Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Aralık '09

 
Kategori
Yolculuk
 

Atatürk Havalimanı'ndan insan manzaraları

Atatürk Havalimanı'ndan insan manzaraları
 

Günlerden dün. Yer Atatürk Havalimanı.

İnsan manzaraları öyle sık değişiyor ki hac zamanı farklı, izin dönemleri farklı hele ki sömestir dönemleri cıvıl cıvıl. Check-in sırası filan hak getire. Çocuklar zıp zıp oluyorlar! Bakkal Emin Amca'nın kızı tatili fırsat bilip anasına-babasına yardım ederken, o ara bir de ders çalışırken; şanslı çocuklarımız Disneyland'e uçuyorlar. Ne ben ne de oğlum öyle bir çocukluk geçiremedik.

Neyse, dün insanları izliyorum. Kiminin ağzında maske var. Kendini mi bizden koruyor, yoksa bizi mi kendinden koruyor, meçhul! Birkaç sene öncenin moda manzarası Hermes çantalı çakma Victoria Beckham'lardı! Hâlâ da var; ama tek tük. Düşünsenize, salonda 15-20 kadın var, hepsinin elinde belki de Mahmutpaşa'dan 15 liraya alınmış imitasyon Hermes'ler, sağ kolun dirsek içi oyuğuna çantanın sapı oturmuş, el tatlı bir yumruk yapılmış, katlı parmaklar yukarı bakıyor, çıttırı çıttırı yürüyen kadınlarımız!

"Şekerim Paris'e gidiyorum. Biraz alışveriş yapacağım. George Avenue'deki Hermes'i görmelisin. Mutlaka bir Picotin alacağım. Burada 4.000 euro'dan başlıyor. Orada daha ucuzmuş. Kaçıramam doğrusu."

Aman koş kaçırma! İşte, hiçbir dünyevi, manevi değeri olmayan bu konuşmalar zihnime tecavüz eder ve yıllarca temizleyemezdim. Ama yine de gözlerimi kapar başka bir aleme göçerdim.

"Gooş gız!! Göşedeki kasaba gidiver de 250 gr gıyma al. İki defam cektir. Yagıni da dıkıştırmasın, geri gönderirem valla. Deftere yazdır. Babam ay başında ödiycek dirsin."

Dün terminalde en az 10 kadın gördüm, dikkat edin erkek demiyorum. Ellerinde, çantalarında görünür şekilde "Kayıp Sembol" taşıyorlardı! "Masumiyet Müzesi"nin pabucu dama atıldı. Gri kapaklı da basılsa, Aşk taşıyan tek bir erkek dahi görmedim. Hermes'li Vic'lerin yerinde de yeller esiyordu. Sizin anlayacağınız, "Ben bu kitaba 30 lira verdim ve hemen aldım." diyen havalı kitapsever bayanlar vardı. İçim cızz etti. Kim bilir okumak bana ne zaman nasip olacaktı. Ama bol bol kapağına bakıyorum şimdilerde. İnternette özeti de var, az çok anladım hikayesini. Film hazırlıkları da başlamış. Belki de kitabın okunmuşu elime geçmeden filmi çıkar. Öyle ya, sinemalar max 15 TL. Şu Tom Hanks'in de şansına bakın! Dan Brown ve Robert Langdon var olduğu sürece Langdon rolü onun.

Tanrım bazen şakalar yapıyor, hazırlıksız yakalanıyorum. Sembol bayanlardan biri yanıma düşmez mi, kendimi 5 dk zor tuttum.

"Afedersiniz korsan mı?"

Ani kafa çevrilişiyle oluşan F5 şiddetindeki koku kasırgasında sersemlemişken, ateş fışkıran kara gözler öyle bir bakış attı ki korktum, sindim, küçücük kaldım.

"Pardon!" dedi, sigaradan kalınlaşmış; ama biyolojik yaşını büyütememiş sesiyle!

"Kitap diyorum. Korsan mı?"

"Ne münasebet beyefendi! 30 lira. Hem de Dan Brown imzalı. Bakın, 500 lira da olsa verirdim."

Doğru ya, Dan Brown İstanbul'daydı. Keşke gidip, "Ne bu fiyatlar kardeş?" deseydim.

Küçük hanım soruma kızgın. Öfkeli!

Şey, hanımefendi.. Ben de naçizane yazarım. İlk kitabım 10 TL, ikincisi de 15 TL; ama fuarlarda yarı fiyatına satıyoruz. İmza da bedava. Ben de herhalde, okullara, dostlara, dar gelirli kitapseverlere en az 200 adet bedava dağıtmışımdır. Ayrıca da kitaplarımdan 1 kuruş gelirim yoktur. Çünkü bu bana insanın evladını satması gibi gelir, demiyorum. Biliyorum ki karşımdaki kadın çakma Victoria'ların bir başka versiyonu ya da mutasyona uğramış hali ve beni anlaması mümkün değil. Sizin anlayacağınız, şimdilerin havalı aksesuarı "Kayıp Sembol." Okunması değil, görünür şekilde taşınması önemli. Unutmayın!

"Abi Abii !"

Sesin geldiği yöne döndüm. 1.60 boylarında, sakalları yeni terlemeye başlamış, 16-18 yaşlarında bir genç.

"Efendim."

"Abi ben uçakları nerede görebilirim? Yani inişlerini, kalkışlarını?"

Yerinde sabit duramıyor. Gitti gidecek!

"Sen yolcu musun ya da birini mi bekliyorsun?"

"Yok abi. Ben uçaklara çok meraklıyım. Sırf uçakları göreyim diye Hereke'den geldim. Bak sana kara kalem çizdiğim bir resmi göstereyim."

Cebinden ikiye katlanmış bir kağıt çıkarıyor. Tipini anlayamadığım, iki motorlu harika bir resim çizmiş. THY yazıyor üzerinde. Gözlerine bakıyorum, takdir bekliyor.

"Aferin sana. Nasıl çizdin bu resmi?"

"Gazetede resim vardı. Ona bakarak çizdim abi."

Resmi geri veriyorum. Özenle tekrar katlayıp cebine koyuyor. O'nu öyle iyi anlıyorum ki.. Koskoca havaalanında tanrı ona kime yaklaşması gerektiğini söylemiş olmalı. O'ndan daha küçüktüm. Yetmişli yılların başı. Pan Am'ın B747-100'lerinin İstanbul'a uğrayışlarının beni mutluluktan uçurduğu günlerdi. Ataköy'de oturan teyzemin evinden yürüyerek ve de ayçiçeği tarlalarının arasından geçerek -o günlerdeki adıyla- Yeşilköy Havalimanı'na gelirdim. Şimdiki İç Hatlar yegâne terminaldi. Saatlerce yolcularla oturur, hayaller kurar, terminal camından apronu izlerdim. O yıllarda tüm yolcular karışık oturur ve anons yapılınca çıkış kapısına yönelirlerdi. Sonraki yıllarda, yani seksenli yılların sonu gibi İngiltere'den Air Band'li bir radyo aldım. Yani, pilotla kule arasındaki konuşmaların dinlenebildiği bir radyo. Çiroz Plajı'nın üstünde, şimdiki Belediye Pazarı'nın önünde, havaalanının 18/36 ve 06/24 pistlerinin başını gören bir noktada uçakları izlemeye ve dinlemeye başladım. 1987'de oğlum doğunca aynı noktada elimde bebek arabası uçakları izlemeye devam ettim. İşte havacılık aşkı böyle bir şey. Neredeyse bir ömür uçakların konuşulduğu bir evde büyümek, pilot bir ailenin ferdi olmak size başka bir seçim şansı bırakmıyor.

Karşımda bir ben duruyor ve o gelip doğru adresi buluyor!

"Burası terminal binası oğlum. Uçakları göremezsin; ama havaalanının etrafını dönen karayolu üzerinde durup pisti seyredebilirsin. Mesela Florya'da Flyinn AVM var. Üst katına çık, hem yemeğini ye hem de uçakları seyret."

"Uçakları gerçek boyutlarında mı görücem?"

Gerçek boyutlarında mı görücem!! Nasıl yani? Anlıyorum ki bu genç adam dünyaya bir monitörden bakıyor! Bir an, "Yok gerçek boyutlarında değil, senin görebileceğin ekran boyutuna sıkıştırılıyor." demeyi düşünüyorum; ama gözlerindeki masum ifade o gereksiz espriyi yapmamı önlüyor.

"Tabii ki gerçek boyutlarında göreceksin."

"Abi oraya nasıl gidecem? Yürünür mü ya da metro var mı?"

"Araban yoksa, sadece taksiyle gidebilirsin. 10-15 lira filan tutar herhalde."

Başını önüne eğiyor. Sağ eliyle cebinde ne aradığını anlıyorum.

"Senin adın ne?"

"Yavuz, abi."

"Peki Yavuz. Al bakalım şu parayı, hemen kapının önünden taksiye bin ve Flyinn'e gideceğini söyle, Üst kata çık, yemeğini de al, doyasıya seyret uçakları. Tamam mı ?"

"Allah razı olsun abi. Sen sevmez misin uçakları? Benim kadar meraklı olsan, anlarsın beni! Bir gün mutlaka binip dünyayı gezeceğim."

Deli çocuk! Hiç anlamaz mıyım seni! Toz oldu birden. Gözlerim takip etti arkasından. Verdiğim parayı cebine koymadı. Yumruk yaptığı avucunun içinde sıkıca tutuyordu. Çözülen ayakkabısını bağlamaya vakti yoktu.

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..