Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ocak '20

 
Kategori
TV Programları
 

Atiye’yi gömelim mi övelim mi?

Değerlendirme yapmak, eleştirmek… Özünde boş meşgale gibi dursalar da ‘bakış açısı’ yaratma ve eksikleri-artıları gösterip daha iyiye yönlendirme özelliklerinden dolayı herhangi bir konuda yapılan kritiklerin, övgülerin-yergilerin özel bir yeri olduğu muhakkak. Ayrıca övgü ile yerginin, ne kadar birbirlerine zıt anlamlar taşısalar da, temelde kesiştikleri bir gerçek. Nasıl ki, deha ile delilik arasında ince bir çizgi varsa, övgü ile yergi için de durum aynı… Zira övgünün yergiye, ya da yerginin övgüye dönüşümü rahatlıkla mümkün!

Nitekim gerçekte dünyada sıkça yaşanan bu değerlendirme ikilemi kurgularda da geçerli. Bir yapım, olumlu yönlerinden dolayı kimilerince övülürken aynı işin olumsuzluklarına takılanlar tarafından rahatlıkla yergiye layık görülebilir. Dolayısıyla hak yememek ve ederinden fazla yüceltmemek için artısıyla eksisiyle bakmak lazım her işe. Ben de, her zaman olduğu gibi, Netflix’in ‘Atiye’sini değerlendirirken bu mantıkla yaklaşmayı tercih ediyorum.

Yani kimilerinin yaptığı gibi, sırf Netflix’te varlık gösteren ‘yerli iş’ olduğu için övgüye boğmanın veya yabancı yapım sevdasıyla eziklenip ‘Atiye’yi yergiyle gömmenin yanlış olduğu kanaatindeyim. O nedenle tamamını bir oturuşta bitirdiğim ‘‘Atiye’yi gömelim mi, övelim mi’’ ikilemini objektiflikle aşıp dikkat çeken ayrıntılarını vurgulamak istedim. Hadi bakalım…

 

ATİYE’NİN OLUMLU YÖNLERİ

Ekranlardan kanıksadığımız yerli dizi kavramına farklı bir boyut açma özelliği taşıyan uluslararası platformlar sayesinde üstlerindeki ölü toprağından silkinmeye başlayan dizicilerimiz, fantastik yaratıcılık yolunda düşe kalka ilerlemeye koyuldular malumunuz. ‘Atiye’ de bu ilerlemenin ikinci adımı oldu! Peki, bu adım sağlam mı?

‘Hakan: Muhafız’ile Netflix’teki yerli fantastik içeriğin sancılı ve dahi, fikir ayrılıklarından kaynaklanan, bol tartışmalı doğumunu gerçekleştirmenin ardından ‘Atiye’yle emekleme dönemine geçildiği bir gerçek.

Dizi henüz yayınlanmadan paylaştığım ‘‘Atiye’ dünyayı uyandıracak mı? ’’ başlıklıön değerlendirmemde, Şengül Boybaş’ın ‘Dünyanın Uyanışı’ isimli romanından uyarlanan, diziden yana umutlu olduğumu belirtip senaryoda imzası olan Nuran Evren Şit’in varlığını da kitaptaki dünyanın layıkıyla yansıtılabileceğine yönelik güvence olarak görmüştüm.

Nitekim senaryo yaratıcılığını, Jason George’un katkısıyla daha da güçlendiren ‘Atiye’, yapım kalitesi ve içerik performansıyla hayal kırıklığına uğratıp umudumu boşa çıkartmadı. Bu noktada ‘Atiye’nin olumlu yönlerini sıralayacak olursak…

-Öncelikle dizideki sahnelerin görselliği tam kıvamında… Gerek İstanbul, gerekse arkeolojik alanlarda akışla ters düşecek detaylar yok. Yani ortam, konuyu destekler mahiyette.

-Ön değerlendirmemde de vurguladığım üzere Göbeklitepe, Nemrut gibi önemli tarihi mekânların geniş açıdan ele alınıp yansıtılması çok iyi olmuş! Dizi bu yönüyle dünyada henüz bu değerlerimizden habersiz olanları uyandırıp görme isteği yaratabilir.

-Kitaptaki gibi bir rüya sahnesiyle açılışını yapan senaryonun, kendi içerik özgünlüğünü yaratırken uyarlama mantığından çok uzaklaşmayıp kitapla uyumlu yol alması da olumlu bir detay. Böylece yaratıcı bir uyarlama işi çıkmış ortaya.

-Anlaşılması ve takip edilmesi hayli kolay olan içeriğin akış hızı da ‘Atiye’nin artılarından. Jet hızındaki olaylar peş peşe gelişiyor ve izleyici sıkılmaya fırsat bulamıyor.

-Gereksiz uzatmalara-konuşmalara yer vermeyerek yabancılar ayarında iş çıkartılabilineceğini örnekleyen dizideki müzik seçimleri de oldukça başarılı.

-Hikâyeyi kurarken zorlanmayan yapımın tüm bir sezonda yaşananları sıfırlayan… Cansu’yu Elif yaparken Göbeklitepe’deki kazı alanını silen… Ve bu tablonun devamında her şeyi yeniden başlatma potansiyelini ortaya koyan sezon finali de merak uyandıran türden.

Anlayacağınız zamanın iç içeliğine vurgu yaparak fantastik yönünü geliştiren ve ‘Hepimiz ilahi planın parçalarıyız. Hepimiz birbirimizin devamıyız’ şeklindeki felsefi yaklaşımdan özünü alıp mistik bir hikâye anlatmaya niyetlenen ‘Atiye’ tüm bu olumlu özelliklerinden dolayı övgüyü ve izlenmeyi hak eden bir iş.

Öte yandan, övgüyle yerginin kol kola gezdiği gerçeğinde,‘Atiye’nin de olumsuz yönleri, eleştirilecek ayrıntıları bulunduğunu gözden kaçırmamak lazım. Bakalım hemen.

 

ATİYE’NİN OLUMSUZ DETAYLARI…

Her sırrın açığa çıkmak için çağrısını beklediği gibi, geçmişindeki gizemi öğrenmek ve geleceğini şekillendirmek için Göbeklitepe’deki kazı alanında bulunan şekli kendisine çağrı yaparak macerasını başlatan ‘Atiye’, özenli çekimleri, gizemli içeriği ve tarih dokusuyla övgüyü hak eden bir iş konumunda dedik ya... Bunların yanında birtakım olumsuz detayları bünyesinde barındırdığını da es geçmedik. Nedir bunlar? Özellikle son birkaç bölümde düşüşe geçen dizinin içeriğini çok açık etmeden ve ‘Atiye’yi gömmeden sıralayalım kısaca.

-‘Atiye’nin en çok göze batan olumsuz detayı, karakterlerinden kaynaklı! Karakterler öylesine yüzeysel biçimde aktarılmış ki, ekranlardaki dizilerde sıkça karşımıza çıkan ‘karakteri hissettirme-karaktere inandırma’ sorunu burada da oluşmuş. Mesela, Atiye’nin Ozan’la ilişkisindeki tablo… İlk birlikteliklerinde neredeyse tecavüze uğramış ve büyük bir mutsuzluk yaşamış gibi gösterilen Atiye, nasıl oluyor da onca yılı bu adamla birlikte yaşayarak hem de sözde mutlu olarak geçirebiliyor günlerini? Bu durumda o sahne tamamen boşlukta kalıyor. Ayrıca kendini bildi bileli aynı şekli çiziyor olmayı da gayet normalleştirmiş halde. Vücudunu şekilden şekle sokup müthiş bir eser yaratıyormuş havasına bürünerek çizdiği resimlere karşı duyarsızlığı da, Atiye’nin mistik karakter olma halini zedeliyor. Keza aynı inandırma sorunu, Cansu ve Ozan hariç, hemen her karakter için geçerli.

-Dizideki bir başka olumsuzluk, ‘canlandırma’ olayı! Yapımın ‘karakteri hissettirme-karaktere inandırma’ sorununu pekiştiren bu olumsuzluk süreklilik göstermese bile, maalesef en önemli anlarda çıkıyor karşımıza. Misal, Beren Saat’in ağlamasıyla dibe vuran Atiye’nin duygu aktarımı veya Erhan’la Atiye arasında yaşananların gerçekliği hissettirmekten uzaklığı; Serdar Bey’in gizemi öğrenme çabasından doğan öfkeyle adamını vurması, oğlunu dövmesi ve nicesi… En önemli durumlarda dahi anın derinliğini hissetmeden-hissettirmeden, kurgusal yoğunlukla hareket ediyor karakterler. Kısacası gizemi çözme koşturmacasına çokça kaptırılan karakterler mekanikleşiyor ve olayın içine sokmak yerine kurgu yapaylığında bırakıyorlar sizi. Diyaloglardaki soğukluk da bu olumsuzluğu güçlendirmekte.

-Öte yandan romanın ana direği olan mistik duyguların tadına varmak da ilk sezon itibariyle pek mümkün değil ‘Atiye’de! Zira mistizmin derinliğine inilmemiş yeterince. Yani alnında yıldız işareti bulunan kızın mağaradaki resminin veya Nemrut’taki tünellerin içinde yaşananların ya da Zühre ninenin sözlerinin içsel yolculuk yaptırıp dünyayı uyandırma hususunda yeterince etkili olduğunu söyleyemem. Nasıl ki, gizemden doğan gerilimi de hissedemedim açıkçası… Ki, Atiye ve Erhan da hissetmiyor zaten! Oysa işin özü mistizm.

-‘Atiye’nin bir diğer olumsuzluğu ‘mantık’ yönünde. Birkaç örnek verelim. Nemrut’ta tarihi alanların patlatılması mesela… Jandarmanın yetkililerden izin almadan yapılan böyle bir eyleme karşı tepkisiz kalması akla hiç uygun değil. Keza, parasının gücüyle, yasaları ve yetkilileri devre dışı bırakmakta hayli başarılı olan Serdar Bey’in Cansu’nun öldürüldüğü yerdeki kamerayı sadece silmekle yetinmesi mantığa aykırı. Silinen verilerin geri getirileceğini düşünemiyor mu da ardında bırakıyor kamerayı? Dahası… Erhan’ın babasının bulduklarının peşine düşenlerin onca yıl adamın evini aramaması ve Erhan’ın da, babasının kazı bölgesindeki masasında bulunan çekmeceyi yıllar boyu açmamış olması ayrı mantıksızlıklar. Keza Hazal Türesan’ın canlandırdığı karakterin olayı da(Diziyi açık etmemek için ayrıntıya girmiyorum) fazlasıyla sorgulatıyor kendini.

-Ayrıca dizinin anlatımında mekân kargaşası da dikkat çekici. Şöyle ki; Atiye, Erhan’la birlikte Zühre’nin peşine düşüyor ve İstanbul’da bir gecekonduda buluyor onu. Sonra kaybediyor. Bu kez Erhan, Göbeklitepe’deki yardımcısından Zühre’nin geçmişte babasını ziyaret ettiğini öğrenip o dönemin güvenlik görevlisiyle konuşmaya gidiyor. Adamla Şanlı Urfa’da görüşüyor ve karısından Zühre’nin nerede olduğunu öğreniyor. Sonra bir bakıyoruz Urfa’daki Erhan İstanbul’da gördüğümüz gecekonduya gidiyor, sahibini korkutup Zühre’nin yerini buluyor… Bu gecekondu İstanbul’dayken nasıl Urfa’ya gidiyor? Urfa’daki kadın, Zühre’nin yaşadığı yeri, şuradaki filanca caminin orada diye tarif ettiğine göre Erhan’ın İstanbul’da olması mümkün değil. Of… Offf… ‘Atiye’de kim nerede belli değil!

-Ve bir mantık sorgusu da Tim Seyfi’nin canlandırdığı Serdar Bey’in gizli odasında Atiye ile Oğuz’un poz poz resimlerinin olması hakkında! Böyle bir gizli odaya ne gerek vardı anlamak imkânsız. Yabancı özentisi mi, gerilim katma arzusu mu? Bilinmez ama gereksizliği ortada. Konuyu daha açamıyorum zira sürprizleri iyice bozarım o vakit. Neyse geçelim.

SONUÇTA; Sirius yıldızıyla, Şahmeran’ıyla… Göbeklitepe’siyle, Nemrut’uyla… Eğrisiyle, doğrusuyla bir ‘Atiye’ gerçeği ve vasatın üstüne çıkma gayreti var karşımızda. O nedenle gömmeye ya da abartılı biçimde yüceltmeye gerek duymadan, övgü-yergi dengesini doğru ayarlamaya çalıştık.

Zaten asıl önemli olan da bu denge ve yerli ‘Dark’ havası estirmeye niyetlenen ‘Atiye’nin varoluş gayretinin devamında ne getireceği konusu! Yaşanmışlıkları tersyüz eden sezon finalinin sonrasında neler yaşanacak? Sunulacak olan gelişme, övgüyle mi yergiyle mi karşılanacak? Sorular, sorular… Cevapları almak için ikinci sezonu görmek lazım kuşkusuz.

Hani değişimlere direnmek yerine teslimiyeti öneren Şems-i Tebrizi ‘Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?’ demiş ya… İşte biz de ilk sezonun eksilerini bir yana bırakıp, böylesi bir cesaret bekliyoruz ‘Atiye’den… Ve zamanın hayatı alt üst ettiği noktada, daha iyi bir performansla karşımıza çıkacağını düşünüyoruz.

İkinci sezonunda mistik farklılığa yoğunlaşılması ve dünyayı uyandırma gücü üstünden daha sağlam adımlarla yürünmesi dileğiyle…

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal

 
Toplam blog
: 1210
: 1542
Kayıt tarihi
: 10.04.10
 
 

İstanbul'da başlayan yaşamım, eski İstanbullu ailemden edindiğim kültürle gelişti. Birinciliklerl..