Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Kasım '07

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Atatürk'ü anlamak; ama hangisini?

Atatürk'ü anlamak; ama hangisini?
 

Herkesin anladığı, örnek aldığı farklı bir Mustafa Kemal algısı varolan gerçeklikle olan bağımızı da zedelemeye başladı. Bugüne kadar Atatürk’e referans vererek toplum karşısında meşruiyet sağlama çabalarının sonucu olarak herkes kendi Atatürk’ünü durduğu yerden tanımlama kolaylığına gitti.

“Arkadaşlar, yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki o büyük dahi çağımızda Türk Milleti'ne nasip oldu. Mustafa Kemâl'in dehasına karşı elden ne gelirdi”

Türk siyasetinde yine tartışmalı günler yaşıyoruz, özelleştirmelerden rejim tartışmalarına, AB üyeliğinden ekonomi politikalarına kadar geniş bir yelpazede hızla değişen bir gündemle devam ediyor tartışmalar. Aslında buraya kadar her şey normal, her ülkede olan ve demokrasinin vazgeçilmezi olan bir süreç. Esas dikkat çekmek istediğim nokta tartışmaların bizatihi kendisinden ziyade bu tartışmada tam zıt görüşleri savunan tarafların referans noktalarının aynı olması, Mustafa Kemal Atatürk. Karşıt görüşler de olsa taraflar Mustafa Kemal’in yolundan gittiğini ve onun fikirlerinin gereği olarak savunduğu politikanın mantıklı olduğu iddiasında. Dışarıdan bakıldığında birden fazla Mustafa Kemal’in yaşadığına bizleri inandırabilecek kadar sert bir kutuplaşmanın olduğu noktadayız aslında. Bu yazıda tartışmaya taraf olmaktan ziyade tarafların ortak noktası olan Mustafa Kemal’i anlamaya çalışacağız.

Hesap Verebilirlik Örneği: NUTUK

Yukarıdaki sözler eski İngiltere Başbakanı David Lloyd George’a ait ve kendisine Anadolu’da neden kaybettiğinin sorulması üzerine söylemiş bu sözleri George. Peki bu sözler sadece kendini başarısızlığını kaderin bir cilvesi gibi göstermeye çalışan ve eski düşmanına jest yaparak onun dostluğunu kazanmaya çalışan bir İngiliz kurnazlığı mıdır? Bir yabancı tarafından söylenmiş bu övgü dolu sözlerin değerlendirilmesini yine uluslararası boyutta yapmak daha yerinde olur. Bunun için çok kısaca Mustafa Kemal’i zamanın diğer devlet önderleriyle birlikte ve karşılaştırmalı olarak düşünelim. 20.yüzyılın diğer tek adamları Stalin, Hitler, Mussolini veya Franco, bugün bırakın dünyayı kendi ülkelerinde nasıl anılmaktalar. Ya da 20.yy’da kendi ülkelerini gelecek çağa taşıyabilmiş liderlerden hangisi kendi toplumu çağdaşlık yönünde böylesine dönüştürebilmiştir. Mustafa Kemal’in yaptığı gibi halkını tebaadan vatandaşa dönüştüren bir kopuş hareketini kaç lider başarı ile tamamlamıştır. Aslında sadece Lozan gerçeği bile Mustafa Kemal’in değerini anlamamıza yetiyor. Birinci dünya savaşı sonrası Türk devletinin kurucu antlaşması olan Lozan, o dönemde imzalanan ve geçerliliğini halen koruyan tek uluslararası metin. Bu karşılaştırmalardan da anlaşılıyor ki Mustafa Kemal hakkında Lloyd George’un söyledikleri basit bir iltifat yada kurnazlıktan ibaret değil. Atatürk’ün değerinin anlaşılmasında bekli de en önemli nokta, bir tek adamın kendisini halkına hesap vermekle yükümlü hissetmesinin sonucu olan Nutuktur.

Mustafa Kemal eserine “1919 yılı Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir” diyerek başlar ve Gençliğe Hitabe ile bitirir. Nutuk sadece basit bir anılar kitabı değil, aynı zamanda da dönemine ve gelecek nesillere verilen bir hesaptır (Dileyenler Nutuk’a online ve ücretsiz olarak ulaşmak için şu adresi kullanabilirler: http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=Nutuk). Zira Nutuk Atatürk tarafından, Cumhuriyet Halk Partisi'nin 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara'da toplanan İkinci Kurultayı'nda 36, 5 saat süren ve 6 güne yayılan bir konuşmada okunmuştur. Okunduğu yerin ve zamanın seçimiyle, genç Cumhuriyeti hesap verebilirlik kavramıyla tanıştırmıştır. 1927 yılında, 4 yıllık Cumhuriyet’in Reisicumhuru, tartışmasız önderi, tek adamı hesap vermeye ve gelecek nesillere de yön göstermeye çalışmıştır bu eseriyle. Nitekim 83 yıllık Cumhuriyet’e baktığımızda Mustafa Kemal’in kendisinin örnek alınması ve takip edilmesi isteğinin toplumun büyük çoğunluğu tarafından kabul görmüştür.

Herkesin Durduğu Yerden Görmek İstediği Atatürk

Mustafa Kemal Atatürk’ü referans vermek zaman içerisinde belirgin bir özellik haline geldi. Buna belki de en güzel örnek politikacısından diğer meslek gruplarına kadar pek çok kişinin icraatlarını veya bizatihi taşıdıkları önemi Atatürk’e referans vererek meşrulaştırmaya çalışmaları. Başka bir değişle spor salonlarında Atatürk’ün sporcularla ilgili, hastanede doktorlarla ilgili, postanede posta hizmetlerinin önemiyle ilgili sözünü görürsünüz. Bu iş maalesef o kadar abartılmıştır ki; kimilerinin Atatürk’ün yaşaması halinde kendi partilerine oy vereceğini söylemesine ya da itfaiyenin duvarına “Anadolu’daki küçük kıvılcımların önü alınmazsa büyük bir yangına dönüşebilir.” sözünün yazılmasına varacak kadar trajikomik bir hal almıştır.

Günlük siyasi tartışmalarda karşıt tarafların referans noktasının Atatürk oluşu bu yazının şekillenmesini sağlayan ana tema oldu. Herkesin anladığı, örnek aldığı farklı bir Mustafa Kemal algısı varolan gerçeklikle olan bağımızı da zedelemeye başladı. Bugüne kadar Atatürk’e referans vererek toplum karşısında meşruiyet sağlama çabalarının sonucu olarak herkes kendi Atatürk’ünü durduğu yerden tanımlama kolaylığına gitti. Kimileri ellerini açıp dua ederkenki posterlerini dağıtmaya, kimileri Atatürk’ün dinle ilgili sansüre uğratıldığını iddia ettikleri sözlerini açığa çıkarmaya başladı (Milliyet 30.10.2006). Günümüzde Atatürk doğru okuma sorunu belki de hiç olmadığı kadar önemli. Farklı algılar farklı gerçeklikler doğuruyor. John Burton’un belirttiği gibi ‘Gerçeğin imajı (yani gerçeğin algılanış biçimi) kendi gerçekliğini yaratır.’ (Zaman, 26.10.2005). Karşılaştığımız sorunlar da bize icraatlarıyla yol göstermesini beklediğimiz Mustafa Kemal ne yazık ki bir farklılık ve çelişkiler bütünüymüş gibi karşımıza çıkıyor ve/veya çıkartılıyor. Örneğin özelleştirme veya AB tartışmalarında her iki taraf da Atatürk’ün ideallerinin savunucusu olduklarını dile getiriyor. Burada karşımıza özellikle de Atatürk’ü anlamaya çalışan gençler için ciddi bir problem çıkıyor. Taraflardan hangisi doğru söylüyor, yoksa her ikisi de mi? Birden fazla mı Atatürk var?

Atatürk’ü Anlamaya Çalışırken

Öncelikle Atatürk’ü okuma çabalarında, genel olarak tarihi okuma uğraşılarında da yapılan, büyük bir yanlışa kapılıyoruz, tarihsel olayları kendi zamanımıza göre yorumlayarak değerlendirme hatasına düşüyoruz. Oysa ki her tarihi olayda olduğu gibi Mustafa Kemal’in icraatlarını veya sözlerini değerlendirirken de kendi zamanın gerçekliğini göz önünde bulundurmalıyız. Aksi takdirde 1920’lerde savaştığı İngiltere ile 1930 sonlarında ittifak kurmaya çalışan Atatürk’ü ya da Kurtuluş Savaşına başlarken Hilafeti de kurtarma hedefini gözettiğini söyleyen kişinin nasıl olup da laik bir cumhuriyet kurduğunu anlayamayız. Atatürk’ü anlama ve anlamlandırma çabalarında Atatürk’ün kendi sözleri, ilginçtir ki, hem en doğru ve etkili hem de en yanlış yöntem olabiliyor. Yukarıda belirttiğimiz gibi söylendiği zamanının tarihsel gerçekliği göz ardı ederek sadece cımbızlama yöntemi ile ve/veya Atatürk’ün sözlerini alt alta yazarak okuma çabasının bizi götüreceği yer sadece bizim kafamızdaki düşüncelerimiz doğrultusunda sekilenecek olan bir Atatürk imajı.

Mustafa Kemal’i anlama noktasında tekil örneklerden yola çıkan ve bunları anlamlandırmaya çalışan bir çaba, bir anlamda bulmacanın tek parçasına takılıp resmin bütününü kaçırmış olacaktır. Önemli olan Mustafa Kemal’i statik kalıplar içerisinde kendi algılarımız doğrultusunda değerlendirmek değil. Mustafa Kemal’i ortaya koyduklarının arkasındaki mantelite ile birlikte anlamaya çalışmak olacaktır. Böyle bir çaba hiç kuşkusuz ki daha derinlemesine analizler gerektirecek ve belki de Atatürk’ün yolumuzu aydınlatması yolunda ezberden okumalar yerine eleştirel aklın işletilmesini sağlayacaktır.

Sonuç Yerine

Atatürk’ü anlama çabasında akılda tutulması gereken gerçekleri hatırlamakta fayda var. Atatürk’ün yaşadığı dönemler nitelik itibariyle birbirinden çok büyük farklılıklar arz etmektedir. Atatürk; Osmanlı’nın son yarım yüzyılını görmüş, Osmanlı subayı olarak görev yapmış, I.Dünya Savaşı’nın yıkımını, imparatorluktan kopan milletlerin ulus devletlerini, İmparatorluğu kurtarmayı düşünen ümmetçi akımların doğru yanıt olmadığını, iki savaş arası dönemdeki kaotik uluslararası yapıyı ve 1929’da dünya ekonomisinin çöküşünü görmüş ve hatta II. Dünya Savaşı’nın ayak seslerini duymuştur.

Bütün bu süreç içerisinde bize Atatürk’ü ne anlatabilir? Her bir donemden alacağımız tek tek örneklerle zıtlıklar barındıran bir tablo çıkarmak oldukça kolay olacaktır ancak önemli olanın bu hayat boyunca sürdürülen bir eğilimi bulmak olduğunu düşünüyorum. Bu temel karakteristik ise ancak üzerine kafa yorularak ve tarihsel gerçeklikten kopulmadan yapılan araştırma ve anlama çabalarıyla mümkün olabilir. Mustafa Kemal’i anlama çabamıza kendisinin sözleriyle son vermek daha doğru olacak. “Ben size dogma, donmuş bir fikir bırakmıyorum.”

 
Toplam blog
: 3
: 3523
Kayıt tarihi
: 03.10.07
 
 

Mülkiye uluslararası ilişkiler mezunu, yüksek lisansını yine uluslarası ilişkiler alanında yaptım. 2..