Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Aralık '09

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Aspendos'tan Zeytin Taşı'na

Serik, üstü gibi altı da sırlarla dolu.. Yerin üstü ayrı, altı ayrı güzel.. Antalya - Serik’in üstünde; Çeşitli hayvan türleri.. Tarihi yapı ve mekânları… İnsanı hayretler içinde bırakan yapım tekniği, mükemmelliği ve güzelliği yanında altında gizli sırları ile insani hayretten hayrete sevk eden sürprizleri ile karşılaşmak mümkün.

Serik için güzelliğin bütünü dense yeri.. Güzel, güneşli bir kış günü. Şubatın 9’unda Serik Kaymakamı Selami Altynok’un tavsiyesiyle Serik’e Sekiz km mesafedeki Zeytintaşı Mağarası’nı görmek üzere Serik ilçe merkezinden çıkıyoruz.. Yanımızda bölgeyi çok iyi bilen, yıllarını bölgenin tanıtımına ve insanların hizmetine vermiş değerli bir mihmandarımız var..

Önce yolumuz Köprüçay Köprüsü’ne düşüyor. 225 metre uzunluğundaki Belkıs Köprüsü, eskiden Eurymedon olarak bilinen Antik çağdan kalma temeller üzerine Selçuklu döneminde el emeği göz nuru ile tamamen Türk mührü vurulan bir köprü.. Yeni restore edilmiş.. Ziyarete gelenler için çevresine kurulmuş tezgah ve çadırlarda insanlar turistik eşya satıyorlar..

Biz, bu ziyareti yaptığımızda tam Muharrem’in 10’u.. Yani “Aşure” günü. Güler yüzlü ve Anadolu kültür değerlerine bağlı esnaf, Aşure çorbası yapmış. Selçuklu köprüsünü ziyarete gelenlere ikram ediyorlar. Bizde nasibimize düşen payı alıyoruz… Sanki gök çökercesine şimşeklerle, yıldırımlarla şakır şakır yağan ve birkaç gündür süren yoğun yağmurdan sonra altında Köprüçay’n hala bulanık akan suyunun oluşturduğu ırmağın, başı kardan taçlarla süslü, bulutlardan gerdanlık dağları ile bütünleşerek Aspendos’a karşı oluşturduğu görüntüsü muhteşem. Bu doyumsuz manzarayı ilk defa görüyoruz.

Evet, Köprü Çay’dan, Belkıs Köyü’nden bakınca ortaya çıkan manzara size bunu çok iyi hissettiriyor. Hissettirmiyor, adeta haykırıyor.. Köprüçay, kenarında Belkıs Köyü’nde bulunan lokantadan yenilen leziz yemeklerden sonra, yeşillikler, güneş ve görkemli Toros manzarası eşliğinde bir zamanlar Yunan ve Roma gemilerinin yüzdüğü, Pers savaşçılarının serinlediği, büyük İskender, ovalarında at sürdüğü, Selçuklu’nun üzerine bu gün bile insani etkileyen mimarlık örneği ile dantel gibi işleyerek -Anadolu’ ya taktığı- kurduğu köprülerden olup, günümüzde rafting – sal yarışı- tutkunları için ideal bir parkur oluşturan Köprüçay nehrini takiple Aspendos’a, akustik düzeniyle ilgi çeken tarihi tiyatroya geliyoruz.. Yunan efsanesine göre, Truva Savaşı’ndan sonra Pamphylia’ya gelen kahraman Mopsos liderliğindeki Argive kolonicileri tarafından kurulan ve bölgede kendi adına madeni para bastıran ilk şehirlerden biri olarak bilinen Aspendos şehri kalıntıları, Köprüçay’dan bakılınca ayrı bir anlam ifade ediyor. Zira, şehrin doğu eteğine kurulan Aspendos tiyatrosunun hemen üstünde şehrin en tepesindeki kilise kalıntısı..

Sanki, “Ey zalimler.. Zulmünüzle yerlere battınız” dercesine iman ve inancın zaferini haykırıyor.Ve bunu; ayakta kaldığı, sürece insanların gözlerine sokuyor.. Bilindiği gibi her ne kadar Aspendos şehri; Milattan önceki dördüncü-beşinci yüzyıllara tarihlense de Aspendos tiyatrosu olarak bilinen harika yapı İmparator Antonius Pius (138-164) döneminde, o şehrin mimarları Xenon ve iki erkek kardeşi Curtius Chrispinus ile Curtius Auspicatus tarafından inşaa edilmiş. Kimi kayıtlarda da Tiyatroyu, imparator Marcus Aurelius’un hüküm sürdüğü dönemde(M.S. 161-180) Theodorus’un oğlu mimar Zeno tarafından yapılarak ülkenin tanrılarına ve imparatorluk evine hediye edildiği belirtiliyor. Ve döneminin süper gücü ve çok koyu bir Allah’sızlık inancına bağlı, çok tanrılı dinlerini korumak için her türlü insanlık dışı zulümlerden çekinmeyen Roma’ya bağlı site krallarının kontrolündeki bölgede Hz Pavlos (Aziz Paulos ) ve Barnabas gibi iman abidelerinin, tevhit erlerinin irşadı ile imana gelen Hıristiyan Müminlerin dinlerinden dönmeleri, “Allah bir” dememeleri için zulme uğradıkları alanın simgesi olmuş. Tevhit inancına sahip ve her şart altında “Allah” diyen müminleri, işe yaramaz sözde tanrı heykelleri ile süslü bina da aç aslanlara atatarak keyif içinde halkı ile seyreden kafir Romalı krallar; zulümlerine zulüm katarlar ve siyasal emellerini sürdürebilmek üzere çürük inançlarını muhafaza güya korkutarak korumak ve insanların iman nuru ile aydınlanmaması için; ne kadar iman sahibini vahşice parçalatırlarsa o kadar zevk duyarlarmış..

Ancak o iman sahipleri o müminler; dinlerinden dönmek, Romalıların işe yaramaz tanrılarına secde etmek şöyle dursun, canlarını seve seve vücutlarını asanlara yem yaparak şahadet şerbetlerini içerlermiş. Öyle ki, zaman gelmiş Romalı kafirlerin zulümleri, müminlerin kanların da boğulmuş.. Tevhit güneşi, tüm Roma’ya doğunca Hıristiyanlar, eski dönemin adaletsizlik simgesi ve yönetim alanı olarak kullandıkları binayı imanlarının simgesi anlamandaki kiliseye çevirerek zülüm gördükleri mekânların en zirvelerine kondurmuşlar. Artık, aç aslanların pençe ve dişleri arasında parçalanan o müminlerin can havli ile çıkardıkları seslerle inleyen mekan, güzel sesli insanların haykırdıkları ilahilerin söylendiği alan oluvermiş. … Tiyatronun hemen girişinde, ana kapı üzerindeki kemer sizi Selçuklu ile kucaklaştırıyor. Tiyatroyu kucaklayan bu kemer sanki, “ben olmasam yıkılır, giderdin” dercesine binayı tutuyor.. Her ne kadar tarih kültürü şöyle dursun, bilgi hatta izan ve insaftan yoksun kimi turist teberleri, gelenlere “Selçuklu’nun Yunanca yazan levhayı bu kemerle kapattıkları” yalanını söyleyebiliyorlarsa da, tiyatro binasını bozma şöyle dursun özellikle I. Alaeddin Keykubat’ın hükümdarlığı sırasında tamamen restore edilen tiyatro, Selçuklu tarzında zarif çinilerle süslenmiş. Kervansaray olarak kullanan Selçuklu, Osmanlı’nın Ayasofya’ya minarelerle payanda vurduğu gibi binanın yıkılmaması için gereken önemi vermiş ve kemerlerle destekleyerek tiyatronun direncini artırmış... Ayasofya’dan Müslüman Türk’ün mührünü silmek için uzanan hoyrat eller, buradan da Müslüman Türk’ün mührünü silmeye gayreti içine girerek o güzelim çinileri sökerek altından “köhne Bizans’ı” hortlatmaya kalksalar da, “tiyatro yıkılır” endişesiyle kuşak şeklinde binayı sararak kucaklayan Selçuklu Kemeri’ni sökmeyi göze alamamışlar. Gördüğümüz manzara karşısında durumu böyle özetleyince bir turist rehberini “Ha öyle .. Olabilir “ diye akli başına geliyor.. Bundan sonra yine, tarihi binanın yaşaması için tedbir alarak bu güne gelmesini sağlayan Selçuklu’ya laf atarlar mı, bilemiyorum. En azından vaziyeti yerinde görerek, durumu açıklayıp izah ettiğimiz turist rehberinin kulağına küpe yapacağını düşünüyorum.. Gerçekten etkileyici ve muhteşem binada, kimi yabancı turistlerin -inanç yönünden- atalarının ruhu ile irtibata geçercesine düşünceye daldıklarına şahit oluyoruz. Biz görmedik ancak anlatılan o ki; kimi yabancılar, binanın çeşitli yerlerine yatarak atalarının ruhunu dinlemek üzere saatlerce derin metafizik translara giriyorlarmış. Onlar; ne düşünür bilmeyiz ama biz, hala söylenen aryalardan aç aslanlara yem edilen müminleri, şehitleri düşündük ve zalimlere mazlumları galip getiren Allah’a şükrettik.. …. Mihmandarımız, tiyatro ile ilgili bilgi verirken sahne arkasındaki duvardaki delikleri ve duvara oyulmuş bölümleri göstererek, “Bu davardaki oyuklarda Romalıların taptıkları tanrı figürleri, heykelleri mevcutmuş, delikler de yaşayan tanrılar tiyatrodaki gösteriyi izlermiş. Ama tanrı heykelleri ve kabartmaları, artık yok” diyor. Biz; “Eğer buralarda kimi heykeller yok ise bunların sorumlusu Müslümanlar değildir. Koyu bir küfür döneminden Hıristiyanlığa geçen Roma, pagan dönemi yaşadı.

O dönemde kendi inancanı ters gelen ne varsa hepsini yok etti ya da eskiye benzemez şekle soktu. Bu Tanrı figürleri de o kıyımda nasibini almıştır..” deyince çok bilmiş rehberlerden biri; “ Biz onu öyle bilmiyor ve özelikle Selçuklu -Osmanlı dönemlerinde zarar gördüklerine inanıyorduk..” demez mi? Tiyatroda; güçlü bir ses düzeni, yanında koyu bir protokol uygulamasını da görebiliyorsunuz. Krallarını, ileri gelenlerini, saray kadınlarının ve halkın kademe kademe sosyal seviyesine göre oturma düzeni belirlenmiş. Adeta o dönemin sosyal statüsü taşa nakşedilmiş. Ve siz burada döneminin taşa kazınmış şekli ile taşlardan mermerlerden yontma, sözde tanrılar, onların adına insan şekline büründürülmüş canlı tanrılar (ruhban sınıfı), her şeyi kendilerine mubah gören kralları, yargıçları, komutanları ile sivil ve askeri bürokratik düzeni tam olarak görüyorsunuz. Hatta imparatorlara en yakın alanda özel localarına yerleşmiş kendilerini Roma’nın yürek tanrısı Vesta’ya adamış kutsal bakireleri düşünerek günümüzdeki yasayan Hıristiyanlığın rahibeleri, kardinalleri, konsülleri ile, kutsal kralların hemen yanına, taht merkezlerine oturtulan papaları, patrikleri ile Hıristiyanlığın bu gün geldiği hali, yani ilahi bir dinin “emperyalist Roma dini” haline nasıl dönüştürüldüğünü, adeta yaşıyorsunuz. Kaldırın yerlerinden tiyatrodaki taşlarla anıtlaştırılan kafir Roma kurum ve kuruluşlarının temsilcilerini getirip bu günkü Hırıstiyanlığın temsilcilerini oturtun o günün Roma’sının statüko ve kurumlarının Hıristiyanlığa giydirilerek ne hale getirildiğini, ilahi çizgiden hangi kaidelere oturtularak ne kadar uzaklaştırıldığını görecek ve “Allah, indinde tek din” olan İslam’ın Hz.Muhammed ile yer yüzünü yeniden aydınlatma gereğini anlayacaksınız. ……

Yolumuz uzun ve gideceğimiz menzil var.. Biz tarihi tiyatroda son “aryacı” olarak yanık türküler söylerken gördüğümüz, kendisinin “Diyarbakır … ilçesinden İlhan Aslan” olduğunu söyleyen gençle birkaç turisti, -oturma kapasitesini kesin olarak belirlenemeyen ancak 10.000 - 15.000 kişilik oturma kapasitesine sahip olduğu söylenen ve son yıllarda düzenlenen Antalya Film ve Sanat Festivali kapsamında verilen konserlerde 20.000 seyircinin alınabildiği - tiyatro ile baş başa bırakıp , Aspendos şehri eteklerine kurulan Pazar yerini seyrediyoruz. Yukarda da Bazilika denilen tarihi kilise kalıntısı tüm haşmetiyle duruyor. Bölge İslamlaşıca, Müslüman milletler; - Seçuklu ve Osmanlı- tarihi dokuya dokunmamış kendine yeni yerleşim alanı kurarak, “Batıl”ı kendi haline terk etmiş.. Fakat hala o muhteşem antik tiyatro duruyorsa bütün dünya milletleri, başta Selçuklu olmak üzere İslam anlayışına – hoşgörüsüne- ne kadar minnet duysa azdır. Zira bu gün “Batı”diye bildiğimiz sözde medeni milletler, kendilerinden olmayanların eserlerinin kaçta kaçını ayakta tutmuşlar ve korumuşlar!.. … Eski (antik) şehri, solumuza alarak yolumuza devam ediyoruz. Tarihi su kemerleri karşılıyor, bizi. Hala görüntüleri muhteşem. Dönemine göre çok iyi bir mimari yapıları var.. Kalın duvarlar üzerine yerleştirilmiş su arkları ile 14-15 km uzaktan Aspendos’a su taşınmış.. Zira biz Zeytintaşı Mağarası’na giderken dere boyunda kilometrelerce uzakta bu su kemerlerinin kalıntılarına rastladık. Dolayısıyla şehre gelen su, kilometrelerce öteden, esas su kaynağından itibaren kemerlerle taşınmış.

GİZLİ HAZİNE, ZEYTİNTAŞI MAĞRASI

Evlerimizde iş yerlerimizde süs bitkisi olarak saksılarda yetiştirdiğimiz Kaynanadilinin bahçe kıyılarında çit olarak dikildiği köy yerleşimlerini geçerek Toroslar’ın eteğindeki ormana dalıyoruz Tertemiz hava. Bol oksijen.. Ve arabamız Toroslar’a tırmanıyor. Akbaş Köyü, Gökçeler mahallesinde kendini dağa dayamış, kocaman düz yüzeyli, yekpare bir kütle şeklinde duran beyaz kayanın önünde park ediyor arabamız. Demir kapı ile kapatılmış kaya ağzında “ZEYTİNTAŞI MAĞRASI “ yazıyor. Bizi güler yüzlü ve işi kendilerine zevk bilmiş görevliler ile mağra ağzında kurulmuş konaklama tesislerini işleten köyün (Akbaş) muhtarı Mehmet Cansız karşılıyor. Mağaraya giriyoruz.

ZEYTİNTAŞI MAĞRASI, YENİ BULUNMUŞ

1997 de Yol İnşaatına çakıl, mıcır yapmak üzere bölgedeki kayalarda lağım atarak üretim yapan müteahhit ve isçiler yine Kayada lağım atmak için çeşitli yerlere dinamit lokumu koymak üzere yuva açarlar. Dinamiti yerleştirip kendilerini güvende olacak alana çekilirler. Dinamit büyük bir gürültü ile patlar Kayada, dinamitin tesiri ile fırlayan parçalarla önemli bir oyuk açılır. İşçiler, kopan parçaları arabalara yüklemek üzere koşarlar. Oluşan molozlar toplanır. Birde ne görseler?.. Dinamit patlatmak suretiyle oluşturulan kaya kovuğundan ileri ye yol var. Ama bildik yol değil. İlginç oluşumlarla kaplı bir yol. Kupkuru kaya ve kovuğuna inat, içerde çağıldayarak akan sular, damlalar damlalar.. Farklı şekiller.. Görenlerin ağzı açık kalır.. İlgililere haber verilir.. Gelir bakarlar, yüzyıllarca dededen babaya intikal ederek bölgede yaşayan köylüler… Ve tarih, tabiat bilgisi herkesten yüksek Bilginler; gördüklerine şaşar kalırlar. Buralarda böyle bir şey yoktur ve iç duyulmamış, tarihler yazmamıştır, efsanelerde hiç adı bile geçmemiştir. Binlerce yıllık yerleşim yerlerini bağrında barındıran Antalya, Serik böyle bir şey ne duymuş ne de görmüş. Üzerinde binlerce yıl yaşayarak bilgi birikimlerini bir birlerine aktaran medeniyet sahipleri insanlar, hiç böyle bir şeyden haberdar olmamışlardır. Evet, binlerce yılın oluşumu tabiat harikası gizli hazine, böylece bir güzel tesadüfle yün yüzüne çıkar. Ortada çok önemli hem de iki kat bir mağara vardır. İlgiller devreye girer. Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan, köy ihtiyar heyetine. Kim varsa sahip çıkar. Düğüm çözülemez. Bir sürü hukuki girişimlerden sonra Antalya İl Özel İdaresi ve Akbaş Köyü tüzel kişiliği mağarayı insanlığın hizmetine sunar. Bölgenin adının Zeytintaşı Kayalığı olması dolayısıyla ortaya yeni çıkan bu mağaraya “Zeytintaşı Mağarası” ismi uygun görülür. Hem bu şekilde hikayesini dinliyoruz hem de şırıl şırıl suların aktığı, oluşumun devam ettiği mağrayı gezip, inceliyoruz. Aman Allah’m! Sen nelere kadirsin?.. Anlatılması imkansız. Görülmesi gereken oluşumlar, oluşumlar. Sanki Kapadokya’daki peri bacaları.. Pamakkale’de ki yapı... Anadolu’da ne varsa mağara içinde bir benzerini bulmak mümkün. Tül tül perdeler.. Yıldız yıldız danteller. Aşk odalarını andıran bölümler. Belli bölüme vardığınızda sizi alt kattaki- henüz hizmete girmemiş olan -güzelliklere buyur eden geçit.. İnsanı ötelerden ötelere taşıyan bembeyaz çubuklarla bezenmiş birbirinden ötekine geçen kubbeler.. Göz nuru , el emeği işlenmiş bohçalara benzer oluşumlar Şakır şakır akan suyun birikmeden nerden gelip nerden gittiği belli olmayan kanallara yön bulması.. Çeşitli hayvan figürleri, hele hele çikolataya banmış fil ve filcikler.. Kaleler..Surlar. İnce nakışlarla işlenmiş sutunlar, sutunlar.. Hatta Noel Baba’ya benzetilen temsili heykelcikler.. Başka mağaralarda akan sular yoğunlaşarak oluşum meydana geliyor. Ve meydana gelen sarkıtların üzerinden süzülen sular yeni oluşuma imkân veriyor. Burada ise kalem gibi ince ve nazlı üstleri kupkuru sarkıtların içinden hep aynı ahenkle sular akıyor. Ve tabi bir çok yerde de yüzey üzerinden akan sular, sürekli yeni oluşumlar yapmakta, yaralarını her an tamir etmekte.. Mağara içinde sadece oluşumları değil, değişen havayı, bir merdiven basamağı çıkınca değişen yaş nem farkını da hissediyorsunuz. Ya çağlayan sular, belki milyonlarca çubuktan ahenkle damlayan suların oluşturduğu müzik? Evet, vakit tamam olmuş. Milyonlarca yıl saklanan gizli hazine; hava, deniz, güneş tarih ve ormandan oluşan güzelliğine güzellik katmak üzere, Serik’e yeni bir lütuf olarak tıpkı 1948 yılında vapur iskelesi inşaatında kullanılmak üzere taş ocağı olarak kullanılan bugünkü yerinde, bir dinamit ateşlenmesi sonucu bulunan Damlataş Mağarası gibi birbirinden güzel binlerce sarkıt ve dikitlerle süslü ZEYTYNTAŞI MAĞARASI sır perdelerini aralamış.

İsterseniz karşı dağdan yöre ağzı ile bir “mınar”ın (pınarın) kaynağından bin bir güçlük ile.. Ama azimle getirtilen su ile demlenen mis gibi çayı yudumlayarak çam ormanı içinde bol bol oksijen depolamakla kalmayıp; Yer yüzünde Aspendos’un insan eliyle oluşturulan tarifsiz inceliklerini ve de Zeytintaşı Mağrası’nda milyonlarca yılın ürünü, bir an durmadan dinlenmeden devam eden oluşumların güzelliğini, binlerce yıllık insanlık tarihi içinde gizli ama artık size - gidenlere - ayan harikuladeliğini düşünebilirsiniz.. Ne dersiniz Manavgat -Antalya yolundan Aspendos’a yönelip… Ya da Belek’ten.. Kadriye’den… Serik’ten uzanıp, benzeri az görülen karakteristik özelliklere sahip, iki katman arası 14 metre derinlikte, oluşumu devam eden Zeytintaşı Mağrası’nda sadece gözünüzü değil ruhunuzu dinlendirmeye var mı sınız ?

Necati ÇAVDAR – 27-02-2006
 
Toplam blog
: 40
: 874
Kayıt tarihi
: 06.07.06
 
 

Hayata Elektronik teknisyeni olarak başlayan Çavdar, her kim  ne hal üzere gördü ise  öyle bilini..