Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Nisan '15

 
Kategori
Anılar
 

Atatürk’ün Uşağı’nın Gizli Defteri’nden; “Senin Allah’ını okutsa yine bu adam...”(5)

Atatürk’ün Uşağı’nın Gizli Defteri’nden; “Senin Allah’ını okutsa yine bu adam...”(5)
 

Tarih geçmiş insanlar için değil, kendilerine rehber olacağı için gelecek ve gelecekteki insanlar içindir.


Olaylara geçmeden, yemek masasında Atatürk’e kafa tutan Dr. Reşit Galip hakkında az da olsa bilgi verilmelidir. Siyasetçi ve doktor olan Reşit Galip (1893-1934) İki dönem Aydın Milletvekilliği ile, 19 Eylül 1932-13 Ağustos 1933 arasında Milli Eğitim Bakanlığı yapmıştır. Döneminde, Üniversite Reformu gerçekleşmiş ve Türk Tarih Kurumu’nun temelini oluşturan kurumlar hazırlanmasının yanında, Türk Dil Kurumu’nda başkanlık görevlerinde bulunmuştur.

Reşit Galip, Öğrenciliği devam ederken gönüllü olarak Balkan Harbi'ne katılmış ve yaralanmıştır. Ardından I. Dünya Savaşı'na da yine gönüllü katılmış ve Çatalca ve Kafkasya Cephelerinde savaşmıştır. Erzurum’da hastalanarak geri dönen Galip, Tıbbiye’yi 1917'de bitirebilmiştir.

1923 yılının Mart ayında hekimlik yaptığı Mersin'e gelen Atatürk'e hitaben yaptığı konuşma ile önderi etkileyen Reşit Galip, iki yıl sonra onun önerisiyle milletvekilliğine aday gösterilmiştir. 1925 ara seçimlerinde General İzzettin Çalışlar'ın istifa etmesi ile boşalan Aydın milletvekilliğine seçilerek meclise girdi. (*)

...

Yemek Masası Mustafa Kemal Paşa için neden önemliydi?

Bunu Lord Kinross yazdığı kitapta aşağıda detaylı olarak açıklamaktadır.

“...Mustafa Kemal’in sinirlerini yatıştırmak için başvurduğu bir başka yol da içkiydi. Çok içerdi. İlk gençliğinde, kendine güven vermek, başkalarının karşısında sıkılmadan hareket edebilmek için içmişti. Zihni genişledikçe, onu frenlemek için içmeye devam etti. Kafasındaki düşünceler gece uykularını kaçırıyor, gündüz üzerinde dinamo gibi etki yapıyordu. Akşamları, o da güneş battıktan sonra, sinirlerindeki gerginliği yatıştırmak için içerdi.

Mustafa Kemal irade zayıflığı İle değil, isteyerek içiyordu. Alkol hoşuna gider ve ona iyi gelirdi. İçtiğini kimseden gizlemez, iki yüzlü davranmaktansa, herkesin bilmesini tercih ederdi.

Yabancı gazetelerde, içkiye düşkünlüğü üzerinde yazılar çıktığı vakit kızacak yerde memnun olur,

-‘Bunlar yazılmıyacak olsa, halk beni anlamaz,’ derdi. Bir akşam, İzmir Valisi, yemek yedikleri lokantanın perdelerini kapattırmak istemişti. Mustafa Kemal:

-‘Sakın ha, dedi. Perdeyi kapatırsanız herkes bizim kadın oynattığımızı zanneder, şimdi hiç olmazsa sadece içtiğimizi görüyorlar.’

Bir Fransız gazetecisi, Türkiye’nin bir sarhoş, bir sağır ve üç yüz sağır-dilsiz tarafından idare edildiğini yazmıştı. Mustafa Kemal,

-‘Yanlış, diye cevap verdi, Türkiye’yi yalnız bir tek sarhoş idare eder.” (1)

...

Sözü Atatürk’ün Uşağı Cemal  Granda’ya bırakıyoruz;

...Reşit Galip  ile  Atatürk  arasında geçen  oldukça  ilginç bir tartışma  vardır ki, bir çokları tarafından   yanlış   bilinmektedir. Sofrada geçen bu tartışmayı Yakup Kadri Karaosmanoğlu da bir yazısında yazmış, sonunu da bilenler tamamlasın demişti. Bilenlerden biri olarak  üstadın bu makalesini tamamlamağa  çalışacağım.

Atatürk asla kin tutmazdı. Bir kimseye ne  kadar kızarsa kızsın bir zaman sonra onu affeder, olanları unuturdu. Bu yüzden çevresindekilerden bir çokları zaman zaman gözden düşer, sonra yeniden affedilir, eski yerlerini alırlardı. İşte Dr. Reşit Galip te gözden düşüp, sonra itibara kavuşanlardandı.

Dolmabahçe Sarayı'nın Harem Kısmında (Hususî Daire) akşam sofrasını henüz  kurmuştum .  Mevsimlerden yazdı. Misafirler birer ikişer geldiler. Yemek süresince herkes, her konuda konuştu. Gece yarısına kadar süren toplantı sonunda Reşit Galip'in ayağa  kalktığını gördüm. O zamanın Millî Eğitim Bakanı Esat Hoca'yı kastederek :

-Yaşlı insanlara vekillik yaptırmamalı. Memlekete fayda yerine zarar getiriyor. Dedi.

Bunun üzerine  Atatürk :

-Memlekette Maarif Vekili  yok  mu ?

 -Var  ya... Esat Hoca mükemmeldir .

Deyince Reşit Galip hayır anlamında başını sallıyarak :

-Çok iyi ama, çok ta ihtiyar. Artık ondan geçmiştir. Bu memleketi Maarif Vekili o adam değildir . Dedi.

Bunun üzerine Atatürk'le Reşit Galip arasında şu tartışma geçti :

-Yahu nasıl olur? Bu adam beni okutmuştur, nasıl Maarif Vekili olamazmış .

-Değil seni okutmak, senin Allahını okutsa yine bu adam Maarif Vekili olamaz .

O devirde dalkavukların yanında böyle medenî cesaret sahibi, sözünü sakınmaz cinsten kimseler de vardı. Fakat bu derece ileri gideceği, bir Hükümet üyesi hakkında bu derece sert konuşacağı kimsenin aklından bile geçmezdi. Atatürk tarifsiz şekilde kızmıştı. Fakat duygularını belli etmeden, çok sakin şu emri  verdi :

-Lütfen  sofrayı  terkediniz !

-Burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Gerçi biz saraydayız ama, hocanız Hace- i Sultanî değildir. Cumhuriyette serbesttir... Diye başlayınca Atatürk yavaşça yerinden kalktı. Kucağındaki peçeteyi masaya bıraktıktan sonra :

-Öyleyse müsaade ederseniz ben terkedeyim. dedi ve salondan çıkıp gitti .

Hemen arkasından koştum. Doğru Harem kısmındaki yatak odasına  girmişti. Ben de  arkasından girdim.  Her zaman olduğu gibi kapıları kilitledim. Atatürk soyunana kadar bir kelime konuşmadı. Sinirleri henüz yatışmamıştı.Cumhurbaşkanı olduktan sonra belki de hiç kimse O'nunla böyle konuşmamıştı .

 -Çelebi Efendi, desene ki, yılanı koynumuzda büyütüyormuşuz. Dedi .

Cevap vermiyerek yavaşça kapıyı açıp dışarı çıktım. Oradaki görevim bitmişti.

Yemek salonuna dönünce bir de ne göreyim. Reşit Galip rakı kadehini hırsından dişlerinin arasına almış kemiriyor. Baş ucunda da Recep Zühtü ve Kılıç Ali duruyorlar. Reşit Galip başını kaldırıp beni görünce :

-Çelebi, bana bir kadeh rakı ver, diye bağırdı.

-Efendim, kilerci uyumuş. Diye atlatmağa çalıştım .

-Demek  bana verecek bir kadeh rakın bile kalmadı desene... Diye acı acı söylendi.

Ne yalan söyleyeyim, buolaydan çok üzüldüm. Çünkü  Reşit Galip'i gerçekten çok seviyordum. Aralarının  açılmasına gönlüm razı değildi. Fazla içip te daha kötü bir olaya meydan verilmemesini  istemiş, bu yüzden de rakı yok demiştim.  Rahmetliye bir kadeh rakıyı esirgeyişim içimde eziklik olarak kaldı.

Ertesi gün Reşit Galip,  Atatürk'e ve İstanbul'a küserek Ankara'nın yolunu tuttu. Hattâ cebinde on lirası bile olmadığı için tren parasını Umumî Kâtip Tevfik Beyden borç aldığını hatırlarım .

Aradan bir ay geçmişti. Biz yine İstanbul'daydık. Yemek salonuna gelen Atatürk bir ara bana:

-Çelebi efendi,  şimdi Ankara'da Reşit Galip Bey bir konferans verecek, onu dinliyelim. Dedi .

Daha şaşkınlığım geçmeden koşup radyoyu açtım. Reşit Galip'in Türkocağı salonunda verdiği konferansı sessizce dinledi. Radyoyu kapattıktan sonra, gözlerinde bir sevinç pırıltısı yanıp söndü:

-Kendisini  affettirdi. Dedi.

Onbeş gün kadar sonra da biz  Ankara'ya gittik. Ertesi akşam Reşit Galip'i sofraya çağrılmış gördüm . Sanki aralarında hiç bir şey geçmemiş gibi hareket ediyorlardı. Bir kaç gün sonra da Anadolu  Ajansı, Reşit Galip'in Millî Eğitim Bakanı olduğunu haber veriyordu.

O gece sofra oldukça kalabalıktı. Reşit Galip'in üzerinden sevinç akıyordu. Toplantının en kıvamlı anında Atatürk kapıda duran askerlerden  ikisini  çağırdı ve güreştirmeğe başladı.  Çoğunluk böyle yapar, gezilerinde olsun, köşkte olsun,  yiğit  mehmetçiklerden bir kaçını yanına çağırarak güreştirir, Türk gücünün nelere yettiğini gözleriyle  görmek   isterdi. Hattâ yanında bulunan çok sevdiklerini, bu mehmetçiklerle -istemeseler bile- güreşe tutuşturur, onların hırpalanışını hazla seyrederdi.

Bir kaç keresinde mehmetçikleri  kendisiyle  güreşe de davet  etmiş, fakat  hiç biri “Senin sırtını yedi düvel yere getiremedi, biz mi getireceğiz” diye güreşe yanaşmamışlardı .

Güreş çok tatlıydı. Hepimiz büyük bir dikkat ve merakla sonunun nasıl geleceğini bekliyorduk. Reşit Galip'in ise merakı son haddini bulduğu bir sıra, Atatürk askerlere işaret ederek yeni bakanı “altı okka” yapmalarını emretti .

Hepimiz şaşırmıştık. Bakan da öyle. Daha şaşkınlığımız geçmeden o babayani iki asker, Reşit  Galip'i karga tulumba kucaklayıverdiler. Havaya kalkan bakan, önce bir iki çırpınmayı denedi; fakat ne  had­ dine... Dev gibi muhafızların birer çelik pençeyi andıran elleri arasında kıpırdamak ne mümkün...

Mecliste bulunanlarda heyecan son haddini bulmuştu. Sonunun ne olacağını merak ediyorlar, adeta nefes bile almaktan korkuyorlardı. Atatürk ise soğukkanlı ve tabii görünüyordu.

Askerler, Reşit Galip'i iki üç sefer havaya kaldırdılar. Tam yere vuracakları sırada Atatürk'ün bir işaretiyle vurmaktan vazgeçiyorlar, tekrar var hızlarıyla havaya sallıyorlardı .

Birkaç kez tekrarlanan bu hoş oyundan sonra (biz çocukluğumuzda çok oynardık) Atatürk sofradakilere  döndü. Gülerek : Biz istersek böyle de hareket edebiliriz.  Dedi.

Acaba  Atatürk, bu oyunla, vaktiyle kendisine hakaret eden Reşit Galip'e centilmence bir ders mi vermek istemişti? Ama ben, bunun şaka çerçevesini hiç bir zaman  aşmadığını  sanıyorum. Atatürk, Reşit Galip'i sevmeseydi, o olaydan sonra onu ne bakan yapardı, ne de altı okka ettirirdi .

Reşit Galip'in Millî Eğitim Bakanı oluşundan birkaç ay geçtikten sonra İstanbul Üniversitesi'nde “İnkılâp Tarihi” için bir kürsü gerekmişti . O gün sofrada, devrimlerimizin tarihçesini yapacak kişinin kim olabileceği görüşülüyordu. Atatürk, hararetle bu görevin  kendisine  düşmesi  gerektiği  tezini  savunuyor:

-Bu işi ancak ben yapabilirim. Gerçi inkılâbı beraber yaptık, fakat bu kürsüyü ben işgal edebilirim, yoksa bu maarif vekilinin işi değil. Olmazsa benim namıma kızım Afet  yapar. Diyordu .

Reşit Galip ise itirazı basıyor :

-Paşam, her şeyi siz yaparsanız, biz ne iş göreceğiz. Diyordu .

Fakat  Atatürk'te dediğim dedikti :

-Ya ben, ya Afet Hanım.  Diyor da, başka bir şey söylemiyordu.

Reşit Galip buna da cevabı yetiştiriyor :

-Paşam , Afet Hanım kızınızsa, bizler de oğlunuzuz. Aramızda fark var mı ki. Bu işi Maarif Vekilinin  yapması  lâzımdır .  Biz  de  oğlunuz  olarak  bu vazifeni n   kendimize   verilmesini   istiyoruz.  Diye söyleniyordu.

Bu  iş  sonuçlanmadan, aynı  günler  içinde bir başka olaya daha dokunmak isterim. Bir kaç gün sonra sofrada, Kılıç Ali, Recep Zühtü, Ata'nın etrafını çevirmişler, şurdan burdan konuşuyorlardı. Bir ara Recep Zühtü, Atatürk’e:

-Paşam, dedi. Reşit Galip' e biri demiş ki : Hitler bugün konuşacak. Bunun üzerine  Reşit  Galip  te şu cevabı  vermiş :  Bizim Hitler her gün konuşur.

Atatürk bu lâfa kızmak şöyle dursun, kahkahalarla gülmüştü.

Aradan günler geçti.  Reşit Galip  hâlâ  İnkılâp Tarihi kürsüsü için çalışıyor, Atatürk'ü  uygun bir zamanda kandırabilir miyim, diye düşünüyordu. Tam o sırada Millî Eğitim Bakanlığından da affedildi.  Yerine Hikmet  Bayur geldi.

Bakanlıktan ayrılması Reşit Galip'e uğurlu gelmemişti. Bir gün Moda'da denize düşmüş,  zatürrieye yakalanmış. İki ay kadar tedavi oldu. Garip rastlantı, Hikmet Bayur, İnkılâp Kürsüsünde ilk konferansını verdiği gün, Reşit Galip te hayata gözlerini yummuştu.(2)

 

www.canmehmet.com

Devam edecek...

Açıklama;

(*) Reşit Galip için yararlanılan kaynaklar arasında Vikipedi’de vardır.

Kaynaklar;

(1) Lord Kinross, "Atatürk Bir Milletin Doğuşu" Sahife; 399.

(2) Atatürk’ün uşağı’nın gizli defteri, Cemal Granda. (Turhan Gürkan, Fer yayınları)

 
Toplam blog
: 1117
: 1768
Kayıt tarihi
: 29.08.06
 
 

Ticari ilimler akademisindeki öğrenciliğim sırasında, bir kamu iktisâdi kuruluşunda başladığım ça..