- Kategori
- Şiir
Ateş pahası
Ateş Pahası / Salih Erdem
Derler ki, bir zamanlar bir Osmanlı Sultanı
Ormanda ava çıkmış, yanında da erkânı.
Av peşinde koşarken herkes vakti unutmuş
Bir ceylan vuramadan gün batmaya yüz tutmuş
Göğün kararmasıyla başlayan yelli yağmur
Ağaçları sallarken yolu kaplamış çamur.
Ne yan kalmış ne de yön; dönmüşler körebeye
Çaresiz sığınmışlar en yakın kulübeye.
Garip bir oduncuymuş kulübenin sahibi
Usûlden buyur etmiş, hünkârı bilmez gibi!
Yorgun, ıslak, üşümüş; hünkâr ve maiyeti
Üşüşünce ocağa adam çakmış niyeti.
Od’un kızıl ağzına büyük odunlar atmış
Donmuş misafirleri hemencecik ısıtmış.
Sultan ve adamları epey memnun olmuşlar
Huzurda demirleyip hasbihâle dalmışlar!
Hatta bir ara hünkâr: “Gerçek şu ki, şu ateş…”
-İkramdan mütebessim- “…cidden, bin altına eş!”
Oduncu, sabaha dek, el pençe divan durmuş
Padişah, gitme vakti, samîmiyetle sormuş:
“Konuksever efendi, bizleri ihyâ ettin
Harlı ateşin ile cümlemizi dirilttin!
Böyle bir iyiliği görmedim kaç senedir
Şimdi söyle bakalım, sana borcumuz nedir?”
“Bin altındır beyzâdem!” der oduncu bedeli.
Bunu duyan kesedâr: “Bre densiz… Behey deli…
Ne masrafın oldu ki, bin altın istiyorsun?
Verelim birkaç kese bu işe ne diyorsun?”
Oduncu: “Hizmetimin kadri elbet bilinir
Böylesi dağ başında bu ateş az bulunur!”
Padişah vekilharca: “Söyletme dahasını
Ateş cidden iyiydi, ödeyin pahasını!”
Oduncu ve bu olay dilden dile yayılır;
Halk bunu garipsemez, tavrı haklı sayılır.
İşte, o gün bugündür, bir malın piyasası
Değerinden fazlaysa denir, ateş pahası.
28.05.2011
Salih ERDEM
-Hikâyeden Şiire uyarlanmıştır-