Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ağustos '12

 
Kategori
Tarih
 

Atatürk, Türkiye - Suriye ilişkileri

Atatürk, Türkiye - Suriye ilişkileri
 

Arap kıyafetleri ile Atatürk


Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra Türk-Suriye ilişkileri uzun bir yol ayrımına girmiştir. İlişkilerde I.Dünya Savaşı ile başlayan kopuş, yeni Arap devletlerinin II. Dünya Savaşı’ndan sonra manda yönetimlerinden kurtulup bağımsız olmalarıyla yeni bir boyut kazanmıştır. Bu tarihsel süreç içinde her iki taraf, birbirlerine karşı siyasi, ekonomik ve kültürel olarak ilgisiz kalmış ve ilişkileri en alt düzeyde sürdürmüştür. Soğuk Savaş yıllarında Türk-Suriye ilişkilerinin temel belirleyici unsuru genellikle uluslararası konjonktürden kaynaklanan güvenlik kaygıları ve tehdit algılamaları olmuştur. Ancak yinede Türkiyenin somut olarak en fazla sorun yaşadığı, en uzun kara sınırına sahip olan komşusu Suriye olmuştur.

            Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin Batılı güçlere karşı verilen bir bağımsızlık savaşı sonunda kurulması, bütün üçüncü dünya ülkelerinde olduğu gibi geçmişte aynı tarihi ve kaderi paylaşan Araplar için de bir ümit ışığı olmuştur. Özellikle Suriye ve Irak, I. Dünya Savaşı sırasındaki vaatlerini yerine getirmeyen ve kurdukları onur kırıcı manda sistemleriyle kendilerine zulmeden İngilizler ve Fransızlar karşısında tekrar Türklerle bütünleşme gayretine girmişlerdir. 

Anadolu’daki Türk Milli Mücadele Hareketi ile dönemin Suriye’deki Faysal Hükümeti arasında kurulan ilişki, Şam doğumlu bir Türk olan Kurmay Albay Yahya Hayati Bey’e Faysal tarafından Suriye başkomutanlığının teklif edilmesiyle başlamıştır. Atatürk, Suriye’nin egemen bir devlet olarak Türkiye’nin gerisinde (jeostratejik konum itibariyle) olmasını menfaatlerine uygun ve Hayati Bey’in bu uğurda çaba göstermesinin başarılı olacağını düşünerek kendisinin Suriye’ye gitmesine izin vermiştir.

Hayati Bey’in etkisi ile Faysal Suriye’si ve Türk Ulusal Hareketi 1919 yılından itibaren ortak düşman Fransa’ya karşı birlikte hareket etme kararı almış. Bu dönemde Atatürk, Suriye’de Faysal taraftarlarını desteklemiş ve cesaretlendirmiştir. Faysal da bu desteği karşılıksız bırakmamış. Suriye’de Fransızlara karşı olan Arapların Atatürk’e yaklaşmaları, Şam Müslümanlarının bir kısmının Türk Hareketini örnek almaları, Suriye Arap Ordusu komutanlarının Osmanlı ordusuna hizmet etmiş kişiler arasından seçilmesi, Atatürk’ün, Halep’te “Türk Milletinin yaşamak için haklarını savunacağı” yolunda bildiri dağıttırması Fransızları oldukça rahatsız etmiştir.

Atatürk ise Türk Milli Mücadele Hareketi’nin Suriye üzerindeki etkinliğinin işgalci Fransızlara gösterilmesinin, çok önemli siyasal yararlar sağlayacağından emin bir şekilde, İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu’yu paylaştığı San Remo Konferansı’nın toplandığı 24 Nisan 1920’de TBMM’de yaptığı konuşmada, “Suriye ve Irak’ın öncelikle sömürgeci güçlere karşı bağımsızlıklarını kazanmalarını desteklediğini ve daha sonra bu iki ülkeyle federatif veya konfederatif bir bağlantı kurabileceklerini” söylemesi de ilgi çekici bir tarihsel not olarak günümüze taşınmıştır.

Hatay’ın geleceği konusunda ifade ettiği düşünceleri, Türkiye-Suriye dostluğunun yok sayılmadığını, Atatürk’ün dış politikadaki diplomatik ustalığını ve kararlığını ortaya koymaktadır:

“Ben bir milletin varlığını kurtarmak için işe başlarken ne yazık ki Suriye’yi, Irak’ı, bütün İslam Dünyasını, zorunlu olarak biraz hoşgörü göstermek mecburiyetinde kalmıştım. Çünkü bütün bu âlemi toplayan büyük imparatorluğun enkazını, bizim kadar dostlarımız ve dindaşlarımızın da görmüş olduklarını biliyorum... Ben şahsen bütün camia için gayret sarf etsem bile bazı kitlelerde oluşmuş olan zihniyetler, bizi, birbirimize yaklaştırmayacak kadar önemli idi. Bu nedenle, ben bütün kuvvetimi ve kudretimi, yalnız bu imparatorluk içindeki Türk olan unsura ayırmak zorunda kaldım. Ancak ben bu işi yaparken çok emindim ki asırlardan beri beraber yaşamış, dindaşlık yapmış insanlar ayrılamazlar. Yalnız, imparatorluğun yarattığı bir takım yanlış anlamaların unutulabilmesi ve nihayet beraber yaşamış bu insanların birbirlerini anlayabilmesi için belli bir zaman geçmesi gerekirdi. Bu günün henüz gelmiş olduğuna itiraf ederim ki inanmış değilim. Fakat o dediğim gün gelecektir.  Ben söylüyorum ki İslam âlemi ve Suriye milleti ve devleti tamamıyla ve kesinlikle bağımsız olmalıdır. Bunu, burada söylediğim gibi, Fransızların ve dünyanın önünde tekrar etmek, benim için şeref ve zevktir. Fransızlar bir gün hakikati görmeye ve onu olduğu gibi kabul etmeye mecbur olacaklardır. ”

            Atatürk’ün Hatay ile ilgili söyledikleri ise Hatay Soruna nasıl yaklaşılması gerektiğini göstermektedir:  “Hatay meselesi şahsım için yeni bir mesele değildir. Mösyö Franklen Buyyon ile çok uzun görüştükten sonra ben bir takım şeriati mahsusa (özel nedenler) ile Hatay’ı bıraktım. Bırakmayabilirdim. Fakat bıraktım. İki şey için bıraktım. Bunu açıkça söyleyeyim. Bir kere Suriye varlığını az çok kuvvetli hale getirmek için. İkincisi bir gün Türkiye ve Suriye birbirini anlayacaklardır, bir gün kötü davranışlar yok olacaktır, biz Suriyelilerle kolaylıkla anlaşırız diye bıraktım. Fransızlar bizi baş başa bıraksınlar, biz anlaşırız. Hatay nedir? Küçük bir şey. Ben onu bize verin demiyorum. Ama bu mesele benim için bir namus meselesidir. Biz orayı savaş ile kaybetmedik. Fransızlara veremem.”

Şuda bir gerçek ki; Hatay, PKK ve Su sorunları dâhilinde şekillenen Türkiye-Suriye ilişkileri, Soğuk Savaş döneminde ve sonrasında, siyasi krize ve sıcak çatışmaya dönüşme potansiyelini sürekli taşıyan bir süreç yaşamıştır.

Ancak, Atatürk “Yurtta sulh cihanda sulh” söylemini bir slogan ve sözden öte, sözünü hayata geçiren, gerçekleştiren hamleler yapmıştır. Dönemin o çetin koşulları içinde bile komşuları ile Emperyalistlere karşı bir söylem ve davranış bloğu oluşturarak, son dönemdeki yoğun sağlık sorunlarına rağmen Hatay sorununu barışçıl bir şekilde çözme başarısını göstermiştir. Stratejik derinlik diyerek, emperyalistlerle işbirliği yapmayıp komşularıyla çatışma kültürünü beslememiş, barışı egemen kılmıştır.

Gördükçe, düşündükçe, anladıkça, bildikçe, Atatürkü bir kez daha şükran ve onurla anıyorum.

 

Nizamettin BİBER

Uzman İnşaat Mühendisi

 
Toplam blog
: 887
: 2743
Kayıt tarihi
: 06.06.12
 
 

Yeni dünya düzensizliğinde insan olmaya çalışan ve okuyarak ne kadar cahil olduğunu gören, olayla..