Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Eylül '13

 
Kategori
Spor
 

Aslında laik yüzümüzü tanıtacaktık

Aslında laik yüzümüzü tanıtacaktık
 

Eğer Buenos Aires’teki oylamada 2020 Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yapma hakkını kazansaydı, kuşkusuz ki İstanbul Türkiye’nin modern laik yüzünü tanıtma fırsatını yakalamış olacaktı.

Bu açıdan bakınca da, olimpiyatların bizde düzenlenmesini en çok laik kesimlerin istemesi gerekirdi. Buna karşın muhafazakâr çevrelerin de, şehrin ve milli manevi değerlerin “muhafaza” edilmesi adına, bu adaylığa mesafeli durması beklenirdi.

Doğal olan buydu.

Ancak söz konusu Türkiye olunca, akıl ve mantık kuralları altüst oluyor.

Bu defa da bu kural şaşmadı: Laikler oyunların ev sahipliğine şüpheyle yaklaşırken, muhafazakârlar daha sonuç belli olmadan Başbakanı adeta “olimpiyat fatihi” ilan ettiler. Siyasi kutuplaşma, tüm bölünmüşlüğüyle dünya çapındaki bu milli projeye de yansıdı. Ancak ne olursa olsun, oylamaya geçildiğinde tüm ülke ekran başına kilitlendi ve Türkiye’nin galip gelmesini heyecanla bekledi.

Ne yazık ki, sonuç bir kez daha hüsran oldu.

Aslında nedenini hiçte uzakta aramaya gerek yok, sadece tanıtım filmleri bile hangi ülkenin gerçek anlamda spor ruhu taşıdığını gösteriyor. Japonya Tokyo’yu geri planda tutup tüm ağırlığı spora verirken, Türkiye İstanbul’u adeta bir turizm şehri olarak lanse ediyor. Spor çok gerilerde ve oldukça amatör seviyede yer alırken, modern ile muhafazakâr Türkiye sentezi de yapay kalıyor. Ayrıca Japonların tercih ettiği enstrümantal müzik, Rihanna’nın biraz fazla “cıyak” kaçan parçasına kıyasla, çok daha fazla sporu çağrıştırıyor.

Belki de asıl sorun, olimpiyatların hangi nedenle düzenlenmek istenildiğiyle ilgilidir. Japonya uzun yıllardır kökleşmiş olan spor başarılarını bir kez daha taçlandırmak isterken, Türkiye lig atladığını ve artık gelişmiş ülkeler halkasında yer aldığını ispatlamak arzusunda. Bu bağlamda olimpiyatların spordan ziyade, tanıtım yönüne ağırlık veriyor. Spor karnesi çok zayıf, milli spor ruhu ise futbol ve bir nebze de basketbol dışında hiç yok gibi. Bu iki dalda da son yıllarda gittikçe daha da aşağı doğru seyreden bir başarı grafiği söz konusu. 12 dev adamın son cüce performanslarına hiç değinmiyorum bile.

Özellikle de yaz olimpiyatları, ülkelerin ne denli sporla iç içe olduğunu gösteren en önemli etkinliklerdir. Bu açıdan da ekonomik gücüne bakarak burun kıvırdığımız Romanya gibi ülkelerin, hemen hemen her spor dalında finale kalarak adlarını skor levhasına yazdırdığını anımsatmakta fayda var. Böyle bir spor ruhu bizde asla yok, çünkü bizde çocukların, gençlerin ve yetişkinlerin hayatında “spor” diye bir kavram yok - ekran başında futbol izlemek dışında. Bu yaz düzenlenen Akdeniz Oyunları ülkemizde hiçbir iz bırakmadığı gibi, her yaz düzenlenen Diamond League gibi dünya çapındaki yarışmalarda da Türk sporcuların esamisi okunmuyor.

Oysa olimpiyatlara ev sahipliği için başvuran bir ülkenin bu açıdan sunabileceği bir gurur tablosu olmalıdır, adı her türlü yarışmalarda her daim finallerde ve tabii ki madalya törenlerinde geçmelidir.

Japonya örneğinde olduğu gibi.

Ancak Japonya’nın başka artıları da vardır. SpiegelOnline’da yer alan habere göre, Japonlar para ve cazibeyle galip geldiler (bkz. “Olympische Sommerspiele 2020: Tokio siegt mit Geld und Charme”). Kuşkusuz ki dünyaca ünlü Iraklı kadın mimar Zaha Hadid’in tasarladığı yeni Tokyo Olimpiyat Stadı’nın da üyeler üzerinde çok olumlu etkisi olmuştur.

Ancak bundan öte 2016’da başarılı olamayan Japonlar, hemen 2020 Olimpiyatları için hazırlığa girişmiş ve 3,1 milyar Euro’luk devlet teşvikini bankaya yatırmışlar. Oylamanın kazanılmasıyla birlikte de bu para kullanıma açılmış durumda.

Bundan etkilenmeyecek bir olimpiyat komitesi var mıdır?

Ayrıca Tokyo, İstanbul ve Madrid’e kıyasla zamanlama konusunda daha çok güven telkin etmiş. Japonlar şehir içi ulaşım konusunda dünyanın en iyisi olarak kabul ediliyorlar. Olimpiyatlar esnasında saatte 500 bin kişinin aksaksız ulaşımını sağlamak, onlar açısından çocuk oyuncağı. Şu anda bunu tüm Tokyo bazında her yarım saatte başarıyorlar. Bu arada bazı üyelerin, 2024’teki kendi Avrupa adaylıkları yüzünden, herhangi bir Avrupa şehrini tercih etmedikleri söyleniyor.

Japonların maharetle üstesinden gelmeyi başardıkları bir başka konu ise, dopingle ilgili lekesiz karneleridir. Şu ana kadar Japonya’ya hiçbir olimpiyat oyununda doping suçlaması yöneltilmemiştir. Ayrıca Japon hükümeti Dünya Anti-Doping Ajansı WADA’ya yüklü miktarda maddi destek sözü vermiş bulunuyor.

Daha ne olsun?

Ancak bitmedi, olimpiyat komitesine yıllardır başkanlık eden multimilyoner Japon işadamı Masato Mizuno, üyeler arasında çok sevilen bir isimmiş. O çevreyi çok iyi bildiği gibi, herkesle de birebir ilişki kurmada da çok başarılıymış.  Ayrıca Japon Prenses Takamado’nun mükemmel İngilizce ve Fransızcayla yaptığı sunum büyük takdir toplamış, çünkü Japon adaylarda en çok dil konusunda sorun yaşanıyormuş. Bundan önceki tanıtımlara özellikle uzak duran Japon kraliyet ailesinin bu değişen tutumunun ise, özellikle “mavi kanlı” ve etikete önem veren yaşlı komite üyeleri üzerinde çok olumlu etkisi olduğu söyleniyor. Prensesin Buenos Aires’te aralıksız, güler yüzlü ve de etkin lobi faaliyetleri meyve vermiş gibi gözüküyor.

Tüm bunların sonucunda, Fukushima ile ilgili olası tereddütlerin giderilmesine ve Japonya’nın daha ilk turda üstün galibiyet göstermesine şaşırmamak gerekiyor.

Görüldüğü üzere Japonya’nın zaferinin gerisinde son derece profesyonel bir hazırlık süresi ve bu sonucu hak eden sportif başarılar yatıyor.

Bu yüzden Gezi olaylarını bu yenilgi için mazeret olarak göstermek çok yersiz kaçıyor, kaldı ki bu açıdan eleştirilen The Times’ta Türkiye’nin adaylığına tam destek veren bir yazı da yayınlandı.

Ancak Türkiye’nin hem sportif hem de lobi faaliyetleri alanında daha kat etmesi gereken çok uzun bir yolu var. İki kıtayı birbirine bağlayan bir ülke olarak her alanda gerçek ve de samimi “sentezlerde” buluşmak zorunda. En başta da laiklik ve muhafazakârlık konusunda.

Ancak bunu başardığımız zaman, olimpiyatlar gibi etkinliklerde inandırıcı olabiliriz. Laik profesyonel yüzümüzle olduğu kadar, manevi muhafazakâr değerlerimizle de. Çatışmaya devam ettiğimiz sürece ise daha çok yenilgiler yaşarız.

Herhangi bir hedefi getirisi için değil de, içeriği açısından arzulamayı öğrendiğimiz zaman, zaten başarı kendiliğinden gelecektir.

Ondan ötesi ise her daim hüsran olacaktır.

Hem de her konuda.

Zuhal Nakay

 
Toplam blog
: 102
: 618
Kayıt tarihi
: 24.08.13
 
 

Mimar / Blog Yazarı ..