Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Kasım '19

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Atatürk ve Sadettin Kaynak

“Biz Atatürk mektebinin çocuklarıyız”
 
Gazanfer ERYÜKSEL
 
Cumhuriyet döneminin Dede Efendisi olarak da nitelenen Sadettin Kaynak ile Atatürk’ün yakınlığı ve ilişkisine din adamlığı ve müzik bağlamlarında bakabiliriz. 
 
Atatürk’ün isteği üzerine ezanı Türkçe okumuş, ardından Kuran’ı Türkçe okuma çalışmalarına katılmış ve Süleymaniye Camii’nde tamamı Türkçe hutbe okumuştur. 
 
Sadettin Kaynak, Atatürk’e gerçekten büyük bir hayranlık duyan, onu çok önemli bir devlet adamı, komutan, lider ve vatansever olarak gören biridir. Cumhuriyete sahip çıkan herkes tarafından da sevilmesi gereken bir insan olduğunu düşünmektedir. 
 
Atatürk’ün fikirlerine önem ve değer verdiği bir din adamı olarak itibar görmüş, aynı zamanda musikişinas olarak da sık sık beraberlikleri olmuştur. Sanat açısından Mustafa Kemal Atatürk’ün yakınında bulunabilen kişilerdendir. 
 
Sadettin Kaynak, Atatürk’e olan sevgi ve hayranlığını çeşitli vesilelerle dile getirmiştir. Hasan Oral Şen Sadettin Kaynak’ın eski yazı ile aldığı notların bazı bölümlerini “Sadettin Kaynak” adlı kitabında yayımlamıştır. 
 
“Biz Atatürk mektebinin çocuklarıyız. Ben onun meclisine gitmeden evvel, sönük, donuk bir adamdım. Onun meclislerinde tesirli sözlerini teneffüs ettikten sonra, bambaşka bir adam oldum. Oradan eve geldiğim zaman büyük bir enerji içinde ruhum çalkalanır, saatlerce düşünür kurardım. Mantık ve fikri hâkim kılmak, bu çerçeveye girmeyen itiyatları (alışkanlıkları) ve kaideleri söküp atmak, başlı başına çalışmak, kimseye kulak vermemek, aldırış etmemek, sonradan gayrı memnun ve ruhları kara olanların inkılâpları istihfafla (küçük görmeyle) karşılamak, daima ileri, daima yeni ve devrimi münasip zamanlarda ve uygun veriler bularak ortaya koymak, durmadan hedefe doğru hamle… Onun meclisinde satha bakıp, özden nasipdar olamayanlar çok oldu. Onun meclisi, zaten o kafalara yer vermezdi ki onlar o enerji kaynağının sathından cevherine nüfuz edebilsinler ve daima ayakta duran o zekâ kaynağından mütenaim (nimetlenen) olsunlar. 
 
Bu arada meslektaşlarımdan ruhlarını ve şahsiyetlerini etüt ettiğim kimseler arasında Safiye Hanım (Ayla) ilk önce gelir. Kendisi o mecliste ruhunun en yüksek mertebesine irtifa ederdi (yükselirdi). O da meclisten çok büyük enerji alırdı. Selahattin (Pınar) ve Nubar da (Tekyay) o meclisten nasipdar oldu ve mecliste muvaffakiyet gösterdiler. 
 
… Bir gece Florya Deniz Köşk’üne davet olundum. Tek başıma oraya otomobil ile saat sekizde vasıl oldum. İlk defa girdiğim salondaki büyük masanın başında, Atatürk ve rütbe ile sıralanmış bütün Heyet-i Vekile (Kabine, Bakanlar Kurulu) vardı. Atatürk’e arz-ı hürmet ettim. Başvekil İsmet Paşa’ya teveccüh ettim. Bana en büyük iltifat eseri olarak, iki büyük adamın aralarında yer verdiler. 
Atatürk, ‘İsmet Paşa yarın Ankara’ya gidecek, ona güzel şeyler oku da memnun olsun. Bugün yorulduk…’ dedi. Ayağa kalkarak, Florya için yapmış olduğum eseri, ilkin güftesine, sonra da bestesini okudum. (Eviç şarkı, Fulurya, Fulurya güzel Fulurya, Söz-müzik: Sadettin Kaynak), Bir gazel okumaklığımı arzu ettiler, okudum. Mecliste bulunan iki hanımdan da bir şeyler okumalarını istediler. Onlar, memnuniyeti gerektirecek jest ve harekette bulunamadılar. Bunun üzerine Atatürk, yaverlerine ‘Safiye Hanım’ı çağırın…’  dedi. Bir saat sonra, saat on iki sıralarında idi Safiye, Selahattin (Pınar), Nubar (Tekyay) birlikte olarak geldiler. Safiye Hanım’ın ruhnuvaz (ruh okşayan) sesini dinliyorduk. Safiye Hanım, ‘Mecnun’u dinleyenleri mecnun edercesine okuyordu.’ 
Sadettin Kaynak’ın Bayati makamında, güftesi Necdet Rüştü Efe’ye ait olan bestesi…
   
Bir gündü Leyla’nın yüzüne daldı
Onun sevdasıyla öğündü Mecnun
Felek bu güzeli elinden aldı
Yıllarca matemle dövündü Mecnun
Bakanlar ağladı soluk yüzüne
Kaç gece yummadı gözünü Mecnun 
Leyla’nın yoldaki ayak izine
Sürdü bu hasretle yüzünü Mecnun
 
Gurbet ellerinde ağladı yandı
Bize büyük aşkı gösterdi Mecnun
Bir sabah son defa ismini andı
Leyla, Leyla diye can verdi Mecnun
Mecnun, Mecnun, Mecnun ah Mecnun…
 
Mecnun’un feryatlarını râşeler (ürperti) duyarak dinledik. Aradan bir müddet geçti, kulak verdim. Atatürk Safiye Hanım’a sordu. Bu eser kimindir?
 
Yine Atatürk’ün sesinden adımı işittim. Yanlarına gittim, bana ‘Bu eser seninmiş, tebrik ederim’ dedi ve Safiye hanım’a; ‘Öp Hocanın elini’ dedi. 
 
Safiye Hanım’a elimi vermedim ve tevazu ederek vaziyet aldım. Safiye Hanım ısrar ediyordu. Atatürk’e teveccüh ederek, ‘Büyük Atam, ben doğurdum, o hayat verdi’ dedim. Bu sözün çok hoşuna gitti Gazi’nin. Esasında Atatürk’ün bu vadide birçok şahsın karakteri üzerinde tetkikleri vardı. O her şeyi sezer, cevheri gizli iken keşfederdi. Müteaddit defalar bana okuyan ve çalanlar hakkında sual sormuş ve muvafık (uygun) cevap almış, memnun olmuştur. Memnuniyetini de memnuniyetsizliğini de derecesi ile mütenasip söz söyler ve safhayı uzatırdı. 
 
Zekâya, becerikliliğe ve derhal uyarına göre kıvrakça sormağa çok kıymet verir ve bütün meclisi çok canlı ve lüzumlu münasebetlerle yoklar ve imtihan ederdi. Herkesi kendisine bağlamıştı. Ara yerde vasıta kullanmazdı. Herkes ona bağlıydı. Ve istisnasız ondan memnun idi. Herkese fikir beyan etmek için çok geniş salahiyet vermişti. Özsüz olan fikirleri hiç dinlemez, derhal sahibini sustururdu…”
 
Safiye Ayla anlatıyor… 
16 Şubat 1961 tarihli Hayat Mecmuası’nda Orhan Tahsin ile yaptığı röportajda şunları söylemektedir.
“En güzel hatıranın son şahidiydi 0 (Sadettin Kaynak)… Atatürk, Cevat Abbas, Nubar Tekyay, Aleko Bacanos gibi o (S.K.) da artık şahitlik etmeyecek… 
Bir gün Atatürk Florya Deniz Köşkü’ne çağırmıştı beni. Sadettin Kaynak da çağırılanlar arasındaydı. Şarkı sırası bana gelince, Atatürk, “Duyulmadık bir şarkı oku Safiye” dedi. Sadettin Kaynak’tan yeni bir şarkı geçmiştim. Yanık Ömer… Onu okudum. Atatürk şarkının melodisini çok beğendi ve “Bu şarkı kimin?” diye sordu. Sadettin kaynak Bey’i gösterdim. Ona, “Sizden böyle şarkılar bekliyorum, çok güzel. Yeni Türk Müziği böyle doğacak” dedi. Sonra bana döndü, hatıralarımın en güzel cümlelerinden birini söyledi. “Bu şarkıyı dünyanın her köşesinde beğendirebilirsin. Her gelişinde bana bu şarkıyı oku e mi…”
 
Yine bir Yanık Ömer hatırası…
“19 Temmuz 1936… Yer Florya Köşkü… Saat sabaha karşı 03.00… Montrö Antlaşması için gelecek haberi bekleyen Atatürk, notlar yazdırıyordu. Bir ara durdu. Köşedeki gramofonu işaret ederek Yanık Ömer plağının çalınmasını istedi. Hiç konuşmadan dinledi. Türkü bitince yanındakilere döndü, ‘Şimdi kulaklarımızı ve ruhlarımızı okşayan nağme ile mütehassis (duygulu) olarak konuşmama müsaade buyurmanızı rica ederim’ diyerek notlarını yazdırmaya devam etti. Biraz sonra karşı tarafın teklif ve şartları gelmiş, antlaşma konusuna dönülmüştü.” (Montrö Boğazlar Sözleşmesi 20 Temmuz 1936’da imzalanmıştır.)
 
Bir Atatürk ve Sadettin Kaynak anısı daha…
Osman Nuri Ergin’in 1977’de basılan “Türkiye Maarif Tarihi” adlı eserinin 1836-1844. sayfalarından…
“Sanatkâr Sadettin Kaynak da Atatürk’ün musiki meclisine devam şerefine mazhar olanlardandır. Bu zat da Atatürk’ün musiki âlemleri hakkındaki müşahede (gözlem), kanaat ve ihtisaslarını şöyle yazmıştır sözleriyle başlayan yazısından…
 
“Bir gece Park Otel’de akrabalarından bir bayanın evlenme merasiminde, ‘Musiki nedir? Şark ve Garp musikilerinden hangisi bizi bu dokuz saati duymadan ve doymadan geçirtti?’ mevzulu bir bahis açtılar ve buna dair söz söylemek isteyenleri birer birer söze davet ettiler. İsmail Müştak’ı da zabıt kâtipliğine tayin buyurdular. Dört beş kişi söz söyledi. Bunlar arasında en son söz isteyen ben oldum. Bu gece bir musiki inkılâbı yapılacak diyordum, fakat olmadı. 
 
Başka bir gece Dolmabahçe Sarayı’ndan yapılan İzzet Paşa’nın kızının düğününde, aynı eserin her iki heyet tarafından ayrı ayrı çalınmasını emretti. Fakat bu kabil olmadı. Daha sonra orkestranın zeybek havası çalmasını istedi. Lâkin onun bunu yapamayacağı anlaşıldı. En sonunda saza zeybek, orkestraya dans havaları çaldırarak düğünün neşe içinde devamını temin buyurdular. O gece Selahattin Pınar ile Safiye Hanım da oradaydılar. Safiye Hanım Yanık Ömer’i, Şahane Gözler’i ve daha başka şarkıları okudu. Kendisi de (Atatürk) Selanikli Ahmet Bey’in Kürdili Hicazkâr makamında ‘Dilerse şâdkâm olsun, dilerse gönlüm hazin olsun’ şarkısını benimle birlikte okudular.   
 
… Yine bir gece Beylerbeyi Sarayı’nda beni İran Şahı’na tanıttılar. Şah’ın Türkiye’ye gelmesi münasebetiyle Fuat Hulusi Demirelli’nin yazmış olduğu Farsça Türk-İran İttifakı isimli manzumeyi bestelemiştim. Eserin notası da yanımda idi. Sarayda havuzlu salonun sağ tarafında Atatürk ile Şehinşah ayrı ayrı masalarda, fakat karşı karşıya oturuyorlardı. Atatürk’e ve Şehinşah’a usulen yapılması lâzım gelen tâzimi (hürmet) yaptım. Saz heyeti muhtelif parçalar çaldı. Orada Azeri oyunlarını gösteren bir trup da vardı. Atatürk’e ‘Türk-İran İttifakı Marşı diye bestelediğim eseri okuyacağım zamanı tayin buyurmanızı rica ederim’ dedim. Bir müddet sonra Atatürk ayağa kalkarak Şehinşahâ hitaben, ‘Şah hazretleri, bir Türk sanatkârını size tanıtmak istiyorum’ dedi. Bu sırada Şah da ayakta bulunuyordu. Şah’a tazimat (hürmet) resmini ifa ettikten sonra ilkin eserin güftesini okumaklığıma müsaade buyurmasını rica ettim ve okudum. Şah ile sefir, alâka ile dinlediler ve eserin bir mısraına itiraz etiler. Atatürk o mısraı kendi kalemiyle çıkardı. ‘Bestesini dinleyelim!’ buyurdular. Okudum. Marşın bestesi Atatürk’ün çok hoşuna gitmişti. Fakat marşı yalnız ben okudum. Saz heyeti bunu henüz bilmiyordu. 
 
Sonraları bu marş Colombia direktörleri tarafından plağa alınmak üzere Londra’dan istendi, gönderdim. Saray Bandosu bunu plağa geçirdi. Fakat eser birçok takdim tehir ve tahrife uğramıştı. ‘Öyle ki bu benim eserim midir?’ diye ben bile hayrete düştüm! Ve neşrine müsaade etmedim. Sonraları bu eseri armonize ettim ve sakladım.
 
Sonra Afet Hanım (İnan), ‘Paşam, Sadettin bize halk şarkıları okusun’ dedi. 
Kendi eserlerimden “Elâ gözlerine kurban olduğum”, “Batan gün kana benziyor” ve “Çıkar yücelerden haber sorarım” şarkılarını okudum. Atatürk son okuduğum şarkıyı ilk defa duymuşlar. O gece bu şarkıyı üç defa tekrar ettirdi ve bu eser için, ‘Sen bununla Azeri Musikisini gölgede bırakmışsın’ diye iltifatta bulundular. 
 
Atatürk’ün bu kadar zaman meclisinde bulundum. Hiçbir vakit Alafranga musikiye meclûbiyetini (tutkunluk) ve alakasını gösteren bir sözü kendilerinden işitmedim. Müşahedem ve katim şudur ki, Atatürk dans etmek için Alafranga musikiyi, zevk almak için de Alaturka musikiyi isterdi, dinlerdi ve söylerdi. Ve her gece sabahlara kadar Alaturka Musiki Heyetini yanlarından ayırmazlardı.”
Sadettin Kaynak Atatürk’ün sevdiği eserlerin bazılarını saydıktan sonra şunları söyler.
“Şunu da ilave edeyim ki, Rast makamında Dede’nin Kâr-ı Nev’ini ve Benli Hasan Ağa’nın peşreviyle bu makamdan birkaç eseri muhtevi (bir araya toplayan) olmak üzere, Hasan Ferit’in (Alnar) hazırlamış olduğu repertuar Veli Bey ve diğer zat tarafından büyük bir ihtimamla armonize edilerek Atatürk’e dinletildi. Ve bunun olmadığına ve olamayacağına bizzat Atatürk karar vererek vazgeçildi.”  
 
Cumhuriyetimizin bestekârı…
 
Sadettin Kaynak’ın duygu ve düşüncelerini yakından bilen birkaç kişiden biri de Alâeddin Yavaşça’dır.   
Hasan Oral Şen’in “Hocam, Kaynak toplumu üzen ya da sevindiren pek çok konuya ilgi duymuş ve bunları musikiyle ifade etmiştir. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?” sorusuna Yavaşça şu cevabı vermiştir.
“Sözün özü Sadettin Kaynak, kökü temeli Osmanlı olmasına rağmen, Osmanlı bestekârı olmaktan daha çok, Cumhuriyetimizin bestekârı olmuştur. İşte bu yüzden de Kaynak, herkesten çok Erzincan felaketine üzülmüş, gözyaşı dökmüş; onun için herkesten çok Hatay’ın topraklarımıza katılmasından heyecan duymuş ve o sevinçle Hatay şarkısını yapmıştır.” 
 
Sadettin Kaynak’ı yakından tanıyan ve hatıralarını bir başka kişi de Hafız Ahmet Kibritçioğlu’dur. Onun Kaynak’tan naklettiği hatıralardan biri de şöyledir.
“Sultanahmet’te Türkçe hutbe okuması hadisesinden hemen sonra, Atatürk beni Dolmabahçe’ye aldırmış ve komutanlara Kuran’daki askerlik, savaş, komuta etmekle ilgili ayetlerin açıklamasını yapmamı istemişti. Ben kendisinden biraz müsaade istedim. O zaman Yenice sigarası içiyorum. Hemen paketin arkasına notlar alarak hazırlık yaptım ve Gazi’nin yanına döndüm. Kendisi orada bulunan kumandanlara, ‘Arkadaşlar, Sadettin Bey Kuran’da askerlik ve savaşla ilgili ne varsa, neler yapılmalı diyorsa, onlarla ilgili açıklama yapacak dinleyelim’ dedi. Ben başladım anlatmaya, Gazi masanın etrafında dönüp duruyor. Konuşmamın bittiğini anladığında, sanki gök gürültüsü gibi, ‘Paşalar, görüyorsunuz ne emirlerle karşı karşıyayız. Kitabımızda neler varmış’ dedi. Gazi’nin o andaki kartallığını ve Paşalara verdiği ateşi görmeliydiniz. Kendisi birden bire, ‘Bitti bu iş, Hatay’ı alıyoruz ve ait olduğu yere koyuyoruz. Kuran’daki muharebenin gerekli olduğu hâlleri hep birlikte duyduk’ dedi.
 
Atatürk ile bu denli yakın olmanın kaçınılma getirisi de Sadettin Kaynak’ın bestelerindeki yansımadır. Sadettin Kaynak da H. Niyazi’nin mısralarıyla bestelediği Muhayyer Kürdi şarkının ilhamı Atatürk ile olan bu yakınlıktır.   
 
Dağlara nur doğsun bağlar süslensin    
Hatay’a anayurda kavuştu diye süslensin
Belan Dağlarından geçin turnalar
Billur kaynaklardan için turnalar
Türk’ün öz yurdunda uçun turnalar
Hatay anayurda kavuştu diye…
 
Sadettin Kaynak, Atatürk’ün her konudaki önderliğine büyük hayranlık duymuştur. Onun kahramanlığı, Milli Mücadele’deki başarısı ile inkılâpları, günlük hayata kattıkları ve yaptıklarını da çeşitli vesilelerle dile getirmiştir. Kimi zaman şiirler yazmış, kimi zaman da duygularını hem yazmış, hem de bestelemiştir. 
Başlığını “Atatürk’ü bağrından çıkaran yüce milletime armağan” diye kaleme aldığı, toplam 118 mısra olan on bir bölümlü bir şiiri vardır. Bu şiir; CHP'nin 1944 yılında açmış olduğu edebiyat yarışmasında, 'destan dalında' birincilik ödülü kazanmıştır. 
 
Hasan Oral Şen’in araştırma inceleme kitabında “Bin bir ateşle yanmış, kavrulmuş Anadolu” mısraı ile başlayan bu şiirin “Kurtuluş Savaşı Destanı” adıyla Hüseyni makamında bestelendiği ve plağa okuduğu belirtilmiş ve ayrıca S. Kaynak’ın eserleri listesinde de adı geçmektedir. Ancak yaptığımız internet araştırmasında plağa ulaşamadığımız gibi eserin notası da bulunamamıştır. 
Bununla beraber bu şiirin kendi sesiyle yapılan plak kaydı https://www.youtube.com/watch?v=JWLr-uflQII link adresinde vardır. Bu şiir, CHP'nin 1944 yılında açmış olduğu edebiyat yarışmasında, “destan dalında” birincilik ödülü kazanmıştır. (Aynı yarışmada roman dalında Y. Kadri Karaosmanoğlu'nun 'Yaban' adlı eseri ile Y. Kemal Beyatlı'nın bir şiiri birinci olmuştur.)
 
Sadettin Kaynak’ın Milli Mücadeleyi, Cumhuriyeti, Atatürk’ü ve onun ölümünü konu alan yukarıda adı geçen bestesi dışında değişik makamlarda bestelediği eserlerinden bazıları şunlardır. 
“Doğdu Türk’ün başına Cumhuriyet güneşi”, Rast, Sofyan, Marş; “Gazi dedi bir ileri, hangi ordu kalır geri”, Çargâh, Sofyan; “Geliyor bastığımız topraklara yüz sürsünler” (Atatürk Gelirken), Acemaşiran, Sofyan; “geliyor başbuğumuz ulu Türk’ün önderi”, Acemaşiran, Sofyan; “Sen de katıl bu türküye”, (Cumhuriyet’in 20. yılı için) Gerdaniye, Sofyan, Marş; “Ufuklar kara bağladı” (Atatürk’e Mersiye), Segâh, Sofyan, “Yok gayrı bizlere uyku dinek vay” (Atatürk’e Ağıt), Uşşak, Sofyan; “Yıllarca elim kalbimin üstünde, eğildim”, Evcara, Düyek-Curcuna.
 
Güftesini Fuat Hulusi Demirelli’nin yazdığı “Yıllarca elim kalbimin üstünde, eğildim” mısraı ile başlayan Atatürk’e ithaf eserle ilgi hatırayı Kaynak’ın kaleminden okuyalım. 
 
“Ankara’da bir gece Çankaya Köşkü’ne çağrıldım. Temyiz Mahkemesi Reislerinden Fuat Hulusi Demirelli’nin “Yıllarca elim kalbimin üstünde, eğildim” güftesini Evcara makamında bestelemiştim. Rumeli havalarından Evç makamındaki eserlere Atatürk’ün meftun olduğunu düşünerek bu makamı seçmiştim ve notalarını bastırarak daha önce Atatürk’e takdim etmiştim. O gece Atatürk bu notanın üzerine hepsinin imzalarını atmalarını orada bulunanlara teklif etti ve ilkin kendileri imzaladılar. Sonra bana dönerek, ‘Şimdi İsmet Paşa buraya gelecek, o gelmeden önce şarkıyı bir kere biz dinleyelim’ dediler. Eseri çok beğendi. Biraz sonra İsmet paşa geldi. Atatürk ayağa kalktı, Paşa ile öpüştüler. İsmet Paşa, Atatürk’ün sağındaki kanepeye oturdu. Ben de ikisinin arkasında bir yerde idim. Atatürk İsmet Paşa’ya, ‘Paşam, bu gece sana iki sürpriz var. Biri şiir, ötekisi şarkı… Şarkıyı bizim Sadettin yaptı. Şiiri yazanı söylemeyeceğiz, yalnız okuyacağız. Şairi siz bulacaksınız’ dedi. 
 
Ruşen Eşref ayakta şiiri okudu. Şiir Londra’dan gönderilmişti. Thames ile Sakarya nehirleri birbirleriyle karşılaştırılıyordu. İsmet Paşa şairi hemen tanıdı, Behçet Kemal, dedi. Sıra şarkıya geldi. İsmet Paşa’ya biraz daha yakın olarak şarkıyı ayakta okudum. Paşa çok mütehassis oldu. Atatürk, ‘Beğendin mi Paşam?’ dedi. 
 
İsmet Paşa’nın ‘Çok güzel tebrik ederim’ demesi üzerine, Atatürk notayı İsmet Paşa’ya uzattı, ‘Buraya imza koyacaksın’ dedi.   
 
Bu kıymetli vesika o gece Yaver Celal Bey’e verilmişti ve imza sahiplerinin bir listesi yapılarak bana verilmesi söylenmişti. Fakat ne yazık ki sanat hayatımın en yüksek ve mukaddes bir beratı olan ve neslime yadigâr kalacak olan bu tarihi vesika bana verilmedi.”
 
Yukarıda söz konusu olan Evcara şarkı için Dr. Alaeddin Yavaşça şunları söylemektedir. “Evcara ses sahası bakımından ve o perdelerin basılışı itibariyle kolay bir makam değildir. Nadide bir makamdır, aynı zamanda Sadettin Kaynak’ın içinin titrediği ve az kullanılan bir makamdır. Bunun sıradan bir güfte yerine, Gazi’yi anlatan bir güftede kullanmak istediğini düşünüyorum. Atatürk’ü anlatsın istiyor, öylesine geçkiler kullanıyor ki; hem makamın kaybolmaması bakımından, hem de Atatürk’ü anlatmayı sağlıyor. Atatürk’ün bunu anlayışla karşılayışı çok enteresan… İlk dinlediğinde Kaynak’a ‘Pek rağbet edilmeyen bir makam kullanmışsın, ama iyi de olmuş’ diyor. Yani Atatürk bir musikişinas gibi, bir müzik eseriyle hemzeman (aynı zamanda olan) ve hemden (sıkı fıkı) olabiliyor.”
 
Gazi sana gökten de büyük sevgisi Türk’ün
 
Yıllarca elim kalbimin üstünde, eğildim,
Gölgen gibi topraklara, aşkınla serildim;
Sensiz emelim, başka temennileri sildim,
Dünyayı tebessümlerinin gülşeni bildim
Ben sevmeden evvel seni, kendimde değildim.
 
Göklerde yeşil gözlerinin âşıkı ay, gün
Gönlüm gibi lâkin olamazlar sana düşkün;
Ruhumda güneş doğdu nedir anladım ülkün,
Gazi, sana gökten de büyük sevgisi Türk’ün
Ben sevmeden evvel seni, kendimde değildim.
 
Fuat Hulusi Demirelli
 
 Sadettin Kaynak’ın Atatürk’e ithaf ettiği şiirleri, şarkıları, marşları, ağıtları ve mersiyelerinin yanı sıra, onun Atatürk’ün kahramanlıklarından ilham alarak bestelediği eserleri de vardır. Bunlardan biri de Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitleri şiirinden bestelediği Segâh makamındaki mersiyesidir. 
 
Bu mersiyenin nasıl bestelendiğini Sadettin Kaynak’ın ağzından, Ali Rıza Avni’nin kaleme aldığı şekliyle okuyalım.
 
“Ben Mustafa Kemal’imizi, Umumi Harbin sonunda ihtiyat zabitliğim sırasında, Diyar-ı Bekir’de tanıdım. İstanbul Darülfünunu’nda tahsilde iken Çanakkale Muharebesi büyük bir muzafferiyet ile neticelenmiş idi. Onun heyecanını, kahraman ordumuzun bu büyük zaferini daima hürmet ile yâd eylediğimiz günlerdi. Mehmet Akif, bu büyük zaferi Çanakkale Şehitleri şiiri ile terennüm etmişti. Bu bir Mersiye idi. Yıllar geçti, bir gün Atatürk’ün Çanakkale muzafferiyetine dair sözleri bir gazetede yayınlanmıştı.
İşte o heyecan ile Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitleri için yazdığı şiiri hemen besteledim. Plağa da okuduğum bu eserim, Atatürk’ün ilhamıyla bestelenmiştir. Bu besteyi yaparken duyduğum heyecanı unutamam.”
 
Meraklısı için parantez… Mersiyeyi Sadettin Kaynak’ın sesinden dinleyebilirsiniz. https://www.youtube.com/watch?v=iekboeyQc2U
 
Son söz gibi…
 
Geldik zurnanın zırt dediği yere… Bu satırların yazarı 1952, İstanbul doğumludur. Radyo olan bir evde doğmuştur. Türk musikisi dinlenen bir evde büyümüştür. Çocuk yaşında konserve tenekesi çalarak başladığı musiki yolculuğunu önce darbuka çalarak sürdürmüş daha sonra İstanbul Belediye Konservatuarı Türk Musikisi bölümünde öğrenim görmüş, beş yıl İstanbul Üniversite Korosu’nda klasik takımları meşk etmiş, radyo bant kayıtlarına girmiştir. Bu yıllarda kendi çabalarıyla kanun öğrenmeye çalışmıştır. Bunları niye anlatıyorum? Amacım hayat hikâyemi anlatmak değil. 
Geldik işte zurnanın zırt dediği yere… Ne radyolarda, ne de çeşitli konserlerde Sadettin Kaynak’ın Atatürk, Kurtuluş Savaşı, Milli Mücadele ile ilgili bu yazıda adı geçen eserlerinin seslendirildiğini duymamış, işitmemiştir. Bu bestelerin tek istisnası vardır, o da Yanık Ömer adlı şarkısı…
 
Atatürk dendi mi de hep Müzeyyen Senar, Safiye Ayla gibi ses sanatkârları ile olan anıları anlatılmış, Sadettin Kaynak gibi bir dahi besteci görmezden gelinmiştir. Görmezden gelinen sadece Sadettin Kaynak değildir. Atatürk için yaptığı bestelerin üzeri örtülmüştür. Daha açık söylersek Atatürk unutturulmak istenmiştir. Kurbağa soğuk suya atılmış ve kazanın altında yakılan kısık bir ateşle bugünlere gelinmiştir. Bir diğer deyişle geldiğimiz noktada yaşanan Atatürk ve Cumhuriyet karşıtı çizginin kökleri hayli eskide aranmalıdır. 
 
  
 
Toplam blog
: 227
: 584
Kayıt tarihi
: 16.12.15
 
 

1952 Yılında İstanbul'da doğdu. Pertevniyal Lisesi'ni ve İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akad..