Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Şubat '07

 
Kategori
Mizah
 

Audrey Tautou' ya mektup

Audrey Tautou' ya mektup
 

Sevgili Audrey, gönlümün sultanı merhaba. Türkiye- İstanbul’dan yazıyorum bu satırları. Sen beni tanımıyorsun, ama ben seni tanıyorum.

Kendimi hemen tanıtayım sana: Benim adım Serdar. Ben senin hayranınım biliyor musun?Seni en son dün Kadıköy-Moda’da gördüm. Nasıl mı gördüm? Dün Da Vinci Şifresi isimli filmin girdi gösterime, ilk gün gittim hemen filmine. Ben filmine falan gidiyorum ya, senin haberin oluyor mu benim filmine gittiğimden. Haberin olmuyor değil mi? Ne kötü. Filmine ilk seans gidecektim, fakat evde uyuya kalmışım. Sonra yer bulabilmek için, Kadıköy’de bir sürü sinemaları gezdim. Kadıköy Natilus’daki sinemaya baktım, yok ! Kadıköy Reks’e gittim orada da yer yok! En sonunda Kadıköy-Moda sinemasında yer bulabildim. Bileti kesen görevli kadın, sadece en önden var dedi yer. Buna daha bir sevindim. Çünkü kimse önden bilet almak istemiyor buralarda. Ben de bilet kesen ablaya : Zaten en önden olsun bacım, Audrey’i en yakından ben görmek isterim diyerek en önden satılan bileti aldım. Bacım ne demek diyorsundur belki içinden. Bacı şey demek!. Abla, kardeş gibi bir şey!

Seni ilk önce Amelie filminde tanıdım. Daha sonra Seviyor Sevmiyor filminde, arkasından Kirli Tatlı Şeyler filminde, sonra da sevgilisinin askerden dönmesini bekleyen Kayıp Nişanlı da ve dün de Tom Hanks ve Jean Reno ile

Da Vinci Şifresi'nde. İlk filmini defalarca izledim. İnsanlara sürpriz yapıp, onları mutlu eden, ama kendisi mutsuz bir kişiliği oynamışdın o filmde. Odam da Amelie filminin posteri var biliyon mu. Bu satırları yazarken arada bir posterine bakıp, ilham alıyorum. Nedense, başka kimsenin posteri yok ev de. Eğer buna inanıyım mı dersen, gel bana görürsün. Gel bana derken, eğer Türkiye’ye İstanbul’a yolun düşerse, beklerim yani seni. Yeter ki geldiğinde misafirim ol.

Bunu sakın yanlış anlama. Bilmem bilir misin, biz ülke olarak misafirperver bir toplumuz. Hem bizim ev de iki kişilik fazla oda da var, orada kalırsın.

Hem biz de kalarak otele gidip masraf etmene de gerek yok. Sen Fransızsın ya, hem bizim ev Karfur’a da yakın. Fransız peynirleri seviyorsundur mutlaka, Fransız peyniri yiyeceğim dersen, senin için peynir alırız Karfur'dan.

Sonra Karfur'da yanımda olmandan ötürü sevincimden seni, Karfur'un alüminyum alışveriş sepetine bindirip, sepet içinde gezdirebilirim belki seni karfurda. Sepet içinde gezmek nasıl bir duygu? O yüzden, buna hazırlıklı ol lütfen. Evet, eğlenmeyi seviyorum. Ama nedense öyle bir bara veya diskoya gidip, eğleniyormuş gibi yapmayı, yapay eğlence şekillerini asla sevmiyorum.

İnsan her şartta, her durumda eğlenmesini bilmeli bence. Ayrıca Bostancı Lunapark da yakın benim eve. Eğer parka gitmeyi seviyorsan, Lunaparka gidip atlı karıncaya, gondola, çarpışan otolara binebiliriz. Çarpışan oto demişken, şoförlüğünün çok iyi olduğunu da dün öğrendim bu arada. Sevgili Audrey, Da Vinci Şifresinde o ne araba kullanmaktı öyle. Bittim resmen şoförlüğüne.

Türkiye’de herkes kadın şoförlerden şikayetçi biliyor musun. Biz erkek şoförler de hatalı kullanıyoruz tabii bazen. Ama akıllara şu soru geliyor : Formula 1 ve diğer araba yarışlarında veya motosiklet yarışlarında biz erkek şoförler var da, niye kadın şoför yok diğmi. Kadınlar böyle, biz erkekler böyle diyerek, kadın-erkek ilişkilerini konuşmak günlerce zamanımızı alabilir belki. O yüzden, bunları bırakalım diğmi bi kenara. En son ne diyordum ben?

Bostancı'da turluyorduk değil mi? Turlamaya devam edelim o zaman.

Lunaparktan çıktıktan sonra sağa dönüp 50-60 metre yürüdükten sonra Yaşar Usta’ya dondurma yemeye gideriz. Çok güzel değil mi dondurma, afiyet olsun sevgili Audrey. Dondurmalarımızı yedikten sonra, eğer deniz yolculuğu seversen de, seni Kadıköy-Beşiktaş vapuruna bindirmek isterim.

Çünkü, çok seviyorum bu vapuru. Farkında mısın bilmiyorum, sevdiğim şeyleri seninle yapıyorum. Kendime ait bir yatım olsaydı, inan vapura değil de yatıma bindirirdim seni, bu yüzden idare et be sevgili Audrey...Vapurda simit alıp, elimizdeki simitlerle martıları doyuralım mı, ne dersin? Bu martılar niye vapurlara yanaşıyor biliyor musun?Çünkü çoğu martı deniz de balık bulamadığı için bir umut olarak vapurda simit atan kişilerin yanına geliyor.

Mesela, biz insanlar da öyleyizdir. İskender yemek isteriz, balık yemek isteriz, şiş-kebap yemek isteriz. Bunları bulamadığımızda gider kendimize bir simit ve bir çay alırız. Martılarla ortak bir noktamız var sanırım. Şimdi de dalgaları, Kız Kulesini, İstanbul boğazının harika görüntülerini izleyelim haydi. Manzara nefis değil mi?Bu arada simit attığımız martılar da bizimle beraber geliyor, farkında mısın? Yani martıları bir simitle kandırıp, Kadıköy’den Beşiktaş’a gezdirmiş olduk böylece.

Sevgili Audrey, seni hayal edip, bu düşünceleri kaleme alırken, sanki seninle İstanbul’u baştan başa turladık gibi oldum bir an. Yürüyüşün, bakışın, doğal güzelliğin ve çocuksu konuşmanla özel bir yerin var senin ben de.

Bilmiyorum, ben sen de nasıl bir iz bıraktım?

Mektubuma burada son verirken, o içten gülen, güzel gözlerinden öperim seni.

Mektuplarım, kağıdım ve kalemim olduğu sürece devam edecek.

Serdar Pakırel

 
Toplam blog
: 7
: 560
Kayıt tarihi
: 31.12.06
 
 

Yazdıklarımı daha çok kişi okusun diye Milliyet blogu seçtim.Hayal etmeyi ve üretmeyi seviyorum. Öze..