Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Mart '21

 
Kategori
Dünya Kadınlar Günü
 

Atatürk ve Türk Kadını

“... Şuna inanmak gerekir ki, yeryüzünde her şey kadınlarca yapılmıştır... Bir topluluk onu oluşturanlardan yalnız birinin çağdaş gereksinmelerinin kazanılması ile yetinirse, o topluluk yarıdan çok güçsüzlük içinde kalır. Bir ulus ilerlemek ve uygarlaşmak isterse, özellikle bu noktayı temel olarak benimsemek zorundadır... Kadınlarımız da bilgin olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim derecelerinden geçeceklerdir. Sonra kadınlar toplumsal yaşamda erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklarıdır...”[M.Kemal, ATATÜRK][1]

Yüce Önderimiz Atatürk’ün tarihe ışık tutan ve henüz Cumhuriyet kurulmadan önceki bu özgün cümlelerini, bugünün, yani 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün önem ve anlamına atfen yazımın başına koydum. Çünkü Atatürk, Dünya Tarihi’ni, gelmiş geçmiş zaman dilimleri içinde, ilkel dönemlerden çağdaş uygarlık dönemine kadar kadınların neler yaptığını, ne gibi başarılar elde ettiğini gayet iyi bilmekte ve geleceğin kadınlarının nasıl olması gerektiğinin, bu satırlarda altını önemle çizmektedir.  Yine, kurulacak cumhuriyetin toplumsal yapısı içinde yapılacak kadına ilişkin yenilik ve devrimlerin neler olması gerektiğine, eğitim-öğretimin derecesine, erkekle kadının yaşam mücadelesinde birlikte ve eşit koşullarda yol almasına değinmektedir. 

  Atamızın kadın ve kadının eğitilmesi, hak ve hukuku, yükselmesi, özgür ve erkekle eşit bireyler olması vb. konularda o denli önemli sözleri, özgün cümleleri ve görüşleri var ki, buraya sığdırmak olanaksız. Örnek vermek gerekirse:

“... Bir millet erkek kadın denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabilimidir ki, bir kitlenin bir parçasını terakki ettirelim, diğerini müsamaha edelim de, kitlenin heyet-i umumiyesi mazhar-ı terakki edebilsin? Mümkün müdür ki, bir camianın yarısı topraklara, zincirlere bağlı kaldıkça diğer kısmı semalara yükselebilsin?” (Ağustos 1925)

Günümüz Türkçesi ile ifade edecek olursak, “ Bir millet/ulus erkek kadın denilen iki cins insandan oluşmuştur. Olanaklı mıdır ki, bir kitlenin bir parçasını geliştirelim, diğerini görmemezlikten gelelim de, kitlenin bütünü ilerleyebilsin? Olası mıdır ki, bir topluluğun yarısı topraklara, zincirlere bağlı kaldıkça diğer kısmı gökyüzüne yükselebilsin?”.

Bu fikirler, bu görüşler O’nun, daha sonra gerçekleştireceği kadına ilişkin değişim ve yeniliklerin çok önceden düşünmeye başladığını göstermektedir.

Kadının toplum yapısı ve kültürü içinde önemini çok iyi bilen Atatürk, Milli Mücadele döneminde devamlı olarak kadın örgütleriyle ilişki halinde olmuş, onları takdir ve teşvik etmiştir.

Atatürk, Sivas’ta ulusal bir kongre toplanacağını diğer birçok kişiye haber verirken, Halide Edip Adıvar’ı de unutmaz. Ona, sadece mitinglerle amaca ulaşılamayacağını, millete dayanarak mücadele etmenin önkoşul olduğunu söyler...

O günkü koşullarda bile Türk kadınının fikirlerine önem veren Atatürk, Halide Edip’i orduyu kabul eder. 21 Mart 1923’te yaptığı bir konuşmada, Türk kadınının Ulusal Mücadele’deki hizmetlerini takdirle anlatır:

Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir milletinde Anadolu köylü kadınının fevkinde kadın mesaisi zikretmek imkânı yoktur ve dünyada hiçbir milletin kadını ‘ Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım. Milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet gösterdim’ diyemez. (...) Çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu, keresteyi getiren, mahsulâtı pazara götürerek paraya çeviren, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla, yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak demeyip cephenin harp malzemesini taşıyan hep onlar, hep o ulvi, o fedakâr, o ilahi Anadolu kadınları olmuştur. Bundan dolayı hepimiz bu büyük ruhlu ve duygulu kadınlarımızı şükran ve minnetle ebediyen taziz(sevgi) ve takdis(kutsal sayma) edelim[2].

Bu söylemlerden anladığımıza göre, Anadolu kadınının Ulusal Mücadele’de gösterdiği azim ve fedakârlıkları minnet ve şükranla anan Atatürk, daha sonraki konuşmalarında kadının toplumsal yaşamdaki yeri ve eğitimi konularına dair görüşlerini, fikir ve düşüncelerini dile getirir.

İlk eğitimin anne kucağında verildiğini belirten Atatürk, bu nedenle kadının iyi bir eğitimden geçirilmesi gerektiğini, onun en önemli görevinin annelik olduğunu söyler. O, koşullar sağlandığı takdirde, kadının hiçbir alanda erkeklerden geri kalmayacağı görüşündedir. Atatürk, Türk kadını için düşündüğü ideallerini hayata geçirmek için, tarihte benzeri görülmemiş müthiş bir mücadele örneği verir. Bunların en birincili, Medeni Kanunu çıkarmak olmuştur. 4 Nisan 1926’da çıkarılan yasa ile küçük yaşta evlenme, bugünkü adıyla çocuk gelinler, çok kadınla evlilik (polijini) kaldırılmış; dini nikâh yerine resmi nikâh, mirasta kadına erkekle eşit haklar tanınmıştır.

            Böylece, Atatürk’ün üstün zekâsı ve dehası ile 1926’da kadın devriminin ilk büyük aşaması olan Türk Medeni Yasası’nın yürürlüğe girmesiyle toplumun aile ve sosyal yapısında önemli sosyo-kültürel değişmeler yapılmış;   kadınlar en temel hakları olan uygarlık hakkına kavuşmuşlardır. 

Bundan sonraki aşamada kadınlara siyasal hakların verildiğini görüyoruz. 3 Nisan 1930’da belediye seçimlerinde, 5 Aralık 1934’de milletvekili seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı veriliyor. Bu yıllarda Avrupa, Amerika ve Asya’daki birçok ülkede kadınların seçme ve seçilme haklarının bulunmayışı, konunun önemini ve Atatürk’ün kadınlara verdiği değeri daha da artırmaktadır. Ayrıca,3 Mart 1924’te“Tevhid-i Tedrisat Kanunu( Öğretimin Birleştirilmesi Kanunu) çıkarılmasıyla okullarda kız-erkek ayrımına, ayrı sınıflarda öğretim görme programına son verilmesi, kadınların erkeklerle eşit koşullarda eğitim-öğretim görmesini sağlamıştır. Bugün bile hiçbir İslam ülkesinde bu haklar verilmemişken, Türkiye bu hakları tanıyan, uygulamaya geçiren ilk İslam ülkesidir.

Sonuç

Türkiye’nin toplumsal ve siyasal yapısındaki bu tür sosyo-kültürel içerikli değişimlerin/devrimlerin kuramcısı ve uygulayıcısı, kuşkusuz M. Kemal Atatürk’tür. Ayrıca, kadına ilişkin değişmelerin benimsenip kabullenilmesi ve yaygınlaşması sosyal/kültürel antropoloji açısından da çok önemli bilimsel bir başarıdır.

 Bilim ve aklın öngördüğü ilkeler doğrultusunda çağdaş olabilmenin, uygar toplum halinde yaşayabilmenin, ilerleyebilmenin, gelişebilmenin çok önemli koşullarıydı bu değişimler. Ne yazık ki aradan 90-95 yıl gibi uzun bir zaman dilimi geçmiş olmasına karşın ülkemizde kadına yönelik fiziki, ekonomik, psikolojik, cinsel şiddetin, kadın cinayetleri ve ölümlerinin durmaksızın artması ve bir türlü sonlandırılamaması, hepimizin, özellikle de ülkeyi yönetenlerin düşünmesi, arlanması, çözüm üretmesi gereken çok önemli bir toplumsal sorunumuzdur. Ve bu vahim durum Türkiye Cumhuriyeti’ne, çağdaş Türk toplumuna hiç mi hiç yakışmamaktadır!

 

 

 



[1] Ocak 1923/Söylev ve Demeçler II

[2] Şefika Kurnaz, Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını, Ankara,1991

 

 
Toplam blog
: 46
: 225
Kayıt tarihi
: 27.03.13
 
 

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Antropoloji (Sosyal Antropoloji) mezunu 1971; F..