Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Haziran '07

 
Kategori
Siyaset
 

Atatürk, demokratik bir Türkiye mi istedi?

Atatürk, demokratik bir Türkiye mi istedi?
 

Mustafa Kemal Atatürk'ün altı temel ilkesi vardır. Kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti'nin çekirdeğini bu altı ilke oluşturmak koşulu ile geliştirmek ve ilerletmek halkın eline bırakılmıştır. Ancak, her ne olursa olsun bu altı ilkeden ödün verilemez. Çünkü, ülkenin kurucusu öyle istemiştir. O, bu altı ilkenin kurmuş olduğu ülkeyi çok daha ileri bir düzeye çıkaracağının bilincindeydi.

Atatürk'ün altı ilkesi, kurmuş olduğu CHP'nin de amblemi olmuştur. Bu ilkeler: Cumhuriyetcilik, Milliyetçilik, Halkcılık, Devletcilik, Lâiklik ve Devrimciliktir.

Burada, yazının diğer bölümlerinde açacağım bir konuyu hemen anımsatayım: Nerede demokrasicilik? Ya da demokratlık?.. Yok değil mi?

Biz, ne yazık ki Atatürk'ün kurarken bizlere emanet ettiği "Lâiklik" ilkesinden başka bir ilkeyi savunamadık. Bırakın savunmayı, onların elimizden birer birer alınmasına göz yumduk. Hattâ, partisinin amblemi olan CHP bile altı ilkenin bir bir ortadan kaldırılmasına ses çıkarmadı. Şimdi, Lâiklik ilkesi üzerinden siyaset yapmaya çalışıyorlar. Kim inanır?

Cumhuriyetcilik ilkesi çoktandır ikinci cumhuriyetçilerin oyuncağı oldu. Onların niyeti ikinci cumhuriyet adı altında Atatürk'ün bütün görüş, ike ve devrimlerini ortadan kaldırmak ve Türkiye'yi yabancıların kucağına oturmaktır. Çünkü, Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet, ne onların ne de Türkiye'yi pazarlamaya çalışanların işine gelmektedir. Onlara göre bir devletin haysiyeti, onuru, ilkeleri yoktur. Gerekirse vereceksin kurtulacaksın.

Son dönemde ise Atatürk Cumhuriyeti'ne karşı "ılımlı islâm cumhuriyet" söylentileri alıştırılmaya başlanmıştır. Bu ilkeden kurtulmanın yollarını arayanlar amaçlarına ulaşmak için fırsat kollamaktadırlar.

Milliyetçilik ilkesi bir zamanlar bir partinin ve onun saldırgan gençlik kollarının tekelindeydi. İnsanımız "milliyetçiyim" demeye çekiniyordu. Oysa, bu partinin milliyetçilik anlayışı ile, Mustafa Kemal'in milliyetçilik ilkesi çok farklı kavramlardır. O parti ve gençlik kolları "pantürkizm" adı altında, bütün dünyadaki Türkleri bir devlet, bir bayrak altında toplamaya çalışıyordu. Bunun mümkün olmadığını kendileri de bildikleri halde, siyasetlerini bu zeminde yapmayı, oy avcılığı açısından uygun buldular. Mustafa Kemal'in milliyetçilik ilkesinde ise "ulusal sınırlar" içindeki insanlar topluluğu vardır. Bu ilkenin ucu açıktır. Bunu en güzel tanımlayan, Mustafa Kemal'in kendi söyleyişidir: "Ne mutlu Türküm diyene". Hem de dünyanın neresinde derseniz deyin milliyetçisinizdir. Türksünüzdür. Mustafa Kemal, "pantürkist" olamayacak kadar akıllı, zeki, ileriyi gören ve ayakları yere basan bir siyaset adamıdır.

Bununla beraber, son dönemlerde milliyetçilikten, ümmetciliğe kayan bir dünya görüşüyle karşı karşıyayız. Bu sefer milliyetçiliğin karşısına dikilenler, dinciler. Onlara göre de "panislamizim" olmalı. Yani bütün müslümanlar Kuran-ı Kerim altında, şerata bağlı yönetilecekleri topraklarda birleşmelidirler. Şimdilik gözüken o ki, dine dayalı bir rejime dönme planları açıkca yapılmaktadır.

Milliyetçilik ilkesine yapılan saldırılar bütün hızıyla sürüp giderken, bu kez de karşımıza "küreselleşme" diye bir oyun çıkardılar. Bu oyunu çıkaranlar, kendi milliyetçiliklerinden ödün vermezlerken, bizim gibi ülkelerden milliyetçiliklerini atmalarını istemektediler. Bunda başarıya ulaşmışlardır da. Milliyetçi olmayan iktidarları başa getirenler küreselciler, zavallı ülkelerin telekomünikasyon işletmelerine el koymuşlardır. Yavaş yavaş bütün ulusal bankalarına el koymaktadırlar. Ülkelerin en seçkin işletmeleri önce hükümetlerce ele geçirilip, sonra da yabancı işbirlikçilerine verilmektedirler.

Durum bizde de aynıdır. Atatürk'ün milliyetçilik ilkesi artık yoktur.

Halkçılık ilkesi de ne yazık ki "popülizm" diye ortadan kaldırıldı. Artık, "halkçıyım" diyenler alay konusu oluyor. Oysa, Mustafa Kemal'in halkçılık ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuranlarla ortak davranış ve onların ayağına inme ilkesiydi. Atılan her adımda halkın çıkarlarının düşünülmesi, halkçılık ilkesinin amacıydı. Şimdi, yapılanlar, halkın yararına ise "popülizm" sayılıyor ve yapılmıyor. Oysa, Mustafa Kemal, en güvendiği halka en değer veren bir lider olarak, herşeyi halkı için yapmıştı. O, popülizm diye düşünmedi, herşey halk için dedi.

Devletçilik ilkesi de çoktan ortadan kalktı. Seksenli yıllarda başlayan bir "özelleştirme" vurgunuyla, yangın mal kaçırırcasına her şey satıldı. Son dönemde ise, ülkenin en seçkin kurumları hiç düşünülmeden yabancılara satıldı. Madenler, ormanlar, iletişim, finans, öğretim, yazılı ve görsel basın... Hepsi ama hepsi yavaş yavaş yabancılara satıldı. Bu satışlar Mustafa Kemal'in "Devletçilik" ilkesinde "vatana hiyanettir." Ama, bir avuç insanın sesi yükseldi, onları da işiten olmadı. Yakın gelecekte herkesin feryadı duyulacak, ama iş işten geçtikten sonra.

Lâiklik ilkesi ise Mustafa Kemal'in en çok tartışılan ilkesidir. Oysa, Türkiye'de zaten 10 Kasım 1938'den itibaren laiklik ilkesi unutulmuştu. Dincilere ödünler verilmeye başlanmıştı. Ezan arapça okunmaya başlanmıştı. İmam hatip okulları her yandan fışkırmaya başlamıştı. Kılık kıyafet yasası ve diğer devrim yasaları 10 Kasım 1938'den sonra bir daha anımsanmamak üzere kaldırıldı. Okullar tarikatlerin eline geçti. Her sokakda Kuran kursları açıldı. Yavaş yavaş tesettür dediğimiz sıkmabaş ortalığı sardı. Bu giysi giderek ve devrimlere inat kara çarşafa yöneldi.

Zaten 10 Kasım 1938'de yok olan lâiklik ilkesi, şimdi herkesin aklına geldi.

Devrimcilik ilkesi Mustafa Kemal'in en tehlikeli ilkesidir. Çünkü, devrimciliği "anarşizm" olarak algılamaya başladık. Oysa Atatürk'ün devrimciliği, bütün devrimler gibi durağan değildir. Onun devrimciliği süreklidir ve durmaz. Yani, Mustafa Kemal, devrimlerini yaptı bitirdi demek yanılgıdır. O zaman yerimizde sayarız. Bunu en iyi Mustafa Kemal bilmektedir. Onun gösterdiği yol hep ileriyedir. Devrimleri ilericidir. Onun devrimleri bağımsızlıktan yana, emperyalizme karşıdır. O halde, zaman içinde onun devrimlerini ileriye götürmek hepimizim görevidir. Fakat, bizler bu görevimizi de yerine getiremedik. Karşı devrimciler Mustafa Kemal'in devrimlerini de çoktan törpülemeye başladılar. Neredeyse sonuna da geldiler.

Bütün bu anlatımdan sonra yazımın başındaki soruya dönebiliriz: Nerede "Demokratlık" yada "Demokrasi" ilkesi?

Cumhuriyetcilik ilkesini demokrasiyle karıştırmayalım. Çünkü, demokrasi olmayan ülkelerde de cumhuriyet adı vardır. Çin Halk Cumhuriyeti, İran İslâm Cumhuriyeti, yakın geçmişimizde Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti buna örnektir. Ama, bunların yönetim şekli demokrasi değildir.

Pekiyi, her şeyin en iyisini yapan Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti'ni "demokratik" bir ülke olarak mı kurmak istedi? Daha Kurtuluş Savaşı'nda başladığı meclise danışma gereksinimini demokratik olarak algılayamayız. Çünkü, az önce saydığım ve sayamadığım bir çok ülke rejimlerinde de meclis vardır. Nitekim, Kurtuluş Savaşı'nın o en karmaşık dönemlerinde, Mustafa Kemal, meclise öneriler getirmektedir. Ancak, önerileri kabul edilmezse "Bazı keller gidecektir" türündeki baskısı da vardır. Burada elbette Mustafa Kemal haklıdır. Çünkü, yaptığının ve önerdiğinin doğru olduğunu çok iyi bilmektedir ve bütün sorumluluğu hayatı pahasına üzerine almaktadır.

O halde meclisin varolduğunu göstermek, Atatürk'ün demokrasi rejimini istediği anlamına gelmez.

Sonraki yıllarda çok partili rejime geçmek isteyen Mustafa Kemal, bu deneyimlerinin de anlamsız olduğunu anlayınca bundan da vazgeçmiştir. Eğer, Mustafa Kemal'in düşüncesinde çok partili demokratik bir ülke yatsaydı, mutlaka bunu uygulardı. Partileri kapatmaz ve ne pahasına olursa olsun çok partili rejime dönerdi.

Yukarıda Mustafa Kemal'in altı ilkesini sıraladık. Şimdi elimizden alınan altı ilkesi. Bu ilkeler demokratik bir sistemin işaretleri değildir. Fakat, Mustafa Kemal bundan da güzel, bundan da erdemli, bundan da daha bağımsız bir rejimin peşindeydi. Türkiye Demokratik Cumhuriyeti demedi, çünkü İmparatorluktan çıkan halk, cahil ve yoksuldu, çabuk kandırılabilirdi. Nitekim çok partili rejime geçen İsmet İnönü bunu göremediği için yenildi. Bugün bile bu cahilliğin acısını çekiyoruz. O halde Mustafa Kemal'in düşüncesinde, altı ilke doğrultusunda bir rejim kurmaktı. Herşeyi halk için yapacak bir iktidarın, ayrıca halk oylamasına ihtiyacı yoktu. Mustafa Kemal, altı ilkeyi bunun için anayasanın ikinci maddesi yazdırmış olmalıydı. Çünkü, bu altı ilkeyi benimseyen ve kendinden sonra yönetime gelecek olan iktidarlar farklı olamazdı. Bu altı ilke üzerinden siyaset yapacak partilere de zaten ihtiyaç yoktu. O halde seçime de ihitiyaç yoktu. Bir tek CHP bu altı ilke doğrultusunda Türkiye'yi sırtlayıp ileriye görürecekti. Bunun anahtarı altı ilkedeydi.

Ancak, İsmet İnönü bu rejimi bozdu. Fakat, Mustafa Kemal haklı çıktı. Mustafa Kemal, nasıl "Proleter ve burjuva sınıfının olmadığı için sosyalizmin olamayacağını" gördüyse, aldatılamayacak düzeyde eğitim görmüş halkın oluşumuna kadar da demokrasiyi uygun görmemişti. Çok partili rejimle birlikte terk ettiğimiz Atatürk ilkeleri nedeniyle bizler karanlık yollara sürüklendik. Çağdışı bir görünüm kazandık, yeniden emperyalist güçlerin eline düştük, eğitim ve kültür düzeyimiz düştü, dini duygularımız sömürülmeye başlandı, gericilik ve yobazlık umulmayan boyutlara ulaştı.

Mustafa Kemal, demokrasiyle yönetilen bir Türkiye değil; ama, çağdaş, ilerici, devrimci, bağımsız, eğitimli, kültürlü bir Türkiye gerçeğiyle altı ilkesini koydu. Bugün dünya üzerinde demokrasiyle yönetilmeyen ama totaliter rejimlerle de yönetilmeyen bir sürü devlet var. Seçimler A ya B partisini seçmiyor. Devletin ilkelerininden ödün vermeyecek bir kişiyi seçiyor.

Biz "demokrasiyle yönetiliyoruz" diye, devletimizin ve dolayısıyla Mustafa Kemal'in ilkelerinden ödünler veriyoruz. Bugün Türkiye, Mustafa Kemal'in düşlediği Türkiye ile hiç bir ilgisi yoktur. Ve bunun nedeni demokrasidir.

Eğer Mustafa Kemal'in ilkelerini uygulasaydık, bugün çok daha çağdaş ve ileri bir düzeyde olacaktık. Bunun en büyük kanıtı, Mustafa Kemal'in ilkelerinden hiç bir zaman ayrılmayan Türk Ordusunun gelmiş olduğu düzeydir.

Başka örneğe gerek var mı?

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..