarımda bana bakıyor Kuran-ı Kerim
Ah seccadem!
Kuru kalmayı sevmez bu küçük kilim
Hiç kalkmayacakmış gibi yapışacak yüzüm yere
Usanmadan milyonlarca kere

Bir kez daha dinle!
Seccademin dilinden konuşacağım şimdi
Bir oda kadar büyüyüp geliyor önüme
Çeviriyor beni gerçek yönüme
''Eğil!'' diyor
Eğil ki evrenlerin bir yerindeki eşin de eğilsin
Eğil ki burada eğilmiş başların
Orada nasıl dikildiğini göresin
''Eğil!''
'Eğil!''

Eğiliyorum, muhteşem kubbenin altında
Sebeb-i sevdaya şükrediyorum
Gönlüm yanık
Ellerim soğuk, bedenim titrek
Eğiliyorum
Secdeye duruyorum
Sana dua etmeyi
Unutmuyorum
Gördüğün gibi

Müjgân Akyüz/MAJ

 
Toplam blog
: 52
: 410
Kayıt tarihi
: 08.04.10
 
 

Samsun doğumlu, Öğretmen Lisesi mezuniyetinden sonra mimarlık fakültesine devam ve bitiriş. Uzun sür..