Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ağustos '14

 
Kategori
Öykü
 

Atın sezgisi (Unutamadığım yaşadıklarımdan)

Atın sezgisi (Unutamadığım yaşadıklarımdan)
 

At benin aşkımdır


Sohbet sona erince Muhtar “vakit geç oldu. Burada geceleyelim, kasabaya yarın dönersin” dedi.

Hacıbey köyü ‘Yukarı Hacı bey ve Aşağı Hacıbey’ diye ikiye ayrılıyordu.

Muhtarın adı hatırladığım kadarıyla Seyithan’dı. Şafi idiler. Varto’nun köylerinin çoğu Aleviydi…

Bu köyün muhtarı, Alevi olan Kalçık Köyünün muhtarı ve Ağaçköprü Köyünün muhtarı üç arkadaş, bölgede en sevilen kişilerdendi.

Alevi Köyleri ve Şafi Köyleri arasında olası anlaşamazlıkları, ayrıca köyler arasında su sahiplenme ve ot yakmalardan oluşan düşmanlıkları, kız kaçırmadaki anlaşamazlıkları araya girip çözüyorlar; böylece köyler ve kişiler arasında düşmanlığı çatışmayı başından engelleyip barış sağlıyorlardı.

Yani yörenin ‘Ombdusmanı’ durumundaydılar…

TİP adayının seçim çalışmalarına katılınca bu muhtarlarla sıkça görüşüyor gideceğim yerler hakkında bilgi alıyordum.

Seyit Han mert görünümlü biriydi. Konuşurken insana güven veriyordu. Şeyh Sait’in torunlarından oluyormuş.

Sohbet o yıllardan gelen anlatılara dalınca koyulaşmış, vaktin nasıl geçtiğini anlayamamıştık.

Birçok köyde kalmış, sabahlara kadar köylülerle çay içip sohbet etmiştim. Onların biraz abartarak da olsa anlattıklarını dinlemek hoşuma gidiyordu.

Özellikle gezgin destancıların anlattığı çok ilginç öyküler oluyordu.

Ama nedense bugün gecelemek içimden gelmiyordu. Onun için gitmem gerek demiştim.

Muhtar “O zaman acele et, geceye kalmadan çayı geç. Hava yağmura dönüyor. Yukarılarda yağış var. Az sonra çay azgınlaşır” diye uyardı.

Ben hemen toparlanıp vedalaştım. Atıma bindim. Muhtar önümde köyün dışına kadar vardık.

Orada Muhtar akan çayı göstererek “şu ileride çayın kıyısında görünen top çamları nişan al, onların sağından geç. Şaşırır da solunda geçersen felaket olur. Çünkü çay orada çok azgın akar, Allah etmesin seni de, atı da götürür” diye uyardı.

“Haydi hayırlı yolculuk” deyip atın kıçına bir şaplak attı. Ben de “hoşça kal “ deyip atı hızla tepeden aşağı sürdüm.

Yolun yarısına doğru yağmur başladı, giderek hızlandı. Hava kararmaya başlamıştı.

Köyde kalmadığıma pişman olmuştum. Bir an geri dönmeyi düşündüm. Ama “Korktu, döndü” diyecekler diye vazgeçtim.

Gök gürlüyor, şimşek çakıyor, çay azgınlaşmış gürleyerek akıyordu. Ortalık sanki mahşer yerini andırıyordu. Bir savaşın ortasında kalmış gibiydim.

Attan indim. Huysuzlaşan ata hakim olmak için dizginini sıkıca koluma doladım. Etrafımdaki görüntülerden top çamları ayırt etmeye çalışıyordum. Ama ayırt etmeme olanak yoktu. 

Sanki her yer top çam dolmuştu. Arada bir çakan şimşeğin ışığı etrafı aydınlatınca bütün görüntüler harekete geçiyor her şey birbirine karışıyordu.

Sırılsıklam ıslandığımı fark ettim. Şaşkınlıkla yere çömeldim. Her yanımdan sular akıyordu. Ne yapacağımı düşünmeye çalıştım. Ama gürültüden korkudan aklıma bir şey gelmiyordu.

Neden sonra ayağa kalktım. Cebimden çakıyı çıkardım. El yordamıyla bulduğum çalı yığınından bir dal kestim. Atın dizginlerini sağ koluma sıkıca sardım. Sol elime, kestiğim dalı suya daldırdım.

Aklımca bu dalla suyun derinliğini ölçe ölçe karşıya geçecektim.

Onun için çaya yöneldim…

At gelmek istemiyordu. O uysal hayvan adeta katır olmuş inat ediyor, ayak diriyordu.

Asıla asıla çayın kenarına geldim. Dizginleri daha sıkı kavrayıp, çayın içine girdim. Atı asıla asıla birkaç adım attım. At artık olduğu yerde durmuş, bir adım daha atmıyordu.

Sol elimdeki dalı suya daldırdım. İnatlaşan atı kızgınlıkla asıldım. Son bir hamle ile bir adım daha atmıştım ki ayağım boşluğa geldi. Bir anda suyun içinde kayboldum.

Sular tepemden harlaya gürleye akıyordu. Su yutuyordum. Can havliyle atın boynuna sarıldım.

At kafasını kaldırdı ve geri geri giderek çayın dışına çıkıp durdu. Ben olduğum yere yığılıp kaldım. Öksürüyordum. Ağzımdan, genzimden sular geliyordu.

Bir süre öğüre, öğüre kustum. Suyun içinde şaşkın ve çaresizdim. Öylece bağırıyordum. Ne söylediğimin farkında değildim. Ulurcasına bağırıp çağırıyordum. Sesim suların çağıltısına gök gürültüsüne karışıp gidiyordu.

Uzunca süre öylece oturdum…

Hava çok soğumuştu. Üşüdüğümün farkına anca varmıştım. Ensemde bir soluk hissettim. Hayret o huysuzlanan at sanki ‘korkma ben buradayım’ diyordu.

Bir anda ayağa kalkıp atın boynuna sarıldım. Boynu ıslak ve ama sıcacıktı. Titriyordu. Sarıldım öptüm okşadım.

O eşsiz sezgisiyle beni ölümden kurtarmıştı. O kadar asılmama rağmen olduğu yerde çakılı kalmıştı.

Bir süre atın boynuna sarılı kaldım. Sonra üzerine binmek için hamle yaptım.

At adeta üstüne çıkmama yardım ediyordu. Tekrar son bir hamleyle ata bindim.

Bindim ama ne yapacağımı bilmiyordum. Her şeye rağmen köye geri dönmeyi düşündüm. Ama bu karanlıkta dağda kaybolmaktan endişelendim.

Karmaşık düşüncelerle öyle bakınıyordum.

At yavaş, yavaş yürüdü. Çayın yukarısına doğru epey gitti. Sonra çayın içine girdi. Sakin bir şekilde yürüdü. Sular gene gür akıyor atın karnına kadar çıkıyordu. 

Ama at hiç aldırmadan yürüdü gitti,  çaydan çıkıp durdu.

Hayret çayı geçip kurtulmuştuk.

Eğilip boynunu öptüm. O da sanki bunu bekliyormuş. Dörtnala koşmaya başladı.

Artık yağmura falan aldırdığım yoktu. Sevinç çığlıkları atarak adeta boynuna yatıp sımsıkı sarıldım.

O dört nala koştu koştu koştu…

 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..