Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Mayıs '22

 
Kategori
İnançlar
 

ASTEROİTLER, PUTLAR KUŞAĞI MI?

Bugüne dek bir çok metafor ve bilginin çoğunlukla zâhiri yönüyle kabul edilerek ‘dışarıda’ arandığını, içselleştirilemediğini ve ötesi olabileceğine dair pek de düşünülmediğini gerek çevremizde ve gerek kendimizde sıkça gözlemlemekteyiz.

 

Bugün, bir çok konuda olduğu gibi yine uzaklara atılan ve insandaki yönleri üzerinde gerektiği kadar durulmayan, ancak kimi zaman astrolojinin kimi zamanda tasavvuf yönlü bir takım yaklaşımların ışık tuttuğu misalleri, bilimsel veriler ile bütünleştirerek konumuza başlayalım.

 

Öncesinde, Güneş sistemimizdeki belirli gezegenlerin İNSAN’daki bir takım MANA’lara işaret amaçlı tarif olunan Tasavvuf yönlü yaklaşımlardaki bazı özelliklerini inceleyelim…

 

DÜNYA / AY (Benlik, Duygular)

MERKÜR (Zeka, Fikir)

VENÜS (Hayal, Musavvire)

GÜNEŞ (İdrak, Kavrayış) 

MARS (Vehim)

[ ASTEROİT KUŞAĞI (tespit edilen 600.000 asteroit) ]

JÜPİTER (Himmet)

SATÜRN (Zâhire dönük akıl)

URANÜS ( Bâtına dönük akıl)

NEPTÜN (Yüksek Sezgi)

PLUTO (Dönüştürücü)

 

İçinde bulunduğumuz Galaksideki sayısız Güneş sistemleri arasından yalnızca biri olan Güneş sistemimiz, gezegenleri ve asteroitleriyle:

İnsan ve sistem üzerinde akıl almaz tesirleriyle, horoscope'lar ismi altında uzun yıllar astrolojinin konusu oldu ve olmaya devam ediyor.

 

[Unutulmamalı ki insan üzerindeki bu tesirler tespit edilmiş olanlar ile sınırlı değil, biz bugün yalnızca tanımlanmış olanlar içinde ufak bir kesit üzerinde yoğunlaşmaya çalışacağız.]

 

Şimdiye dek ulaşılan, keşfedilen (veya keşfedilmemiş olan) Galaksileri ve Galaksiler içindeki sayısız Güneş sistemleriyle; henüz hiç tanımlanmamış BİLİNMEYEN yönleriyle:

Astronomi bilimi KAİNAT isimli bu sistemin DONANIM'ı gibi düşünülürse,

Astroloji bilimi olarak tanımlanan bu kesintisiz ışınsal ve frekansal tesirler de YAZILIM'ı olarak kabul görebilir..!

 

Oysa donanım olarak algılanmakta olan, donanımı da oluşturan yazılımın ta kendisidir..!

 

Günümüz biliminin dünya'nın kıyameti olarak da öngördüğü, "Güneş’in bir müddet sonra büyüyerek; önce Merkür sonra Venüs ve akabinde dünya semasını yutacak” olduğuna dair bu tespitini:

1400 yıl önce RASÛLALLAH (s.a.v) “Dünya’nız, içindekilerle beraber CEHENNEME atıldığı zaman, bir su damlası gibi buharlaşıp yok olacaktır!” şeklindeki MUCİZEVİ işareti ile bildiriyor..!

 

Bu mucizevi işaret; hem zâhiri manada bugünün biliminin tespit ettiği yaşanması öngörülen gezegensel olaylara, hem de günümüz EVRENSEL BEYİN'leri ismi altında yayınlanmakta olan evrensel açılımların bâtınına dönük sayısız yönlerine işaret olan bir LEVHA değil midir..! 

 

O halde, bu zâhirî olarak sunulmuş sonsuz yönleri olan BİLGİ'nin, 'elimizdeki verilere ve metaforik yaklaşımlara dayanarak', farklı bir yönüne algımızın izin verdiği kadarıyla değinmeye çalışalım..!

 

İNSAN'daki Güneş’in/Şems’in yani: (Hakikat tecellisinin, idrakın/kavrayışın) büyüyerek, 

Merkür’ü (Zeka’nın ürettiği Fikirleri)

Venüs’ü (Musavvire olunmuş bir takım HAYAL içindeki hayalleri)

Dünya'yı (Koza içinde tüm bunları İNŞA eden, yarattığı ilah ve putlara birde duygular etiketleyen varsayım benliği), yani özetle:

tüm bu 'HOLOGRAM dünyaları, Güneş'in içinde bir su damlası gibi buhar olup eriyeceği' gerçeği yönüyle yeniden düşünelim..!

 

Dikkat edin, burada dışarıdan hiç bir müdahale yok..!

 

Hakikatin müşahade edilmesi ve dünyanızın bu hakikat karşısında bir buhar olup erimesi;

sistemin gereği olan bir otomasyon işlevi olup, istisnasız her 'birimsel ruh zannının' yani kozanın karşılaşacağı ve sonuçlarının ise 'veritabanlarına GÖRE görüleceği' bu işleyiş kendinden kendine gerçekleşiyor..!

 

Bir önceki makalede, insan dünya üzerinde görüp algıladığı her şeyi sembolleştirir ve bunları hatırlamak için bu sembollere belirli kodlamalar yapar demiştik.

Akabinde oluşan gelecekle ilgili beklentileri, kaygıları veyahutta tasarımlarını da hep buradaki DATABASE üzerinden gerçekleştirir.

 

Yani: kaygıların veya beklentilerin temelinde, daima zihnin kaydettiği şemalara yüklediği anlamsal kodlar yatmaktadır.

 

Dışarıda olarak algılanan hiç bir şey aslında dışarıda olmayıp, tamamen beynin içinde yaratılan hologram dünyaların bir ürünüdür.

 

Beynin 'karşımda' diye gördüğü her şey, aslında DATA/BİLGİ'den yansıyan ve yine bu BİLGİ'nin algıladığı mana frekanslarına, veritabanındaki değerlendirmeye göre 'yüklediği anlamlarla muhattaplığına' işarettir..!

 

Yani aslında daima kendi yarattığı ile muhattaptır..!

 

Buna bir örnek verecek olursak; gece rüyalarınızda görmüş olduğunuz, (kişi, olay, nesne veya kavramlar) beyninizin içinde, bir diğer ifadeyle KABİR aleminizde yaratılan izafi şemalardır..!

 

Neye GÖRE..? Daha önce o konuda etiketlenen DEĞER, YARGI ve DUYGU’lara GÖRE…

 

Bu bir takım şemalara yüklenilen değer yargıları ve anlamlar, KABİR aleminizde geçmekte olan izafi senaryoları: ya kabusa, yada mutlu bir rüyaya çevirmektedir…

 

Oysa her ikisinin de istisnasız cehennemden geçeceği (yani:yokluğunun yaşanacağı) o süreç ilgili ayetlerde belirtilmiştir..!

 

“Sizden hiçbiriniz istisna edilmeksizin (hepiniz) cehenneme uğrayacaktır. Bu Rabbin katında kesinleşmiş hükümdür!..” (19.Meryem: 71)

 

Kıyamet (yani: ölümü tatma) olarak tanımlanan boyut değiştirme aşamasında;

hakikatle yüzleşmeyecek, tapındıklarının ve 'sınırlı hologram dünyasının değerlerinin' buhar olup gideceği o günden kaçabilecek, 'yaşantısının otomasyon sonucunu yaşamayacak' hiç bir kimse yoktur..!

 

Peki, bundan sonrası ile ilgili bir bilgi var mı..?

 

Ahmed Hulusi’nin 'Evrensel Sırlar’ isimli kitabında şöyle bir açıklamayla karşılaşıyoruz:

 

“Dünya çekim alanı içinde hapis kalmış veya diğer bir deyişle Dünya’nın manyetik alanından kendini kurtaramamış holografik ışınsal bedenler, Dünya ile birlikte Güneş’in bugünkü hacminin bin mislini bulan ateş topu içine düşeceklerdir... Ki artık oradan kurtulabilmeleri imkânsızdır.”

“Mars’a kadar yükselebilmiş ruhlar için de aynı sıkıntı mevcutsa da, bunların bir kısmı, daha ötelere gidebilecek kadar güçlü olan ruhlar tarafından bu bölgeden çekilerek çıkarılırlar... Fakat bunlardan arta kalanlar içinse hayat artık bu içinde kaldıkları sistem içerisinde ebeden devam eder!” (A.H)

 

Bu muhteşem misallerin hem zâhiri hemde türlü türlü bâtınî yönleri olabileceğini söylemiştik..!

Öyleyse GÜNEŞ ismiyle tanımlanan, bazı yönleriyle BİLİNÇ olarakta işaret edilen bu planetin; Merkür Venüs ve Dünya’yı yutmasıyla birlikte;

Güneş içinde kalanların ve Mars’a yükselen ruhların, bir çeşit BİLİNÇ’li bir yaşama devam ettiklerini söyleyebiliriz..!

MARS’ta kalanların bir kısmı buradan daha ötedeki planetlere (farklı algı düzeylerine) taşınabiliyorsa da: 

bir kısmı Mars’ta kalarak, içinde bulunduğu VEHİM algısı ile RÜYA olan yaşamına devam etmektedir..!

 

Bu durumda ebediyen GÜNEŞ ortamında kalacakların, yani BİLİNÇ düzeyinde yaşama devam edecek olanların: 

bazılarının 'ölümü tatmasıyla birlikte hakikatle yüzleşmesi' fakat dünya yaşamındayken bu gerçeğe uygun şartların ortaya koyulmamış olması,

bazılarınınsa dünyadayken 'hakikat bilgisini' işitmiş fakat duygularının/şartlanmalarının esiri olarak bu bilgiyi değerlendirememiş olması, veyahutta bedensel çekiminin(birimsellik zannının) yoğunluğu sebebiyle idrak edilenlerin YAŞAM'a dönüşmemesi gibi bir takım sebeplerle;

mevcut algılarının ötesine geçemeyerek bilinç düzeylerine göre SINIRLI HOLOGRAM’larında AZAB içinde kaldıklarına dair işaretler verildiğini söyleyebiliriz...

 

İdrak edilenlerin yaşama dönüşmemesinin ve birimlilik algısı çekiminin şiddetiyle baş edilememesinin asıl sebebi 120. gün olarak anlatılan, İSLAM'da SAİD/ŞAKİ olarak tanımlanan, beynin ürettiği ANTİ ÇEKİM dalgalarının İŞLEVİ'yle alakalı bir konudur.

 

Mars’ta ki yaşam algısı içinse, hala VEHMİN esiri olunduğundan; “veritabanında ki putlarına göre SANAL gerçekliğinde" yaratılan 'cennet veya cehennem rüyalarının' yaşandığı bir çeşit HOLOGRAM yaşamın devamı diyebiliriz...

 

Elbette burada anlatılanlar, yalnızca dışarıda görülen planetlerde aranmayıp, öncelikle içsel olarak insandaki karşılığı yönünden düşünülmelidir..!

 

Örnek vermek gerekirse; (Tasavvufta Emmare, Levvame, Mülhime) şeklinde tanımlanmış bilinç düzeylerine işaret eden hâllerin GÜNEŞ içindeki eriyip giden algılar olması yönünden konuyu düşündüğümüzde, özellikle MÜLHİME’nin:

Hakikat bilgisini BİLİŞSEL düzeyde biliyor, hatta bildiklerini onaylar nitelikte ilhamlar da alıyor, fakat tüm bu algılananları DEVİNİMSEL alanda yaşayamıyor, ‘yaşayacak gücü kendinde bulamıyor olması’, veya bu bilgiyi dünya yaşamında EMMARE düzeyine bedenselliğine indirgemesi sebebiyle bu ortamda çeşitli azaplara düçar olacağı da aşikârdır.

 

Fakat MUTMAİNNE nefs olarak işaret olunan hâl, diğer bilinçlilik hallerinden bazı yönleriyle farklılık göstermeye başlamıştır.

Burada artık AKIL, vehim esaretinden kurtulmanın “sinyallerini almaya” başlamış; kişilik bilgisinin oluşturduğu alandan üreyen: fikir, hayal, idrak ve bir takım algılamaların sınırlılıklarından ziyade, SINIRSIZ bir alanın varlığı ile tanışmaya başladığı, hatta 'kokusunu aldığı', gibi benzetmeler bu konuya ehil olanlar tarafından bildirilmiştir..!

 

“Ey Nefs-i Mutmainne (Hakikati yaşamakta tatmine ulaşmış bilinç)!”

“Radiye olarak, Mardiye olarak (Seyir ve tasarruf kemâlâtını yaşayan olarak) Rabbine (Esmâ hakikatine) dön (şuur olarak)!” (Fecr 27-28)

 

Şimdi gelelim makalenin asıl işaret etmek istediği hususa..!

Güneş’in Merkür, Venüs ve Dünya semalarını yutup Mars’ı bıraktığı noktada, Mars semasından başlayıp Jüpiter semasına kadar uzanan bir Asteroit Kuşağı ile karşılaşıyoruz..!

 

Burada, Mars’ın ruhaniyetinden sirayet eden şiddetli vehim gücünün akıl üzerindeki tesiri zayıflamadan,

Jüpiter'in ruhaniyetinden gelen Himmetin değerlendirilmesine mani olan yol üzerindeki putlardan geçilmeden,

tam kemaliyle TAHİR olan bir yaşamın mümkün olmayacağına bir işaret olduğu düşünülmektedir...

 

Gerçeği görmekten alıkoyan bu putların ve onlara etiketlenmiş duyguların çekimi öylesine bir ağırlık (yer çekimi) oluşturur ki;

'vehmin aklı perdelediği' bu durum, şuur tarafından ‘azap oluşturduğu veya sınırlılık getirdiği’ zaman zaman farkedildiği halde, 'eğer gerekli tesirler alınmamışsa', bu manyetik çekimden kaçabilecek gücü kendinde bulamaz..!

 

Mutmainne yaşamı olarak da tanımlanan, öncelikle ‘aklı esir almış olan vehmin fark edilmesi’ hali:

veritabanının bu fark ediş öncesine dek 'bilgileri görelilik üzerinden değerlendirip, zihinde [taraflaştırarak] ilahlarını içeriye yerleştirdiğini' de bildiriyor.

Ancak 'gerekli tesirler varsa' vehmin akıl üzerindeki etkisinin zayıflayacağı ve GÖRE’liliğin yerini evrenselliğe, TARAF’lılığın yerini de tarafsızlaşmaya bırakacağı bu bilinç düzeyinin;

başta putlar ve putlara tapanlarla (yani:zihnindeki oluşumlarla) savaşacağını: tasavvuf ehlinin verdiği bazı misallerden ve ayetlerden yola çıkarak algımız kadarıyla farkediyoruz.

Bu farkedişin aslında henüz bir başlangıç olduğunu da söyleyebiliriz.

Akabinde bilinçlilik halinden, Radiye ve Mardiye olarak tanımlanmış ŞUUR düzeylerine dönmesi gerektiği de (Fecr 27-28)'de belirtiliyor…

 

Tasavvufi terimlere aşina olmayanlar için, tüm bu anlatılanlar sanskritçe kökenli olan ‘tekerlek yada dönüş’ anlamına gelen, günümüzde çokça bahsi geçen ‘ÇAKRALAR’ sistemiyle de ifade edilebilir.

Örneğin, 4. çakra olarak bilinen KALP çakrasının mevcut potansiyeli ile çalışmaması durumunda:

ilk 3 çakranın beden/bilinç yollu bir yaşamın varlığını ortaya koyacağını;

ancak KALP çakrasının boyutsal katmanlarının açılıp aktive oluşuyla birlikte, birimsel algının yerini şuursal bir hissedişe bırakmaya başlayacağı şekliyle de düşünülebilir.

Fakat bu BİLİNÇ hâline, seyir ve tasarruf kemâlâtının oluşması için 

ŞUUR’un (5. ve 6. çakralarla işaret edilen algılarına) dönmesi yönünde uyarı var ki: 

İşte bu yolculukta (Kalp-Epifiz arası) bahsi geçen putlarla karşılaşılacağı söylenebilir.

 

[Tüm bunlar, “Varolan her 7 çakranın her birinin içinde ayrıca 7 kat boyutsal derinliği olduğu, müzik notaları gibi boyutuna ve döngüsüne göre incelip kalınlaştığı” frekanslar bilgisiyle birlikte düşünülmelidir.]

 

Devam edecek olursak; inanılan hakikatin, ‘inanç’ noktasından’ iman’ noktasına gelip bu iman karşısında da ‘mutmain’ olması durumuyla isimlendirilmiş Mümin’e şöyle bir hitap ile karşılaşıyoruz:  

 

"O gün cehennem, mümine;

'Çabuk geç! Senin nûrun benim ateşimi söndürüyor!' der." (Tirmizî)

 

MÜMİN ismiyle işaret edilen: algılananın ötesi olduğu farkındalığıyla yaşayan ve ikilik görmekten münezzeh olan bir değerlendirme sistemi olduğuna göre; 

hakikatle yüzleşme olarak tanımlanan bu süreçte, zaten hakikati müşahade etmeye dönük olan  değerlendirişinin BİRR olan bir algıya dayanması, bu sebeple de 'izafiyet dahi görememesi' ve algıladığının hakikatinden perdelenmemesi neticesinde, Mümin üzerinde yakıcı bir tesir oluşmadığını düşünebiliriz…

Belli ki Cehennemin yakıcılığı: başta çokluk, ayrılık veya ikilik gören bir algılayış sistemine, akabinde ise bu algılayışın sonucu olarak: tapınılan, korkulan, sahiplenilen izafi nesneler ve bu nesnelere yüklenen duygulara GÖRE bir artış yada farklılık gösteriyor… 

 

Basit bir misal vermek gerekirse:

Bir kişiye yada nesneye, veyahutta soyut bir kavrama yüklemiş olduğunuz bazı anlamsal kodlar, sizin yüklediğiniz gibi çıkmadığında (yani: sizdeki beklentiye uymadığında) yangın oluşturmuyor mu..? 

Bu oluşan yangının gerçek sebebi: kişi, nesne veya kavram mı, yoksa veritabanınızın o kişiye veya kavrama etiketlediği bir takım değerler mi?

 

Bu durumda, karşıda bir birim gördüğünü zanneden algılayıcının, karşısındakinin değiştirilmeye çalışılması yerine, yüklenilen değerin kodlamasının değiştirilmesi gerekmez mi?

 

Bir kavramın veritabanındaki değerler doğrultusunda yorumlanması, fakat 'yarattığı şemanın varlığını tehdit eden' farklı bir yorumla karşılaşması neticesinde, gelen yorum mudur yangının sebebi, yoksa veritabanının kendi ürettiği yorumu/şemayı korumak için direnişi midir..!

 

De ki: “Sığınırım Felak’ın (karanlığı yarıp aydınlığa kavuşturan nûrun) Rabbine”

“Yarattığı halkının şerrinden” (113.Felak: 1-2)

 

Burada ki sığınma bir yönüyle de, beynin sonsuz sınırsız değerlendirme yapabileceği özellikleri yanı sıra, belirli kalıplarla kendini sınırlayarak adeta kendisine zulüm etmek için yarattığı bu HALK’ının alanından, hakikatin değerlendirildiği alana sığınması şeklinde de düşünülebilir..!

 

Öyleyse bizler önce kendimize şu soruları sormalıyız…

 

Teklik bilgileriyle donatılmış gündüz rüyalarımız ne derece bütünleştiriyor bu ‘dağınık kurgularla dizayn edilmiş’ veritabanımızı?

 

Hakikat bilgisinin yalnızca bilişsel yönlü bilinmesi , ‘ölümün kardeşi’ olarak tanımlanan gece rüyalarında, ‘beynin içinde oluşturulmuş ve ayrılık zannı verilmiş bu izafi şemalar’ üzerinde nasıl bir etki gösteriyor?

 

Gündüz rüyasında kontrolü sağlanmaya çalışılan duygular, ne derece sirayet ediyor ‘gerçekliğinden şüphe duyulmayan’ gece rüyalarına..!

 

Ölümle birlikte artık bir güncelleme yapılamayacak olan, veritabanımızda oluşmuş bu kayıtlı şemalarla sonsuz yaşama hazır mıyız..!

 

Yoksa veritabanı kaydettiği şemalara etiketlediği kabulleri kaldırıp, duygular katılmaksızın bir seyir sunmaya mı hazırlanıyor?

 

Yalnızca (gece-gündüz) rüyalarımızı bile süzgeçten geçirmek, tüm bunları yeniden sorgulamayı gerekli kılacaktır..!

 

Böylelikle, putları yalnızca geçmiş bir tarihe ait bir olguymuş gibi zannederek etiketlediğimiz yanılgılarımızın ufak bir kısmını fark ediyoruz…

Kim bilir, zanna dayalı yapıştırmış olduğumuz etiketler ve kabuller yüzünden daha nice gözümüzün önünde olmasına rağmen göremediğimiz sayısız gerçekler var..!

 

Bu durumda, ASTEROİTLER kuşağından önceki YAŞAM’ın bir nevi BİLİNCE,

fakat asteroitlerden sonraki YAŞAM’ın ise daha ŞUURSAL bir algıya dönük olduğunu da bir tez olarak öne sürebiliriz..!

 

[Ancak burada işaret edilenlerin, bu boyutların maddesel olarak algılanan formları olmayıp ikizi olarak tanımlanan ışınsal yapılarına işaretle olduğu unutulmamalıdır...

 

Keza Güneş'in ikizi olarak tanımlanan Cehenneme işaret olunan Nâr/Radyasyon ismiyle işaret edilmiş bir boyutu varsa, bir de Nûranî boyutu olduğu da hatırlanmalıdır…]

 

Konumuza dönersek demek ki; URANÜS ve NEPTÜN'den sirayet eden YÜKSEK SEZGİ ve BÂTINÎ AKIL olarak işaret edilen bir takım ŞUURSAL algıların devreye girip, boyutsalıktan akmakta olan BİLGİ’yi değerlendirmeye alması;

Put’ların geçersizleştirilmesi neticesiyle işitilir olmaya başlamaktadır..!

 

Öyle ki, bir insan doğduğu bir çevrede ister istemez o çevrenin üzerinde oluşturduğu bir takım değer yargıları ve kabullere maruz kalacaktır.

Bundan kaçış yoktur..!

 

Haliyle bahsi geçen bazı Put'lar öylesine 'HEP ORADADIR' ki, onların farkına varılması oldukça güçtür..! 

 

Ustalıkla gizlenmiş olan bu PUT’lar, Risale-i Gavsiye’de  belirtildiği gibi ÂLİM, ÂRİF ve VÂKIF olarak işaret edilen algı sistemlerine dahi perde oluyorsa, buranın üzerinde çokça durulmalıdır..!

 

[İzah edilmeye çalışan tüm bu konuların aslında bir manaya yaklaşım sağlamak için kullanılan metaforlar olduğunu, hakikatte ise insan dediğimiz yapının, tüm bu bahsi geçen astrolojik tesirlerin de ötesinde ‘HALİFE İNSAN’ olduğunu hatırlamak gerekir.

 

Keza, Muhyiddin-i İbn Arabi: “Uyanana kadar insan gezegenlerin tesirindedir, uyanmış insan gezegenlere tesir eder.” şeklinde önemli bir işarette bulunmuştur.]

 

Peki, tüm bunlar yaşanırken; gezegenleri yutmakta olan Güneş’te neler oluyor…

 

Güneş’in içindeki nükleer enerjininin, YAKIT'larının tamamının tüketildikten sonra müthiş bir yoğunluğa sahip bir ‘Karadelik’ haline dönüşeceği söyleniyor..!

 

Bu ise başlı başına üzerine düşünmesi gereken, hem bilimsel yönlü bir gerçek, hemde çok önemli bir MİSAL’dir..!

 

Andolsun, insanlar için şu Kurân’da (Hakikati) her türlü MİSALLERLE açıkladık. İnsanların çoğunluğu (misalleri orijin gibi gerçek olarak {muhkem} kabul ederek) hakikati örttüler. (İsra/89) 

 

Şimdi, CEHENNEM olarak da işaret edilen, İDRAK, KAVRAYIŞ olarakta tanımlanan GÜNEŞ/ŞEMS kavramına biraz daha farklı bir gözlük takarak zoomlamayı deneyelim..!

 

İNSAN’da üretilen bilgilerinde bir kısmı 'istisnasız her an' GÜNEŞ (yani: hakikat zuhurunun birimsel düşünceleri geçersizleştirmesi) içinde buhar olup, bir kısmı ise direnip vehmi varlığını korumaya çalışmıyor mu..? 

 

Bu gerek yaşanılan olayların 'hayal balonlarını patlatması' yoluyla, gerekse bilindiği zannedilen bir çok verinin aslında kendi ŞEHRİ veya ÜLKE'sinin dışında hiç bir şey ifade etmeyişinin anlaşılmasıyla geçersizliğini ifade etmiyor mu?

 

Evrensel gerçeklerle yüzleşen veritabanı, bu üretilmiş 'sanal gerçeklik kabullerinin' esiri olmasının neticesini yangınlarla fark ettirmiyor mu..?

 

İşte bu bilgilerin bir kısmı: 'algılanan gerçekliğin önünde, geçersizliğini farketmesi' neticesinde eriyip gidiyor, dönüşüyor ve yoluna devam ediyor:

bir kısmı ise vehmi varlığını korumak için direniyor ve sürekli yanmaya mahkum oluyor..!

 

Dikkat edin, burada 'insan dönüşüyor' denmiyor;

'Belli bir bilgi, yerini başka bilginin açığa çıkışına bırakıyor' deniyor...

 

Öyleyse, DATA/BİLGİ'nin Bilgi’yi decode etmesinden: bu Bilgi'lere bir takım manalar yükleyip sonraysa değiştirmesinden başka birşey değil; yine bu BİLGİ tarafından algılanan ve değerlendirilen olaylar..!

 

PUT'lar ismiyle anlatılanlar hala dışarıda zannediliyor, oysa biz dışarıdan hiç bahsetmemiştik..!

 

ÖZ’den açılıp yansıyan MANA YÜKLÜ HAKİKAT BİLGİSİ TAŞIYICILARI veya bir takım MELEKİ KUVVELER: beynin yarattığı bu sanal ortamda 'içeride' yaratılmış olan PUT’ları kırıp, bilinci algıladığının ötesine taşımaya çalışmıyor mu..!

 

Birbiriyle savaşmakta olan sayısız ŞEHİR HALKLARI yok mu içerde..?

 

Farklı bir yönüyle yaklaşım sağlayan tüm bu misalleri, MİSAL’leri oluşturandan TENZİH ederek, yalnızca farklı kavrayışlara da yaklaştırmak için örneklendiğini ve muhakkak algılanandan ötesi olduğunu vurgular ve değinmeye çalıştığımız noktalar itibariyle de yetersizliğimizi belirtiriz.

Dileriz ki EVRENSEL BEYİNLER indinde ki konunun hakikati, lütfeder bizlere de açılır da eksik veya noksan algılamalarımızı yeniden değerlendirme imkanımız olur..!

 

Son olarak, bahsi geçen bu konunun hem dinsel, hem de bilimsel olarak değinmediğimiz farklı bir yönüne de temas ederek şimdilik burada bırakalım...

 

PUT’lar birer tapınma aracı olmakla birlikte, 'nesnel gerçekliğin ötesine' geçmek için kullanılmakta olan araçlarda olabilir. 

 

Yani: bazı toplumlarda sanılanın aksine amaç, araç edinilmemiştir.

 

Mesela Aşık ve Maşuk olarak; TEK’in ‘seven ve sevilen’ gibi iki ayrı şey varmışcasına; ‘Maşuk’ ismi takarak nesneleştirdiği bir suret yoluyla, aslında suretsizliğin kapısını açmaya bir anahtar sunduğu da bilinmektedir.

 

Daha işlevsel yönüyle ele alırsak:

 

Veritabanındaki bazı kalıplaşmış duyguları dönüştürmek için; beyin, “sevilen” ismi altında bir nesne belirlendiğinde: ve bu nesne putlaşmış inançlara karşı bir silah doğrulttuğunda; başlangıçta tüm veritabanındaki ilahlar sayısız şemalar haline girip o nesnenin önüne çıkıp ayaklanma yaratacaklardır..!

 

Hatta veritabanını o nesnenin 'zararlı ve kötü' olduğuna inandırarak, ‘varlıklarını tehdit eden’ bu nesneden uzaklaştırma yollarına gireceklerdir.

 

Yeri gelecek bu kodlanmış bilgiler: zihinde konusuna en uygun bulduğu suretleri seçip, algılayıcıyı hesaba tabi tutacak, yargılayacak ve ikna etmek için doğru bilgilerini öne sürecektir…

 

Nesnenin sürekliliğinin korunup, yani: nesneye duyulan muhabbetin şiddeti nispetince veritabanını bir takım ilahlardan (kabul ve şartlanmaların oluşturduğu yargılayıcı, hesap sorucu, yanmaya sebep olan düşünsel şemalardan) arındırıncaya dek o nesneye beyin tarafından bir teslimiyet oluşturulur..!

 

Lakin neticesinde, bu şemalaştırılmış olan ve 'algılayıcının ancak karşısındaki nesneden algıladığı kadarıyla değerlendirilen' yansıyan bilgiden de geçilmesi gerektir, yoksa başlıca kurtarıcı ilah/put olarak o 'nesne'den yansıyan anlam etiketlenebilir..!

 

Bir ‘nesne’nin sevilen olarak belirlenmesi yalnızca bu yönüyle kalmayıp, nesnenin hakikatininin müşahade edilmesi neticesinde, ‘esas sevilenin o nesneyle etiketlenen anlam olmayıp’ o nesneden yansıyan bir takım mana özellikleri ve nesnenin sureti altındaki ‘eşyanın hakikati’ olduğu farkedilir ve bu sevgi de o nesneyle sınırlı kalmayıp bütüne sirayet ederse, ‘araç amaca hizmet ediyor’ şeklinde düşünülebilir.

 

“En büyük tapınma nesnelerinden birinin de ‘heykel’ yani: beden/birim algısıyla yaşama hali olduğunu da unutmamak lazım…”

 

Aslında tüm bu bahsedilen işlevleri: beynin, kendi içinde bir algı alanından başka bir algı alanına geçmek için uyguladığı düşünülmektedir..!

 

Nasıl ki müslümanlık bir takım yanlış anlaşılmalar sebebiyle asıl amacından çarpıltılmışsa, aslında belirli topluluklarda ki uygulamalarda gerçek hedefi anlaşılamadığı için saptırılmıştır..!

 

Nitekim belirli topluluklarda da, belirli nesneleri odaklanma amacıyla kullanarak, aslında dışarıdan sanıldığı gibi o nesneye ayrıca 'bütünden ayrı müstakil bir varlık' vermeyip; o nesne aracılığıyla varlığın hakikatini müşahade yoluna gitmeyi amaçlamaktadırlar.

 

Dışarıda olarak algılanan nesne örüntülerinin, hakikatini ve zihindeki yerini (yalnızca bilişsel yollu bilen değil) 'müşahade eden' indinde PUT kavramı gerçekte ne ifade eder..?

 

1400 yıl önce, “Allâh’ım, bana eşyanın hakikatini göster.” şeklindeki Rasûlullâh (s.a.v)’in ettiği dua, hangi gerçeğe işaret ediyor..?

 

Önceleri madde ve madde ötesini "iki ayrı şey" olarak tanımlayan bilim, şimdiyse;

“Maddenin: aslında madde ötesi olarak tanımlanan formun aynısı, fakat yoğunlaşmış hali olduğu, 

hatta yeni buluşlarıyla TEK olan DATA/BİLGİ'nin: boyutlara ve o boyutların algılayıcılarına GÖRE, algılayıcılar nispetinde formlar kazandığını” tespit etmiştir.

 

Örneğin bir nesneye farklı araçlar kullanılarak bakıldığında;

4000 angström ile 7000 angström arasındaki dalgaları değerlendiren göze göre, EŞYA’lar olarak algılanan yapı: 

Elektron mikroskobu altında ise atomlardan ibaret TEKİL bir yapı olduğunu ortaya koymaktadır..!

Daha ötesine gidilirse frekanslardan ve dalgalardan müteşekkil bir yapı ile karşılaşılacaktır..!

 

Aslında daima ‘AN’ içinde bu dalga ve frekanslar deşifre edilerek algılayıcılara GÖRE görüntüler vermektedir ki, bu konuyu da başka bir makaleye bırakalım…

 

Sevgiyle kalın...

 

Aslı Sutaş

 

İstanbul / Beykoz

 

8 Haziran 2022

 

Gezegenlerin tasavvufi karşılığı Ahmed Hulusi - Akıl ve İman kitabından örneklenmiştir.

 

İlgi sûre ve ayetler Ahmed Hulusi - Kur-ân-ı Kerim Çözümü kitabından alıntıdır.

 

 
Toplam blog
: 7
: 378
Kayıt tarihi
: 18.05.22
 
 

1994 yılında İstanbul, Beykoz'da doğdu. Barbaros Hayrettin Paşa Denizcilik Lisesi Bilişim Teknolo..