Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mart '10

 
Kategori
Güncel
 

Ata'ya veda

Ata'ya veda
 

ATA'YLA VEDALAŞMA


Geçen hafta gösterime giren, sayın Zülfü Livaneli’nin yazıp yönettiği “Veda” filmini izledim.

Bu filmde bir kez daha gördüğüm gibi, ATA’ya veda etmek çok zor.

Aradan yıllar geçse de, sanki daha dün aramızdan ayrılmış, kader onu bizden daha yeni ayırmış gibi, derin bir üzüntü ve özlem içindeyiz. Acımızı bastırsak da, onu konu eden bir olay, bir etkinlik vesilesiyle hatırladığımızda, acımız depreşiyor, özlemimiz yüreğimizden taşıp gözyaşımıza karışıyor.

İnsan bir babasını veya annesini kaybedince de böyle olmaz mı. Babamı kaybedeli 30 yıl geçmiş aradan ama bir an gelir, sanki başka bir hayatta babamla yaşamışız gibi hissederim, aradan asırlar geçmiş gibidir, bir an da gelir, sanki dün onu sonsuz yolculuğuna uğurlaşmışız gibi hissederim, bu duygu gerçek gibidir.

Şimdi düşünüyorum da, galiba bu film bizi normalleştirecek.

Atatürk’ü bir soyut Tanrı, bir Peygamber gibi görmekte ısrar edenler filmde aradığını bulamaz, haliyle hayal kırıklığı yaşar, ama Atatürk’e sağlıklı bir sevgi besleyen kişiler için, acı da olsa onunla vedalaşmayı yaşatan bir film.

Filmde, yakın dostunun onunla vedası, aslında bizim onunla vedalaşmamızı sağlıyor.

Livaneli belki de bu amaçla, filmin ilk karesini Ata’nın hasta yatağında son nefesini vermek üzere olan haliyle başlatmış. O büyük liderin bir insan olduğu, ve şimdi hasta olduğu ve biraz sonra da ölebileceği gerçeği ile bizi yüzleştirmiş gibi.

Livaneli, bu bakımdan, klasik tiyatronun bir taktiğini uygulamış; trajedilerde en önemli ve acı anların sahnelenmesi aslında seyircilerin o acı ile yüzleşerek, acıyı derinden yaşayarak dışarı atmasına hizmet etmesi için sahnelenir.

Filmden sonraki ağırlıklı duygum bana bu sonucu çıkarttırdı. Ata’ın ölümüyle yüzleştim, acı çektim, ağladım ve ardından onun ölümünü kabullendim.

Film hakkında hayal kırıklığı yaşayanlara bir sorum olacak: acaba siz onun öleceğini kabullenmek istemediğiniz için mi bir hayal kırıklığı yaşadınız? Bunu bir düşünün.

Bu analiz bana okuduğum bir kitabı hatırlattı, “Babaya Özlem” adında, kaybedilen baba ile vedalaşmayı başarmanın yolunu anlatan bir kitap idi. Kitap bana, önce babamın acısını yeniden yaşattı, yüreğimi kanattı, ağlattı, adeta onu yeniden sonsuz yolculuğuna acı içinde uğurlamaya sevk etti ve ardından, acı da olsa, “Elveda Baba” dedirtti. Yüreğimi acıta acıta vedalaştım. Çünkü artık onunla vedalaşmam gerekiyordu.

Bu güzel, duygusal filmde bir kez daha gördüğüm gibi, biz ATATÜRK’ü çok sevmişiz.

Bu filmde bir kez daha gördüğüm gibi, o da bizi ve ülkesini çok sevmiş.

Hayatını tamamen bize ve ülkesine vermiş. Hatta bu uğurda çok sevdiği insanları bile feda etmekten çekinmemiş. Ülkenin geleceği için, hem kendini hem de bazı yakınlarını feda etmekten bir an bile olsun çekinmemiş. Ülkesini ve bizi pamuklar içinde büyütmüş.

Ülkesine ve halkına dokunan karşısında onu bulmuş.

O bizim gerçekten BABAMIZ olmuş.

Ona olan sevgimizin büyüklüğünü anlamayan veya anlamak istemeyen yurt içi ve dışındaki bazı kesimler, bu gerçeği bilsinler!

‘Atatürk sevgimize’ bu gözle baksınlar. Ondan başka kimseye ‘ATATÜRK’ ismi vermediğimizin arkasındaki bu gerçeği düşünsünler.

İşte, o zaman bizi anlayacaklar.

Bu sessiz ve kendi halinde halkın, söz konusu Atatürk’e hakaret olduğunda, gözünü kararttığını unutmasınlar.

Sayın Livaneli, kendine yakışır çok özel bir Atatürk filmi yapmış.

Her ne kadar kendisi “bu bir dostluk filmi, ” dese de, bana göre, bir Atatürk filmi olmuş.

Veda edilen dost Atatürk olunca, bu kaçınılmaz olsa gerek.

Film hakkında övgüyle bahsedenler de var, yukarıda belirttiğim gibi, hayal kırıklığı duyduğunu ifade edenler de.

Benim olumsuz eleştirenlere tavsiyem, bunun bir belgesel olmadığının bilinciyle filmi bir kez daha izlemeleri olacak.

Filmi çok beğenmeme rağmen, benim de bir eleştirim var: kısa olmuş.

Çok kısa olmuş; film bitti, ben dahil kimse sinemadan çıkmak istemedi, devamı gelsin istedik adeta.

Kısa olunca, yer yer geriye dönük hikayeler filmde biraz belgesel havası yaratıyor. Öte yandan, aynı hikayeler, Atatürk’ün insan yanını, annesiyle, arkadaşlarıyla ilişkilerini, hislerini, acılarını vs çok iyi yansıtıyor. İnsan, hayvan ve doğa sevgisini, onun yapıcı liderliğini çok iyi anlatıyor. Aynı hikayelerde, halkını ne kadar sevdiğini ve onun içinde olmak arzusunu görüyoruz. Halkına tepeden bakan bir lider değil, onun içinde yaşamak isteyen, onun ilerlemesini gözleriyle görmek isteyen bir lider var.

Filmde emeği geçen herkese yürekten teşekkür ederim.

Başta sayın Livaneli’nin yüreğine ve emeğine sağlık.

Ayrıca, Atatürk karakterini canlandıran Sinan Tuzcu’yu da özel olarak tebrik etmek isterim. Rolünün hakkını vermiş. Yani, bir konu mankeni gibi oynamamış, onun ruhunu giymeyi başarmış, onu yaşayan bir insan olarak canlandırmayı başarmış.

Filme girmeden önce, afişine bakıp, “Acaba Sinan Tuzcu rolün hakkını verecek mi” diye tereddütle düşündüm. Atatürk’ün en önemli özellikleri onun gözlerinde, bakışlarında toplanır. Çok iyi bildiğim o bakışı görmek istedim Sinan Tuzcu’nun canlandırmasında ve gördüm; tamam, dedim, bu iş olmuş!

Livaneli’nin filmi amacına ulaşmış ve bizi gururlandıran çok güzel bir film çıkmış.

Eleştirenlerden tekrar ricam, bu bir Türk Tarihi filmi değil, belgesel hiç değil.

Bana göre, film bir dostluk filmi de değil tam olarak.

Bu bir Atatürk filmi olmuş tam anlamıyla.

Ayrıca Atatürk ile bizim vedalaşmamızın filmi olmuş.

Yüreğimize dokunan ve unutulmaz bir film olmuş.

Filmin çıkacak DVD’ini sabırsızlıkla bekliyorum.

 
Toplam blog
: 103
: 8825
Kayıt tarihi
: 18.10.08
 
 

İngilizce Öğretmeniyim. Ek olarak makale, kitap çevirisi yapıyorum. Antalyanın bir yerel gazetesinde..