Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Aralık '10

 
Kategori
Sinema
 

Av Mevsimi... İzlenebilir Bir Film

Av Mevsimi... İzlenebilir Bir Film
 

Bir süredir izlemek için fırsat yaratmaya çalışıyorduk eşimler birlikte “Av Mevsimi” isimli filmi. Bazen güzel oluyor sinemada film seyretmek. Keyfli bir aktivite… Ama… Aması var işte… Bazen film izlemeye sinemaya gitmekten nefret ediyorum. Kendime kızdığımda oluyor “Neden sinemaya gidiyorum ki?” diye. Aslında gitmemek, gidip o sinema keyfini yaşamamak gerekir. Tabi şahsımın fikridir. O halde… Neden biz sinemaya gidiyoruz? Neden evimizde değil de ille de sinemaya gitmek gibi bir aktivitenin peşine düşüyoruz? Öyle ya… Hem bir dolu para ödüyoruz o bir tanecik filmi izlemek için, hem de sinemaya girdikten sonra rezillikler bir bir sıra halinde devam edip gidiyor. Niçin sinemada film izliyoruz? Biraz önce bu soruyu sormuştum ve şimdi de altını çizerek bir kez daha sormak istedim. Malumunuzdur, izlencenin en berbat anları araya sıkışan reklam hadiseleridir. Reklama da kimi zaman diyeceğim bir şey yoktur. Amaç para kazanmaksa, eh ona da evet diyelim. Lakin bunun da bir hududu olması lazım. İşte geçen Pazar günü akşam sinemaya gittiğimizde, birbirinden abuk reklamların girdabı içerisinde yaklaşık kırkbeş dakika gibi bir zamanımızı harcadık. Oysa amacımız reklamdan kaçmak, keyfimizce koltuğa kurulup filmin içinde kendimiz hissetmek… Lakin iş öyle değil. Dakikalarca sürmekte olan reklamların ardından, ağzımdan pek de güzel sözler çıkmadığını bilmem buraya kazımam gerekiyor mu? Ve derken işte o uzun zaman dilimi sonrasında film başladı. Güzel bir çekimle… Büyüleyici bir akan derenin ve tabiatın tam orta göbeğindeydik. Adım adım ilerleyen kamera bizi başka başka mekânlara doğru taşıyordu. O ağaçların el değmemiş hali, o gölün uhrevi görüntüsü ve renkler… O müthiş doğanın renkleri… Grisinden, yeşiline, gökyüzü kasvetinden, suyun şeffaf haline dek bir dolu renk renk çekimler. Ve bi süre sonra, derenin kıyısı, kesik bir el… İşte filmin başlangıç anı… Film bu kesik el ile başlıyor. Kare değişiyor, polis şefi Ferman’ın ders anlatışına tanık oluyoruz çömezlerine. Çıkmaz sokağa girersen, geri dönüp yeni bir sokak arayacaksın, ucu açık… Çıkmaz sokak kötü olanıdır tadında engin bir hayat bilgisi edası. Ve işte tam da bu esnada devreye giriyor çömez polis sevdalısı. Antropolog akademisyen… Okan Yalabık… Polisliğe sevdalanmış ve kendisini cinayet masasında bulmak için çabalamış. Cesetlerin arasında, kesik başların, kopan kolların, akan kanların arasında bulunmayı, kenardan izlemek gibi bir şey sanıyor muhterem. Oysa işin rengi hiç de öyle değil. Haber gelir bir kesik el bulunduğuna dair. Polis şefi Ferman başta olmak üzere İdris (Cem Yılmaz) ve yine filmdeki lakabı “Deli” , ve Çömez ile birlikte üçlü forvet elin bulunduğu o doğa harikası mekânın yolunu tutarlar. İşte o çömez o mekânda ilk kez neyin ne olduğunun farkına varır. Henüz saf ve temizdir. Nişanlıdır Çömez… Evlenecektir… Ama nasıl?

Filmin giriş bölümünde sorun yok ama gelişme sonuç bölümüne doğru ilerlerken her şey allak bullak oluyor.

Sürekli bir yerlere koşuşturan polisler, Cinayet Masası servisinde devamlı hareketlilik hakim ve en nihayetinde adım adım o servisin baş figürlerini daha daha yakından tanımaya başlıyoruz. Ferman’ı, İdris’i ve Çömez’i.

Polis Şefi Ferman, hasta bir eşi ve ona bakan Kezban… Kezban böbreğini vermiş Ferman’ın eşine ve aynı zaman da bakımını üstlenmiş. İdris ise Ferman’ın üzerine kalmış, paranoyak, şüpheci bir polis memuru. Eşinden ayrılmış. Çocukluk aşkıymış eşi… Kaçmışlar, kaçıp İstanbul’a yerleşmişler ve iki çocuktan sonra İdris’in deliliklerinden bıkan eşi, İdris’i bırakmış. Yeni bir yaşamın, yeni bir hayatın peşinden koşamaya başlamış. Ve İdris, karısını seviyor ama durumu ortada. Çocuklarına ise İdris’in yaşlı annesi bakıyor. Ne yanından bakılırsa bakılsın sıkıntılı bir durum. İdris ayrıldığı eşini iknaya yelteniyor. Onunla yeniden beraber olmak için çabalıyor ama nafile. Çok yıpratmış kızı… Kırmış, dökmüş, yakmış, yıkmış…Ve en nihayetinde kız bırakıp gitmiş. İki çocuğa rağmen…

Bulunan bir el var ortada ama ceset yok. Elin kime ait olduğu yönünde araştırmalar yapılmaya başlanıyor ve parmak izi sonrasında elin bir kız çocuğuna ait olduğu tespiti yapılıyor. Kısa bir süre sonra kızın ailesi giriyor devreye. Muhafazakâr bir aile ve yokluk içerisinde süregelen bir yaşam… Kızları henüz onaltı yaşındaymış. Asit’in peşine takılmış. Asit… Sevgilisi, uyuşturucu satıcısı. Kız da aynı şeyleri yapıyor. Yani taşıyıcılar… Ve polis Asit’i araştırmaya başlıyor. Girdiği ve çıktığı mekânları tespit ediyorlar. Ve nihayetinde Asit’e ulaşıyorlar. Ama… Arkalarında bir ölü, bir yaralı bırakarak. Tüm şüpheler Asit’i göstermektedir… Dikkatler Asit’İn üzerine çekilmiştir. Oysa kız evliydi. Henüz onaltı yaşındaydı ama evliydi. Baba ve anne böyle söylemişlerdi. Ve kızı verdikleri adam hayli kelli felli birisidir. Patronları Battal Çolakzade… Kıza gönlü düşmüş o yaşlı başlı adamın ve başlarına talih kuşunun konduğunu düşünen aile kızlarını Çolakzade’nin kollarına atıvermiş. Sorgulanır Çolakzade… Kurnazdır… Zekidir ve av meraklısıdır. Onlarca şirketin sahibidir. Polis müdürü durumdan korkar. Zira Çolakzade ismi hayli dişli bir isimdir. Ve derken olaylar çetrefilli bir şekilde gelişir. Çolakzade’nin bir kızı vardır, hasta. İşte Çolakzade bu kızı için güya o bahçevanın kızı ile evlenmek istemektedir. Yapılan araştırmalar ilginç sonuçları, ilginç bulguları ortaya çıkarır. Çolakzade’nin kızı böbrek yetmezliği çekmektedir. Ve şirketlerindeki kan örneklerinden uyumlu olanları tespit ederler ve en nihayetinde o küçük kızın durumu uyumlu çıkar. Sadece o böbrek için öldürürler küçük kızı ve kendi kızını yaşatabilmek için. Son dönemlerin en can alıcı konularından birisi organ mafyası. Ve film özünde bu drama yüzünü çevirmiş. Organ sorunsalına eğilmiş. Ama eksik kalan nokta çok… Bir tane değil. Ortada ceset yok… Ortada bir el ama neden o el açıkta. Kızın ölümü sonrasında neden o el gölün kıyısında kalmıştır? Muamma olan bir nokta. Konu açısından vurucu olan film ve sonucun ne olacağı sorusunu son ana kadar korumuş. Ama eksik çok… O el sorunu eksik kalan kısım. Ve bir polis memuru, suçluyu intihara neden sürükler? Bir başka açık nokta. Oysa yargı karşısına çıkması gerekmez mi suçlunun? Film de oyunculuklar fena olmamakla beraber, bazı basit noktaların daha anlaşılabilir hale getirilmesi gerekirdi. Çok fazla çekici bir film olmamakla beraber, yine de izlenebilir nitelikte bir film “Av Mevsimi”.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..