Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Kasım '13

 
Kategori
Deneme
 

Atatürk olmasa Atatürkler olur muydu? 1

Ben hep Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın bunca gezme, tozma içinde; günden üç dört kez ve saatler kez konuşma periyotları içinde; hangi ara düşünüp, kendisini yenileyip; hangi ara ülkeyi yönetip; ülkenin işleri ile haşir neşir olup; yönetsel sorumluluğa denk düşen hangi aksamalardan uykularının kaçıp; Fırat'ta kayıp olan kuzunun vebalini duyma nedenle manen çöktüğünü ve bu nedenle dinlenmeyi kendisine haram kıldığını merak etmişimdir.

Partiler sistemin çarpıklığını ve adaletsizliği birbiri ile yarışırcasına Kerbela olayıyla ya da Hz Ömer adaleti ile dile getiriyorlar. Bu ne dejenerasyondur. İyi de Dünya'da Japonya, Çin, Kore, Rusya, Brezilya, Kanada vs. gibi onlarca Kerbela'sı, Hz Ömer'i olmayan ülkeler adaleti düzeni nasıl sağlıyorlar? Bu soruları sormayan halk bunlara müstahaktır.

Atatürk olmasa başka kurtarıcılar olamaz mıydı? Buna cevap vermek olmuş bitmişlik bağlamında olanaksızdır. Tarihi bilinç bağlamında bir cevap ve anlayış oluşturmaksa pek ala olasıdır. Bu cevap ilerisi içinde bir seçme ayıklama kuralı oluşla çalışır. Bu cevap doğanın kullandığı mekanizmalarından sadece biridir.

Şu iki bağıntı hiç unutulmamalıdır. Koşullar olgunlaşmadan, koşulun gereği olan sonuç ortaya çıkamaz. Koşulun gereği olanın ortaya çıkabilmesi için de, koşulun gereği olacak tepkinin çevre içinde sesiz sedasız ya da işe yaramaz tuhaf mutantik sunum oluşla çevre verileri içinde bulunması gerekir.

Mozart bir Viyana koşulları ürünüdür. Mozart, Viyana koşulları belirdiğinde Viyana koşulları ortamı içinde bir etkilenme bir girişici veri olarak var bulunmaktadır.

Viyana koşulları Mozart'lık için çevresel bir etkileme ve seçme yapan dayatma ise Viyana ortamı belirinceye kadar Mozart gibi var olan enstrümanlar bir hilkat garibesi olarak, ne işe yaradığı bile bilinmeyen tuhaflık olarak ve ender olarak var bulunacaktırlar.

Viyana şartlarının belirmesiyle Mozart gibi ender tuhaflıklar bir değer, bir üstünlük, bir aktiflik ve bir seçilim şansı elde edecektirler. Es kaza Mozart gibi hilkat garibeleri Viyana şartlarında değil de Bambu şartlarında doğsa idiler yine Mozart olurlar mıydı? Eş deyişle Mozartlar, Mozart'lık çevre seçilisine tabii olabilirler miydi?

Şunu da unutmayalım. Her Viyana ortamı içinde doğan kişi, Viyana şartları ortada var diye Mozart olamamaktadırlar. Demek ki iç ve dış koşulların varlığı bir seçilim dayatması oluşla ortaya çıkmaktadırlar. Atatürk, Osmanlı'nın dağılış döneminde; Osmanlı'nın kendi iç şartlarıyla doğan ve konjonktürsel gelişen bir diyalektiktir.

Yurdun paylaşımı ortaya çıkmadan Atatürk'ün bir önder bir kurtarıcı bir sistem kurucu ve bir önder olarak ortaya çıkması olanaksızdı. İşgal şartları ortaya çıkana kadar Atatürk iyi mücadele veren ama verdiği mücadelelerle bu dağılmayı önleyemeyen diğer herhangi bir sıradan değerli komutanlar gibiydi.

Osmanlı imparatorlukî yapısından ötürü, uluslaşma süreci başlatabilecek her unsurlar için tıpkı Mozart’ı yetiştiren Viyana şartları gibi verimli ve olumlu bir dış şarttır. 

Osmanlı imparatorluğu uluslaşma süreçleri için dış şart oluşla, bir Sırp, bir Makedon, bir Rum, bir Arap vs. için ulusal kültürlere her zaman basınç olan bir dayatmaydı. İmparatorluktu yapıların kaderi budur. Sırp gibi Rum gibi Arap gibi iç şartlara karşı direnç oluşla var olan bir çevresel etkiydiler.

Görece iç ve dış şartlar en az 16. yüz yıldan beri oluşmuştu. Ama 600 yıl boyunca bu birçok milleti olan unsurlar içinde Atatürk (Mozart) gibi kurtarıcı olan ne çıkmıştır, ne çıkabilmiştir.

Bu uğurda yüzlerce heves gedeler, bir macera; bir serüven olmaktan öte gidemezdiler ve gidememiştiler de. Demek ki Atatürk gibi iç çevresel olgunluklar; sözüm ona garip tuhaflıklar; her zaman, her yerde, her çevresel faktör içinde olmuyorlar.

Şunu da belirtelim çevresel seçilimin sadece tek bir öngörüsü yoktur. Bu nedenle çevrenin seçilimi içinde Atatürk gibi olmayan ama Atatürk te onlar gibi seçilim olmayan, yüzlerce farklı zenginlik sunumlu seçilimler vardır. Her bir seçilim öznel nedenlerle diğerinin yerine oynasa bile, rol alsa bile; diğerinin yerini tutmazlar.

Çevredeki bir matematik ortamı da kuşkusuz ki Atatürk'ü seçmeyecekti. Atatürk ne kadar matematik bilirse bilsindi bir Gauss, Bir Öklid, bir Labaçevski, bir Kartezyen uzmanı olamayacaktı.

Osmanlı içindeki alt bileşenli milleti unsurlar, Osmanlı dağılıyor olduğu halde bile hala kolaylıkla bir kurtarıcılarını ortaya koyamamıştırlar. Adeta Osmanlı, dış sosyal konjonktürün egemen devletler etkisiyle bu ulusçu yapıları doğum yapmış olan bir ölüydü. Bir Yunan ulusu, bir Bulgar Ulusu, böylesi bir ölünün dönüştürdüğü ama önder yokluğundan cılız kalan, atıl kalan dirençleri; konjonktür etkisiyle uluslaşmalarını başlatabilmişlerdi.

Osmanlı bakiyesi olan sözüm ona o günlerin hem moda, hem kukla ulusları olan, ama liderleri olmayışla yönetilen; dayatma olan ve sorunsal olan yapılar ortaya çıktılar. Bunların içinde tek bir yapı bu mücadeleci oluşuma; tek bir lider öncülüğünde alt bileşenlileriyle direnç verip ulus bilinçli bir ulus yapı kurmanın kader birliğini ettiler.

Eğer şartlar olgunlaştı mı Atatürk'ler oluşsaydı; başta Osmanlı imparatorluğu dağılmazdı. Ve Atatürk'ü, Atatürk eden işgal süreci; en başta ve en kolaylıkla padişah Vahdettin'i Atatürk ederdi!

Padişah Atatürk olamazdı, çünkü imparatorluğun sürmesinden yana bir istemdi. ikinci olacakla da işgale karşı ne bir etkin direnci vardı, işgale karşı ne de bir alternatif yol üretmişti.

Atatürk şartları içinde, aynı koşulların etkisinde olanlar da Atatürk olamazdılar. Çünkü onların da istemleri (iradeleri) padişahtan yana, ya da mandadan yana oluşla; imparatorluğun her durumda sürmesinden yanaydılar.

En büyük handikapları da (açmazları da) Dünya konjonktörünün 200 yıllık uluslaşma sürecini görememiş olmalarıydı. Sanayi toplumunu ne anlayıp, ne de etüt etmişlerdi. Hala millet, ümmet mantığı içinde gelgit yapıyorlardı.

Bu kader birliği bilincini Atatürk eline alarak, sevk ve idaresini ortaya koydu. Oysa bu yapı kendisine, bu ulusu kuran kültürler bileşeni oluşla, "Türk Ulusu" adını koydular. Türk ulusu artık etnik ve dini kimlikli tanım olan millet değildi. Milet kişilerdi grupsal, öznel cemaati sosyal bir dinsel anlayıştı.

Milletin devinme esası inanç anlayışlı yaşantılımalar eksenine göredir. Millet insanı emeğine, insanlığına, yabancılaştırılmanın kul yapıldığı bir anlayış olarak; sorgulamayan itaati yapılardı. Topluma ve sosyal yapıya geleneği teşmil kılar. Ulusların en temel ve belirgin özelliği sanayi toplumları olmalarıdır. Yani sanayi toplumu oluşla üreten ilişkilerin bağ ve düzenletimi içindedirler.

Oysa ulus; demokrasi, bilim ve teknoloji ikame esası üzerine, emek eksenli laik bir devinmenin öne çıkan değer oluşuydu. Laiklik, emek, demokrasi seti; milleti ve millet oluşu bir referans olarak almaz. Milletinden olmayanı mevali gibi anlayışlarla dışlar. Milleti özellik genel bir insani özellik değildir.

Uluslar insanlarda ortak olan emek, bilim ve yaşama sevinci üzerine inşadırlar. Toplumlar ulus ekseninde insanlaşır Ama ulusun emekçisi özel ya da sosyal hayatında bir millet aiti oluşla yaşar. Ancak milleti özellikleri toplumun ve ulusun öne çıkan özelliği değildirler.

Yani emek, demokrasi, laiklik, bilim ve teknoloji herkesle paylaşılan ve kullanılan bir bağ ve bağlaç iken milleti olan İslam, Hristiyanlık, Yahudilik vs. tercihler ve kullanımlar; herkesçe aynı paylaşılıp kullanılmazlar. Uluslar milleti olmanın ümmeti bağlacı ile ortaya çıkıp, ulus kültürünü oluşturmazlar.

Ulus bilinci, özel de de Fransız Ulusu gibi Türk ulusu bilinci de apayrı bir kültürdür. Geçmişte adı Türk olan bir milleti bağ ile hiç bir alakası yoktur. Neden mi?  

 

Sürecek

 

 

 

 
Toplam blog
: 418
: 104
Kayıt tarihi
: 26.11.10
 
 

26 yıllık sınıf öğretmenliğinden sonra emekli oldu. Şiir çalışmaları ve deneme türü olan, toplum ..