Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ağustos '14

 
Kategori
Felsefe
 

Ateş yakmak

Ateş yakmak
 

 
Bir yerde ateş yakmak insanın hayatta kalmak içgüdüsü ve doğayla mücadelesinin koşullarından biridir. Tarih öncesi zamandan bu yana insanlar ateşi yakıyorlar; kimileri aydınlanmak, kimileri yok etmek için.
 
ATEŞ  YAKMAK
 
Gelişmesini henüz tamamlayamamış olan insan, yeni türküler söylemeye çalışan bir eski çağ ozanı gibi. Prometheus’un tanrılar katından alıp getirdiği ateş bir büyük çelişkinin ilk ateşi miydi yoksa? Oysa ateşi yalnızca insan yakabilirdi. İnsanlık tarihi denilen bir büyük kitabın yalnız kahramanı değil, onun yazanı da olan insanın ateşi yakmayı becerebilmesi, başlangıcın ilk adımıydı. Oysa her ilk adım sonlanmalı, başkaları tarafından devam ettirilmesi gerekli bir sürecinde ilk adımıydı.
     İlk insan topluluklarından günümüz toplumlarına kadar, çoğunun çeşitli renkler eklediği, gizemli ilmekler attığı dokunması henüz bitmemiş ender bir Çin ipeklisi gibi yaşam. Asırlardır gücü ve adaleti ellerinde bulunduran kutsal gökyüzünün engin maviliğinde parıldayan güneş, artık gökte kızgın ışıklarını öfkeyle saçan bir tanrı değil, galaksimizin çekim merkezinde yalnız bir gök cismidir sadece. Merak, dünyaya açılan ve dünyaya susamış insanın beyin kıvrımlarındaki bilinmezlik ve bilinmezlik karşısında duyulan kalın hayranlık ve korku sisini dağıtmaya başlamıştır. Bunu bilgiyi biriktirmek ve kullanmak izleyecektir. Yaşatmak ve yok etmek, iyilik ve kötülüğün dalgalı, inişli çıkışlı psikozunda insanlık; henüz duracakmış gibi pek görünmeyen sonsuz bir salınımda gerçeği aramaktadır. İlkel avcı toplumlarından başlayarak bitmek bilmez bir yola başlayan insanlığın bu gün geldiği yer daha acımasız yeni bir avcı topluluğu değil mi?
     Kendi küllerinden yeniden doğan bir Anka Kuşu, onca kötülük kalkışmasına aldırmaz bir başkaldırışla yeniden canlanan bir Ölmez Otu gibi, insanlık idealleri canlılıklarını sürdürmeye devam ediyor. İnsanın “kendisi olma” arayışını sürdürmesi de. Hayranlık uyandıran uygarlıkların barbar saldırıların karşısında çöküşleriyle dolu insanlık tarihi. Ama bitmiyor, bir uygarlığın yıkıntılarından daha görkemli olarak bir yenisi canlanıyor. Doğal afetler, önlenemez hastalık salgınları, kıtlıklar, açlıklar, bitmek bilmez savaşlar insanın kendi değerlerine, kendi ürettiği güzelliklere acımasızca saldırıyor. Hep yeniden kurulan kötülük imparatorluğuna inat, insan kendi olma arayışını çelişen bir dünyanın sığlıklarında aramaya devam ediyor. İnsanlık idealinin ateşini yeniden bir daha yakıyor.
     Yaşamın tüm değerlerinin, barışın, yaşamımızı daha değerli kılan her şeyin kendini bilmez, insanı aracı olarak gören bir avuç tutucunun çılgınlığına kurban edildiği yeni bir dönemi yaşıyor insanlık. İnsan sıcağının içinde olmadığı sağır, kuru, çıkarcı güya gelişmiş bir teknolojinin insana rağmen egemenliği sürüyor. Adına “Yeni Dünya Düzeni” diyorlar. Orman yasalarının geçerli olduğu bu vahşet ve çılgınlık ortamında insanlar, yalnızca değerleri için değil, en çok yıpratılan adalet ve eşitlik duyguları, özgürlükleri için de endişe duyuyorlar. Kimileri kendi ben’lerinin sınırlarını ortadan kaldıran kendi koydukları kurallar ve yasalarla artık bireysel düzeyde de herkesin benliğine saldırıyorlar. Bu nokta Montaigne’ye göre” insan ruhunun ve özgürlüğünün, "kendisi olarak kalabilme “ sanatının en çok yara aldığı yerdir.
     Oysa Victor Hugo’nun neredeyse yüz elli yıl önce Sefiller’in ön sözünde yazdıkları bugün için de son derece geçerli değil midir? ”Yasalar ve gelenekler sosyal mahkumiyetlere yol açtığı sürece ve uygarlığın göbeğinde cehennemler yaratılıp, kutsal kadere insan kaderciliği karıştırıldıkça; yüzyılın üç sorunu, proleteryanın aşağıladığı erkek, açlığın sokağa düşürdüğü kadın, gecenin sakatladığı çocuk için çözüm bulunmadıkça; kimi diyarlarda toplumsal boğuşma yaşandıkça, başka bir deyiş ve daha geniş bir görüşle yeryüzünde cehalet ve yoksulluk var olduğu sürece bu kitap türünde kitaplar yararsız sayılamazlar.”
     İnsanlığın tüm değerlerine ve doğanın tüm dengelerine olan bu vandal saldırının varlığı ürküten gölgeleri büyütse de, bir yerlerde ışığın varolduğunun da bir işaretidir. Çünkü;”ışık varsa gölge de vardır.” Oysa karanlıkta hiç gölge olmaz…
     Öyleyse gölgelerden çekinmemenin, ateşi yakmanın tam zamanıdır…
 
 
 
 
 
 
 
                                                                                                            Akın YAZICI
                                                                                                          4 Ağustos 2014
                                                                                                                ERDEK
 
 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..