Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ekim '13

 
Kategori
Eğitim
 

Atatürk Devrimi

Atatürk Devrimi
 

Tüm ulusların eğitim tarihine baktığımızda gelenek ve törenin öğrenilmesinden yola çıkıldığını, daha sonra din kurallarının öğrenilmesiyle eğitimin sürdürüldüğünü görüyoruz. Ulusların dinsel eğitimden kurtulmaları bilimin gelişmesiyle doğru orantılıdır. Eğitimin uzun bir süreçten geçmesi  bilinmezliklerin çokluğu nedeniyle zorunluydu. Tüm zorluklara karşın insanlık bilinmezlikleri – geç ve güç de olsa – aza indirmiş ve eğitimi yenilemiştir. 

Eğitimin “efendi”nin elinden alınıp topluma yaygınlaştırılması insanlığın yürüyüşünde yüzyılları aldı. Halkın istemleri karşısında duramayan yöneticiler eğitim hakkını toplumun tüm kesimlerine tanımak zorunda kaldılar. Tarihe baktığımızda ilk kez Yunanlı eğitbilimci Ksenofon ( İÖ 425 – 352 ) kızların eğitilmesi konusuna değindi. Fransız eğitbilimci, düşün adamı Rablais kilise anlayışına uyarlanmış eğitimin (iskolastik eğitim) karşısına doğal eğitimi koydu.

Böylesine uzun bir yoldan geçen insanlık 1789 Fransız Devrimi’yle ulus olma bilincini yakalarken laik eğitime de ulaştı.Bilim alanındaki buluşların eğitime girmesi laikliktir. Laiklik, girdiği toplumlarda demokrasiyi doğurmuş, insanların dilediği gibi yaşama şansına ulaşmalarını sağlamıştır. Bu nedenle laiklik, diğer bir anlamıyla demokratik bir yaşama biçimidir. Herkesin inandığı gibi yaşaması, demokrasinin kurumlaşarak toplumun tüm kesimlerinde örgütlenmesi laikliğin getirdiği, insan için önemli kazanımlardan biridir.

Bilim adamlarının ulaştığı sonuçların eğitime girmesi için yüzyılların geçmesi acılar yaşanarak beklendi. Biz ulus olarak bilimin eğitimimize girmesini kuşkusuz Atatürk’e borçluyuz. “Yaşamda en gerçek doğru yolu gösteren bilimdir.” özdeyişi Atatürk’le yaşamımıza girdi. Atatürk, laik eğitimi egemen kılmak için bu eğitimle bağdaşmayan sıbyan okullarını, medreseleri, tarikat ve tekkeleri kapattı. Böylece laik eğitimle bilim, sanat okullarımıza girdi.

Olayların açıklanmasını artık bilimsel verilerden öğrenip yaşama geçirecektik. Boş inançlarla yapılan açıklamalar geçerliliğini yitirecekti. Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaşlığa ulaşması laiklik ilkesiyle sağlanacaktı. Bu nedenle, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden en önemlisi laiklik olarak belirlendi.

Atatürk, “ulusal devlete “ güç koşullardan geçerek ulaştı. Ulusal devletin dayandığı altı temel ilke Türkiye Cumhuriyeti’ni bayraklaştırdı.Ulusculuk, laiklik, devletçilik, devrimcilik, halkçılık, cumhuriyetçilik  diyalektik bir bütünlük içinde çağdaş, bağımsız devlet olabilmemizin temel koşullarıydı.

Çağdaş toplum, çağdaş devlet olabilmek Atatürk  ilkelerine dayanan eğitimle gerçekleşebilirdi  ancak.  Bu nedenle altı temel ilke yaşama geçirilmeliydi. Türkiye Cumhuriyeti’nin  geleceği için eğitimde birliği sağlamak kaçınılmazdı.  Değişik kurumların eliyle yürütülen eğitim bir elde toplanmalıydı. Bununla birlikte çağdaş olmayan eğitim kurumları da  kapatılmalıydı. Bunlar gerçekleştirilmeden laik eğitim  yaşama geçirilemezdi. Eğitim dinsellikten kurtulup ulusal kimlik kazanamazdı.

İşte bu nedenle, Şer’iye ve Evkaf  vekaletleri, bunlara bağlı olan sıbyan okulları, medreseler, tarikatlar, zaviyeler bir bir  kapatıldı.  Ulusal - laik eğitimin bir ulusu özgür ve bağımsız yaşatacağını bilen Atatürk, eğitimin ulusal olması, boş inançlara dayanmaması gerektiği görüşünü Sakarya Savaşı ‘nın sürdüğü  günlerde  gündeme getirdi. 15 Temmuz1921 ‘de topladığı “Maarif Kongresi”   ulusal eğitim izlencesinin niteliğini belirledi.

17-19 Temmuz 1939’da başlayan “Milli Eğitim Şurası”bugüne değin dört yılda bir toplanmak koşuluyla  -toplanma süresine uyulmadığı-  on sekiz kez gerçekleşmiş. Şura, MEB’in eğitim ve öğretimle ilgili konuları incelemek, öneri niteliğinde kararlar almakla görevli en yüksek danışma kuruludur. 

Bu  son Milli Eğitim Şurası 1-5 Kasım 2010’da gerçekleşti. “Eğitimde 2023 Vizyonu’ ana başlığı altında ‘öğretmen yetiştirme; eğitim ortamları; ilköğretim, ortaöğretim; spor, sanat, beceri, değerler sistemi; psikolojik danışma, rehberlik-yönlendirme”alt başlıklarından oluşuyordu. 

18. Milli eğitim Şurası’nda, özel okullara %50 parasal katkı, sayısı 4193 ulaşan dersanelerin okula dönüşümünün sağlanması, okulları özelleştirip devrederek kurtuluşu bu alanda da özelleşmede arıyorlar.Böylece çözüm olarak Osmanlı bakanının, “Okullar olmasa eğitim sorunu kalmayacak.” dileği, anlayışı gerçekleşecekti.

Değişik kurum ve kişilerin katıldığı 18.Milli Eğitim Şurası Türkiye gerçekleri doğrultusunda sonuçlara ulaşabildi mi? 15 Temmuz 1921’de Atatürk’ün topladığı Maarif Kongresi’nde niteliği belirlenen ulusal-laik eğitim hangi aşamada? Tarikatlar, cemaatlar yeniden eğitimimizde yer aldı mı?Yurt içinde, yurt dışında örgütlenen cemaat okulları, dersaneleri, üniversiteleriyle yetkili ve etkili kişilerden, kurumlardan ödül alıyor mu? Teksas Senatosu, “Global barışa katkısından dolayı” 1998’de terör örgütü kurduğu savıyla tutuklama kararı bulunan, şu anda ABD’de yaşayan Fetullah Gülen’e ödül veriyor. Kurduğu kurumların (özel okullar -Anadolu liseleri, kolejler, üniversiteler, dersane-vakıf, dernek, öğrenci yurdu,TV, radyo, gazete); bütçeleri insanın dudağını ucuklatacak cinste değil mi? Bu kurumlara destek veren şirketler, kişiler Türkiye’nin geleceğine kurşun sıktıklarını biliyorlar mı? Bu tarikat, cemaat kurumları kimi devletlerin koruması altında gelişmiyorlar mı?

Eğitimimizde bu geri dönüşlerle ulusal-laik-demokratik eğitimimizden ne kaldı elimizde?  

Küreselleşmenin eğitim alanındaki uygulaması yabancı dille eğitimi öne geçirerek bunu  yaygınlaştırmaktadır.Kişinin kendi diliyle düşündüğünü bilen dış güçler iç ortaklar da bularak “olacak”diye diretmektedirler . Şimdi "Demokratikleşme Paketi" okullarımızda dilediğin dille eğitim yapma olanağı veriyor.Oktay Sinanoğlu’nun  Hedef Türkiye adlı yapıtında dediği hızla olmaktadır artık. Yabancı güçlerin  amaçları  doğrultusunda çok da yol aldıklarını  gözlüyoruz. Batı, yetiştirdiği yerli aracılarla  onların dedikleri uygulama alanına hızla konuyor. İçinde bulunduğumuz açmazlardan böylece kurtulacağımız sanılıyor. Ulusal yapımız Cumhuriyetimizin en zor günlerini geçiriyor. Onların  bu yapımızı bozmak için her yöntemi kullanmakta kararlı olduklarını yurtseverler  izliyor.  

Cumhuriyetin toplumumuza getirdiği çağdaş uygulamalar  iktidarı ele geçiren feodal güçlerce yeniden geri götürüldü. Bunlar bir ulusu ulus yapan en önemli öğelerden birinin  dil olduğu gerçeğini bildiklerinden  Türkçeyi  okullarda, yaşamda yasakladılar. Böylece uluslaşma sürecimizi durdurdular.  Türkçeyi geliştirmek, Türkçe sözcükler kullanmak suç sayıldı.

Eğitimde yüz akımız olan, ulusal kültürü yaratıp yaygınlaştırmada öncülük eden  Köy Enstitüleri’ni kapatmakla yetinmediler. Tarama, Derleme sözlük çalışmalarıyla unutulmuş dilimizi gün yüzüne çıkartan Türk Dil Kurumu bu işlevlerini yitirerek kimlik değiştirdi. Aynı toprağın üzerinde etnik kökene dayanmadan tasada, kıvançta bir olan insanların  birliği olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin dayandığı kurumlar bir bir kapatıldı. Böylece  Atatürk ulusculuğu yara aldı.

Tüm bu yaşananlar toplumumuza, ülkemize kurulan tuzakların eğitimde, ekonomide uygulanan parçalarıydı. Amaç ülke bütünlüğümüzü, ulusal dirliğimizi bozmaktı. Atatürk, ulus olmanın baş koşulunun diline sahip çıkmaktan geçtiğini biliyordu. Kültür sanat alanındaki çalışmaları desteklemek, bunu sağlayacak eğitimi vermek,  “ Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.”  gerçeğini  taşıyan beyinler yetiştirmek, Devlet Tiyatroları’nın  kuruluşu , Halkevleri’nin açılışı  uluslaşma yolunda atılan önemli adımlardı. Ne yazık ki Halkevleri de Köy Enstitüleri gibi yok edildi.Şimdi sırada Devlet Tiyatroları bulunmaktadır. 

 
Toplam blog
: 1064
: 732
Kayıt tarihi
: 24.03.12
 
 

Türkay KORKMAZ, umuda yolculuğu ertelemez. Mermeri delenin damlanın sürekliliği olduğunu bilir. Y..