Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Kasım '11

 
Kategori
Kültürler
 

Atalarımızın emanet ettiği dostluklar…

Atalarımızın emanet ettiği dostluklar…
 

Bundan yirmi yıl önce bütün bu başlık ve altında yazılı kelimeleri bana okusalardı büyük hitimalle dudak büker ve geçerdim.

Ama şimdi öyle değil en azından on yıl öncesinden fikrim değişmeye , biraz daha geçmişin kadrini kıymetini bilmeye, kıyıda köşede kalmış yaşlılarımızı ata yadigarı dostları bulup hal hatır sormaya bir nevi sahiplenme duygusu içerisine girdim… Nihayetinde eskiye dair naturelliğin, doğallığın, samimiyetin, kadirşinaslığın hızla yok olduğu bir yirmi yıl yaşadık… Büyüdükte kirlendi dünya değil, bizden öncekilerde büyüdü ama doğasına, yaşamına, dünyasına kendinden fazla sahip çıktı. Henüz, “Ben”izm bu kadar hızlı ivme kazanmamıştı yukarı doğru.

Ve, sadece ikisini anlatacağım.

Daha henüz anneme babam gençken onlar bizim köyün ağasının ağılında yaşarlarmış. Melet denen köylerden arabayla beş saat çeken bir zaman diliminden üstte yok, başta yok şekliyle gleip ahırlarda kalıp, ağanın işini görür karınlarını doyururlarmış…

Zamanla köylerine dönmüşler…

Köylerine dönerken bir tane yaşlı teyze anneme vasiyet etmiş; “

Kızım biz köyümüze gidiyoruz, ölür gideriz, o kadar kaldık, yaşadık elinden ekmek yemek yedik,çorbanı içtik. Benden sana vasiyet, çocuklarımla hısımlığı, akrabalığı, tanışmışlığı sürdürün. Ölür giderim epeyde yaş geldi… Unutmayın bizi, unutmayın.”

Zamanla teyzenin oğulları her yıl ya da iki yılda bir fındık sonu gelirler; köylerinden patates, yeşil mercimek, bulgur, buğday getirirler. Çam sakızı çoban armağanı… Sonra bizim daha doğrusu köyümüzde kimleri ziyaret ettilerse onların verdiği fındığı biriktirip, satarlar, o parayla köylerine dönerler; Kış erzaklarını alırlardı. Zamanla o amcaların çocukları daha ilkokulu bitirmeden İstanbul’a gittiler… Şimdilerde hatırı sayılır zenginliğe eriştiler…

Ama benim küçüklüğümde ve gençliğimde amcalar hep geldi…

Bir gün, yani ikibinyedi’nin temmuzu, biz o köylere gittik. Bir hafta kaldık. O amcaların çocuklarıyla tanıştık… Üçüncü kuşaklar biribirini orada gördü…

Şimdi ise inanılmaz bir İstanbul- Ordu-Mesudiye üçgeninde gelişen, büyüyen, sevgiyle, saygıyla gelişen bir dostluk çemberimiz var.

İkinci olay…

2008 Ocak dört…

Seminerden geldim işe başladım. Bir genç kız Temizlik Firması aracılığı ile işe başlamış. Bitişik odada. Nasıl naif, saygılı, temiz yüzlü…

Sonra, benim babaannem tarafından kökenlerimizin aynı olduğunu öğrendim.

Allahım komşu köydeyiz; kökenlerimiz bir akrabayız, kanımız bir… Babam onların düğünlerine cenazelerine gidermiş de… Ben ya da kardeşlerim biz dahil ol (a) ma-mışız. Bir gün gittik. Bayramdı sanıyorum. O ilk bayramdan sonra her fırsatta ziyaret ettiğim, her ziyaretimde, Ali dede dediğimiz muhterem kırk yıl imamlık yapmış, yüzünde nur, dilinde hayır sayesinde ziyadesiyle, ilmi, dini ve geçmiş yaşama dair bilgilere vakıf oluyorum.

Geçen Bayramda zamanın kısalığı ve konuklarımız yüzünden hem de bayramın yoğunluğunun olmadığı bir güne erteleyerek tatlı sohbetinden yararlanmak istediğim için geçen haftasonuna attım aile ziyaretini. Ama ne oldu? Sivas’a gittim Cumartesi ve Pazar akşam; Dede’ye vermiş olduğum söz nedeniyle acele ederek o yol yorgunluğu ile akşamın darında ellerini öpmek fırsatını buldum.

Bizim anne- babayla ziyaretimizden önce de çocuklarına bahsetmiş; geleceklerdi niye gelmediler diye…

Hoşbeşten sonra anlattı Ali dede…

Kızım dost akrabadan öncedir.

Dost önemlidir dedi ve devam etti. İnsanın dostları akrabasından bile önemlidir. Dikkat edersen kızım, ölünce sala verilir. Salada “dost ve akrabalarına duyurulur” der. Demek ki dost akrabadan bile önce gelir. O yüzden dostluğu kesmemek, görüşmek o kadar güzel. Bak, dedi sağ işaret parmağını yukarı kaldırıp, biz yaşlandık, peygamberimiz (s.a.v) demiş ki, ”öyle zaman gelecek ki, toplu ve ani ölümler artacak” Hakikaten de öyle oldu, adam otururken tansiyonu yükseliyor, şekeri yükseliyor felç geçiriyor nere götürüyoruz hastaneye bak kaş kişi birden ölüyor orda… Diyeceğim o ki, aniden ölünüp gidiliyor, bak babanda yaşlandı ben de bakarsın aniden ölüp gideriz. Çocuklarımla dostluğu kesmeyin.”

Kaç gündür düşünürüm bir sala’nın ne anlattığını, doğrusu sırrına vakıf olmadığım bir konuya dahil oldum.

Dost işte dost…

Köyde annem köyünden teyze var; Bir arife günü mezarlık ziyaretine götürüyorum onları… “Kızım, benden sana vasiyet, ben ölür giderim, çocuklarımı boşver… Bak anneannenin, dedenin üzerine geliyorsun her arife… Ben annemi çok severdim, bana gelme ben ölünce ama anneme de gel, anneme de bir Fatiha oku”

Çocuklarından istemediği bir şey… Dosttan, dostun çocuğundan isteniyor…

Dostluk işte…

Hani hangisinde akraba, hangisinde birebir kan bağı…?

Burada esas vurgulamak istediğim; geriye, eskiye, köklerin saldığı dalların kucaklaşmasında.

Onları görebilmekte, sahip çıkabilmekte…Hal- hatır sorabilmeye zaman ayırabilmekte…

Benden bu kadar…

Buraya kendime not: Bir gün belgesel yapacağım.

 
Toplam blog
: 359
: 1593
Kayıt tarihi
: 29.11.06
 
 

Deli-dolu, akıllı,  yalandan yere çamura yatan, normal değerlerde zekalı, esprili, şakacı, kendin..