Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ağustos '09

 
Kategori
İnançlar
 

Aslında

İnsanların doğumlarından ölümlerine kadar olan süreçleri etkileyen tarihi olayların önemleri ve kutsallıkları tartışılmaz hiç şüphesiz. Tartışmak bile yasaktır aksi takdirde sonsuz azap, toplumsal dışlanma, dinden kovulma veya linç edilme gibi olaylarla karşı karşıya gelebilir insan. O yüzden hiç derinlerine inmeden ne deniyorsa ona inanılmalı. Böylesi en uygunuymuş. Tıpkı baskıcı rejimlerdeki "sorgulama! sadece yap!" mantığına benziyor.

- Evet, konu din. Daha doğrusu anlatılan veya atfedilen dinler.

Senaryo hep aynı.

Bir kahraman vardır. Bu kahraman yanlış içerisindeki insanları Yaratıcının yoluna veya ruhani olarak yüksek bir dereceye çağırır. Yanlış yapmayın gelin doğrusu budur der. Ve sonra doğal veya mistik sebeplerle ortadan kaybolduktan sonra, söylediklerinin kayıtları ortaya çıkar. Ve insanlar birbirlerine bu çağrıyı tekrar ederek çoğaltırlar. İnsanlar da, bunları tıpkı bir marketin raflarındaki elmalar gibi seçip yaşantılarını ona göre programlar.

Burada kahramanları ve bulundukları ortamı biraz daha açalım:

İlk kahramanımız Musa (ondan öncekiler de vardır ancak günümüzde getirdiklerinden pek bir şey kalmadığından bahis konusu yapmayacağım)

Musa'nın hayatını hatırlayalım. Mısır'da Milattan önce 1200'lü yıllarda yaşadı. Bulunduğu ortamda Tanrı olduğunu iddia eden Mısır Halkının Kıralı yani Firavun vardı. Yaptığı şeyin özeti "Firavun Tanrı olamaz! O basit bir insandır! Gerçek Tanrı Sonsuz ve Gerçek Güç sahibi bir varlıktır!" felsefesiyle hareketine başladı. Sonraki olaylar mücadeledir ve bu mücadele insanların mübalağa sanatına çok yer verdiği destanımsı şekillere de dönüşmüştür.

İkinci kahramanımız İsa:

Onun hayatını hatırlayalım:

Musa ile çok benzer bir durum, ancak burada Musa'nın getirdiklerinin toplumda çarpıtılması, yanlış ve haksız uygulamalar söz konusu. Ve bu haksızlığa ve yanlışlığa karşı bir mücadele ve bu mücadelenin sonunda destanlaştırılan yani, kimi kaynaklarda ölüp dirildiği, kimi kaynaklarda da öldürülmediği halen yaşadığı, babasız olarak dünyaya gelmesi, Tanrı'nın oğlu olması, ölüleri diriltmesi vb gibi bir çok doğa kanununa aykırı etkenlerle süslenen bir ölümle sonuçlanan yaşam.

Muhammed bin Abdullah (ya da İslam Kültüründe kullanılan hitap ile Hz. Muhammed)

Önceki kahramanlarımızın yaşadıklarının hemen hemen aynısını bir kaç farkla yaşamıştır. Farklar: Yapılan mücadele ilkel Afrika kabilelerinde halen devam eden Put, Totem veya Heykel gibi unsurlara tapan bir düzene karşı gerçekleşmiştir. Ve diğer kahramanlarımızda olan aynı şey: yani öğrettiği ve yaşam felsefesini oluşturan kanunların kendisinin ölümünden sonra toplanarak kitaplaştırılması.

Buda

Hayatından günümüze erişen bilgilerden bir sentez yapıldığında diğer kahramanlarımızla benzer kısımları mevcuttur. Mesela mücadele: yapılan mücadele insan ruhunu kaplayan elbisenin yani vücudun, dış dünya ile olan alışverişinin kısıtlanarak ruhani olarak mükemmelliğe ulaşmak. Getirdiği öğretilerin çoğunun değişime uğramasından dolayı herhangi bir Yaratıcı, Tanrı kavramından bahsedip bahsetmediği belirsizdir.

Günümüzde dünyamızdaki hemen hemen her insanın doğumunu, yaşamını ve ölümünü doğrudan etkileyen unsurlar yukarıda sıralanan kahramanların anlattıkları kurallar veya onların anlattığı kuralların türevleridir.

Burada bir gariplik fark ediyor musunuz siz de benim gibi?

Düşünün bir, kainattaki bilinçli bilinçsiz tüm canlılar ve maddelerle doğrudan bağlantısı olan bir varlık iletişim için bir aracı insan kullansın?

Ayrıca Tanrı tarafından gönderildiği iddia edilen bu kişiler, getirdikleri kurallar yaşamları devam ederken tamamlanmasına rağmen yayınları öldükten sonra yayınlanmıştır? Pek tabiî ki kurallarını hayatta iken titizlikle inceleyip yazıya ve kitaba çevirmelerini kontrol etmeleri en öncelikli görevleriydi. Bunun için gelmemişler miydi?

Ayrıca, bu kişiler tüm insanlığa hitap etmek için gönderilmelerine rağmen neden bulundukları coğrafyada dolanıp durmuşlar?

Bunun gibi bir çok soru geliyor insanın aklına.

Ve bu soruları değerlendirince karşımıza o korkunç gerçek çıkıyor.

Bu kahramanların tamamı bulundukları mevcut düzendeki haksızlıklara, yanlışlıklara, çarpıklıklara ve dinle ilgili yanlış uygulamalara baş kaldırmış, bu uğurda taraftar toplamış ve bu eylemlerini yaparken de kendilerine anlatılan değil, gerçek Tanrı'yı kafalarında canlandırdıkları düşünceyi kullanmış insanlardır.

Yaptıkları mücadele ve kişilikleri, daha sonra bu görüşleri destekleyen, kendileriyle bu uğurda mücadele veren ve bu öğretilere inanan kişiler tarafından destanlaştırılmış ve anlatımdaki sınırların kalkmasından dolayı kontrol edilemez bir felsefeye dönüşmüştür.

Yani bu kişiler Tanrı'yı temsil eden kişiler değil, Tanrı'yı anlamaya çalışarak bulundukları toplumdaki düzene karşı baş kaldıran kişilerdir.

Buna benzer örnekleri yakın tarihte ve hatta günümüzde de görebilmemiz mümkündür (Ülke kurucuları, bağımsızlık liderleri, insan hakları liderleri, dini liderler ve özellikle geri kalmış toplumlarda doğa üstü güçleri olduğu iddia edilen büyücü, üfürükçü vb insanlar gibi unsurlar buna örnek oluşturabilir)

Mevcut dünyadaki hiçbir sistemin gerçek Tanrı ile alakası yoktur. Tanrı hiçbir canlı ile iletişime geçmemiştir. Tanrı'nın kendisini anlatmaya ihtiyacı yoktur ve kendini yücelterek anlatmak zaten iyilik sınıfına sokulamayacak bir davranıştır, bencillik ve kendini beğenme olarak adlandırılır.

Tanrı'yı gerçekten bulmak isteyenler onu şekillerde, yapılarda, yazıtlarda değil onu bilimde aramalıdır.

Onu anlamaya, bulmaya çalışarak mevcut düzenlerindeki adaletsizlikleri ve haksızlıkları çözmek için yola koyulan insanları onun temsilcisi olarak ilan eden ve bunca insanı içinden çıkılmaz bir labirente sokanlara lanet olsun. Onlar, bu dünyada tabiatın kullanacağı bir yakıt olmaktan ileri gidemeyeceklerdir.

 
Toplam blog
: 2
: 445
Kayıt tarihi
: 08.08.09
 
 

1978 Doğumluyum. Çevirmenim. Üniversite Eğitimimi Kazakistan'da Dil Bilim Üzerine Tamamladım. İngili..