Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ocak '09

 
Kategori
Siyaset
 

Atatürkçü Düşünce

“Atatürkçü Düşünce” Üzerinde Kavram Kargaşası

<ı>“Biz, ilhamlarımızı, gökten ve görünmez âlemlerden değil, doğrudan doğruyu yaşadığımız hayattan almış bulunuyoruz. Bizim yolumuzu çizen; içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk Milleti ve bir de milletler tarihinin bin bir facia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız neticelerdir.“ (1937)

<ı>Mustafa Kemal ATATÜRK

1- 1919 Yılının sonlarına doğru, Mustafa Kemal Paşa’nın açıkladığı düşünceler ve görüşler etrafında birleşen ve bütünleşen Müdafaa-i Hukuk hareketi, O’nun liderliğinde Türk Milli Mücadelesine ve İstiklal Savaşı’na dönüşüyordu. Bu olayları, Avrupa Devletlerinin dış politika kaynakları ve basını “Kemalistler Hareketi”-”Kemalist İhtilalcilerin Hareketleri” deyimleriyle belgelerde açıklamaya ve dünya kamuoyuna duyurmaya başladılar. Bunlar, Osmanlı Padişahına ve Halifeye, kurulu devlet düzenine özellikle sözde “Batı medeniyetini Anadolu’ya götürmeye çalışan kuvvetlere (?)” karşı bir kaç ittihatçı Paşa’nın isyanı olarak gördükleri millet mücadelesine, kendi kültür ve deneyimlerinin kısırlığı içerisinde yaklaşıyorlar, Anadolu’daki hareket ve olayları liderinin adıyla özleştirerek “Kemalistler”-”Kemalist kuvvetler”-“Kemalist Hareketler” sözcük ve deyimlerim kullanıyorlardı. Genelde Anadolu’daki gelişmeler iki görüş içerisinde değerlendiriliyordu. Birinci görüş sahiplerine göre olaylar “bir kaç paşanın, peşine takılmış çapulcuların sonuçsuz kalmaya mahkûm isyanı” idi. Mesele, “ortalığı karıştırmaktı”. Olaylarda, “Mustafa Kemal Paşa’nın ihtirasları ve eski ittihatçılarla işbirliği” esas rolü oynuyor ve bunların “yeniden iktidarı ellerine geçirme amaçları” görülüyordu. İkinci görüş sahipleri ise, yeni yeni anlamaya çalıştıkları “Bolşevik İhtilali” ile Anadolu’daki olaylar arasında paralellik kuruyorlar ve Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde yeni bir “komünist ihtilalin başladığını” kabul ederek, hareketlerin süratle bastırılmasını öneriyorlardı. Her iki görüş sahipleri de “Kemalist” sözcüğünü kullanıyorlar, ikinciler buna “ihtilalci” sıfatını da ekleyerek “Kemalist ihtilali” deyimini tercih ediyorlardı. Bu yolla “Kemalist” deyimi, ilk defa tarihi varlık alanına, Batı basını ve dış politika kaynakları tarafından çıkarılıyordu. İstanbul basını da hemen bu sözcük ve deyimleri kullanmaya başladı. Ancak, “Kemalist” sözcüğü yerlileştirilerek “Kemalciler” oldu. Bir iki istisnası dışında İstanbul basını da Türk Millet Mücadelesi’ni Batılı meslektaşları gibi anlıyor, değerlendiriyordu. “İsyancı Kemalcilere” en ağır şekilde saldırarak bunların derhal yakalanıp, idamları isteniyordu. Padişah ve İstanbul Hükümeti de Anadolu’daki olayları “isyan” olarak değerlendiriyorlar, Millet Mücadelesini tarihte ünlü “Celali isyanlarına” benzeterek, isyancıların süratle yakalanmasına, elebaşları olan Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının bütün rütbe, sıfat ve haklarının ortadan kaldırılarak, idamlarına karar verdiriyorlardı. Bu yaklaşımlarla hazırlanan belgelerde, haberleşme ve resmi yazışmalarda “Kemalciler” sözcüğü Anadolu’daki mücadeleye katılan herkes için kullanılan bir deyim ve hatta olayları açıklayan bir kavram oluyordu.

2- İstiklal Savaşı’nın zaferle sonuçlanması, barış antlaşmasının imzalanması ve nihayet yeni bir devletin, yeni bir rejimin, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla Türk Milli Mücadelesi belirlediği ilk hedeflere ulaştı. Dünya milletler ailesinin şerefli bir üyesi ve devletlerarası düzen ve ilişkilerin güçlü bir ortağı olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi varlık alanına çıkmasıyla “Kemalist”-”Kemalistler” sözcükleri ve deyimleri yeni anlamlar ve boyutlar kazandı. “Milli kurtuluş savaşlarına”-”Emperyalizme karşı milli mücadelelere”-”Kemalist hareketler”-”Kemalistlerin hareketleri” denilmeye, bu hareketlere katılanları da “Kemalistler”-”Yeni Kemalistler”-”Genç Kemalistler” adları takılmaya başlandı. Yıllar sonra, Tunuslu, Cezayirli ve birçok Asya ve Afrika ülkesi millet mücahitlerine “Kemalistler” şeklinde hitap edildi, dünyaya bu adla tanıtıldılar. Bunların birçoğunun göğüslerinde, Türk Bayrağı ve Atatürk resimlerinin bulunmasının ve koyunlarındaki bu resimlerle şahadetlerinin sebepleri vardı. “Kemal Paşa” yalnız Türklerin değil, bütün özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi veren toplumların bayrağı, öncüsü sayılıyordu.

3- Milli varlığın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin korunmasını, gelişmesini, milli ülkü ve hedeflere ulaşılmasını sağlayacak inkılâpların; Türk toplum hayatının siyasi, sosyal, iktisadi, kültürel yaşantısını kapsayacak biçimde, kansız, kavgasız, gürültüsüz, patırtısız şekilde ve dünyanın hiç beklemediği çok kısa bir zaman kesintisinde gerçekleştirilmesi tarihi varlık alanına yeni bir kavramın çıkmasına sebep oldu. Bu kavram, “Kemalizm”di. 1924' lerde başlayan, 1930 ların tamamında Türkiye ile ilgili her incelemede, araştırmada ayrı bölümler halinde işlenen, Mustafa Kemal Atatürk’le doğrudan veya dolaylı her eserde, her makalede yer alan “Kemalizm” kavramı Yüce Ata’nın ebediyete ulaşmasıyla “Atatürkçülük” kavramına dönüşmesine rağmen, günümüze kadar canlılığını yitirmedi. (1)

Genel olarak Yüce Atatürk’ün kişiliğini, düşüncelerini, fikirlerini ve uygulamalarını çeşitli görüşlerle ve hatta kıyaslamalarla açıklama anlamına gelen “Kemalizm” kavramı, yazarların kişisel yaklaşımlarına göre değişik ve hatta birbirleriyle çelişkili görüntülere konu edildi. Batı düşüncesinde ve deneyiminde yer alan “İdeoloji ihtiyacı”-”Benzetme alışkanlığı”-”Kıyaslama yöntemi” gibi kalıplaşmış uygulamalardan kendilerini kurtaramayanların kafalarında ve kalemlerinde “Kemalizm” çok farklı anlamlara çekilen bir kavram oldu. Aynı mirası, “Atatürkçülüğe” de bıraktı. Bir kaç örnek vermek gerekirse, “Kemalizm”-”Kemalist ideoloji”-”Kemalist kalkınma Modeli”-”Kemalist ihtilal”-”Kemalist Çağdaşlaşma” gibi birçok başlıklar altında Ata’nın düşünceleri, fikirleri ve uygulamaları “İdeolojiden”-”Kalkınma Planı”na kadar, kökeninde “azgelişmişlik teması yatan” görüş ve yaklaşımların elinde anlamlar kazandı. Doğal olarak, çelişkileri, kavram kargaşalıklarını da hazırladı. “Kemalizm” kavramının yerlileştirilmesini simgeleyen “Atatürkçülük” kavramı da ne yazık ki, bu kalıplardan kurtulamadı. “Atatürk İdeolojisi”-”Atatürkçü Kalkınma Modeli”-”Atatürkçü Çağdaşlaşma” . gibi eserler günümüze kadar yazıldı, yayınlandı.

4- “Kemalizm” veya “Atatürkçülük” kavramına ne anlam verilirse verilsin, hangi yaklaşım ve yöntem uygulanırsa uygulansın açıklanan başlıklar altında yazılan, yayınlanan, okutulan eserlerde ortak bazı noktalar vardı. Önce başvurulan kaynaklar, yurt dışında yayınlananların bir kısmı dışında, hiç değişmedi. Yüz binlerce resmi ve özel belge ve arşivler bir yana bırakıldı. İkinci olarak; Yüce Ata’nın “İlkeleri” başlığı altında, sanki başka ilke yokmuş gibi Cumhuriyetin altı ilkesi esas alındı ve her yazara göre bu ilkeler de değişik anlamlar kazandı. Belli başlı inkılâp hareketlerine değinildi, ancak 1923–1938 dönemi tarihi ve meseleleri o kadar çok ihmal edildi ki, bu inkılâpların oluş şartları, uygulamaları, karşı karşıya kalınan zorlukların çözüm yol ve yöntemlerine yer vermek gereği duyulmadı. Bütün bunlardan daha önemlisi, daha dikkati çeken Yüce Atatürk, genel olarak bütün eserlerde milletten soyutlanmış bir devlet adamı, bir büyük asker, bir inkılâpçı, bir lider ve yönetici olarak tanıtılmaya çalışıldı. En büyük ve ebedi eseri, bir milleti ihya etme, bir milleti yeniden hayata kazandırma özelliği üzerinde durulmadı veya çok az duruldu. Milletle bütünleşme niteliğine, gücüne yer verilmedi veya çok az verildi.

5- Atatürk uzun yıllar bir eylem adamı olarak incelendi, araştırıldı, eser ve makalelere konu edildi. Gösterdiği hedeflere, açıkladığı ülkü’ye ve ülkü anlayışına çok az değinildi. Davranış ve hareketlerinin nasıl bir düşünce yapısının sonucu olduğu konusu yeterince incelenmedi. Araştırılmadı. Gerçekte ise Yüce Atatürk her şeyden önce bir düşünce adamıydı, bir fikir adamıydı, bir ülkü ve hedef adamıydı. Hangi amaçla olursa olsun, hangi yaklaşımla ele alınırsa alınsın bu gerçek ve ihtiyaç 1970 lerde hissedildi. “Atatürkçü Düşünce” kavramı bu yılların eseriydi. Asırlarca “Türk Düşüncesi” konusunda gösterilen ilgisizlik, Atatürkçü Düşünce konusunda uzun yıllar devam ettirilmişti. “Atatürkçü Düşünce” konusunda ilk denemeler genellikle “Kemalizm”de görüldüğü gibi gene dışardan alınan modelleri, dışardan alınan yaklaşım ve kıyaslamaları ön görüyordu. O kadar ki, “Atatürkçü Düşünce” ile çeşitli düşünce sistemleri ve ideolojiler arasında paralellikler görüp, sonuçlara varan yazılara da rastlanılıyordu.

6- 1982 Anayasası tarihimizde ilk defa “Atatürkçü Düşünce” kavramına yer verdi. 134. Maddesinde “Atatürkçü düşünceyi, Atatürk ilke ve inkılâplarını, Türk kültürünü, Türk tarihini ve Türk dilini bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak ve yaymak ve yayınlar yapmak amacıyla... Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Atatürk Kültür Merkezi’nden oluşan, kamu tüzel kişiliğine sahip “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu”nun kuruluşunu düzenledi. İlk defa “Atatürk Araştırma Merkezi” bir Anayasa kuralı olarak kuruldu. Bu önemli, büyük ve Türk toplumunun ve Cumhuriyetin varlığı ile ilgili bir kuruluş olarak görüldü. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı ile doğrudan bağlı ve bağımlı olan fikir ve düşünce tercihi yapılmıştı. Cumhuriyet, Atatürkçü Düşüncenin eseriydi. Millet Mücadelesi ve İstiklal Savaşı bu düşüncenin ortaya çıkmasıyla gerçekleşebilmiş, zafere ulaşabilmiş, yeni devlet, yeni rejim kurulmuştu. Ancak, yukarıda açıklandığı gibi “Atatürkçü Düşünce” yeteri kadar incelenmemiş, araştırılmamış, tanıtılmamış, yayılmamış ve yayınlanmamıştı. Milli Mücadelenin ilk yıllarından başlayarak yaşanan günlere kadar konu üzerinde sürekli kavram kargaşaları devam ediyordu. Millet, Mustafa Kemal Paşa’sını, Gazisini, Atatürk’ü biliyor, anlıyor, O’na ve eserlerine en derin bağlılıkla yaşıyordu. Ancak, Atatürk hakkında yazılanlar, açıklananlar, yayınlananlar Milletin Mustafa Kemal Paşa’yı-Yüce Ata’sını anlayışından çok farklı idi. Bu durum, temelinde Atatürkçü Düşünceyi esas alan 1982 Anayasası’nın gereğince anlaşılmasına, güçlendirilerek uygulanmasına büyük bir engel teşkil ediyordu. Çözüm olarak 134. madde düzenlendi.

“Atatürkçü Düşünce” kavramına 11 Ağustos 1983 tarihinde kabul edilen ve 17 Ağustos 1983 günü yayınlanan 2876 sayılı “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Kanunu”nun birçok hükümlerinde yer verildi. Bu kanunun “İlkeler” başlığını taşıyan 4. maddesinin (a) fıkrasında; Yüksek kurumun ve bağlı kuruluşlarının bütün hizmet ve faaliyetlerinde, Anayasa çerçevesinde uygulayacağı ilkeler olarak, “Atatürkçü düşünceye, Atatürk ilke ve inkılâplarına... bağlı kalmak ve sahip olmak” ilkesi yer alıyordu. Aynı Kanunun 18. maddesinde yeni kurulan Atatürk Araştırma Merkezi’nin Amacı: “Atatürkçü düşünceyi, Atatürk ilke ve inkılâplarını bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak, yaymak ve bu konularda yayınlar yapmak” şeklinde gösteriliyordu. Bu kuruluşa ilişkin hemen hemen her maddede “Atatürkçü Düşünce”ye yer verilmiş, O’nun doğru, gerçekçi, bilimsel biçimde incelenip, araştırılması, yayılıp, yayınlanması için gereken bütün hükümler getirilmiş ve uzak hedefli amaçlar açıklanmıştı. Bu suretle “ Atatürkçü Düşünce” devlet hayatımızda, bir kamu kurum, kavram ve hizmeti düzeyinde ele alınmıştı.

9 Kasım 1983 tarihinde kabul edilen “Milli Güvenlik Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Kanunu” Genel Sekreterliğin görevlerini düzenlediği 4. maddesinin (e) fıkrasında “... Türk Milletini, Atatürkçü Düşünce, Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda ve milli ülkü ve değerler etrafında birleştirerek milli hedeflere yönlendirici gerekli tedbirleri belirler...” kuralı konulmuş ve bu hususlara yönelmiş yurt içi ve yurt dışı tehdide karşı koyacak, tehdidi etkisiz kılacak önlemlerin alınıp, planlanacağını ilgili makarna görev olarak vermiştir. 2945 Sayılı bu kanunda “Atatürkçü Düşünce” kavramına yer verilmesi çok önemli bir yaklaşımı ortaya koymaktadır. “Atatürkçü Düşünce” Türk Milletinin davranış ve hareketlerinde esas alacağı, bu doğrultuda milli ülkü ve hedefler etrafında birleşeceği ve milli hedeflere yöneleceği bir sistemi belirlemektedir. Ayrıca, bu düşünce sistemine karşı girişilecek her davranış ve hareket Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliği ile ilgili görülmüştür. Kanun, Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar Türkiye üzerinde oynanan oyunların ve Türkiye üzerindeki tehdidin hedef olarak her şeyden önce “Atatürkçü Düşünceyi” aldığını kabul etmiştir. Bu kabul, yılların verdiği deneyimlerin ve Yüce Ata’nın sözleriyle <ı>“milletler tarihinin bin bir facia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkarılan neticelerdir.”

Sonuç olarak, 1919 yılından günümüze kadar “Atatürkçü Düşünce” konusunda Türk Milletine sunacağımız, O’nun bu düşünce doğrultusunda davranış ve hareketlerini yönlendireceği tam, doğru ve yeterli bilgiyi sağlayamamış durumdayız. Mesele, her şeyden önce bu bilgiyi sağlamak, düzenlemek, milletimizin emrine sunabilmektir. Bunun için hukuk düzeninde, yeterli imkânlar olduğu kadar bu düzenin emirleri de vardır.

(1)- Prof. Dr. Suna KİLİ. “Kemalizm” İstanbul 1969. Ertuğrul Zekai ÖKTE., “Yeni Kemalizm” B.T.T.D. Sayı 41-84/1971. Ocak-1975 Eylül.

 
Toplam blog
: 92
: 956
Kayıt tarihi
: 01.10.07
 
 

Ülkemin içinde bulunduğu ve gitmekte olduğu yerden rahatsızım. Atatürk ilke ve devrimleri doğrult..