Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ekim '17

 
Kategori
Resim
 

Avni Arbaş “Avni’nin Atları”

Avni Arbaş  “Avni’nin Atları”
 

 

Bir kişinin yıldızının parlaması, biraz da zaman ve zeminin uygun olmasına bağlıdır. Eğer koşullar uygunsa, yeteneğin ortaya çıkması çok zor olmaz. İşte Avni Arbaş’ın hayatı da biraz böyledir.

1919 yılında İstanbul da dünyaya gelir. Babası Kuvayı Milliye ordularında subaylık yapmış Süvari Albay Mehmet Nuri beydir. Aydın bir subayı olan babası da resim yapmaktadır. Dolayısıyla Avni Arbaş’ın  çocukluğu, resim ve sanatla iç içe geçirmiştir.

Bulunduğu koşullar fark ettirmeden kişiyi bir kalıba sokar. Eğer o kalıbın içinde kendi olabiliyorsa ve eğilimleri zamanın ruhu denilen olgu ile paralellik taşıyorsa, rüzgar arkanızda sağlam bir güçtür artık. Size düşen çalışmak ve üretmektir. Bu kalıbın içini doldurmak, anlam yüklemektir.

Cumhuriyet in kuruluşuyla babası Aydın ilinde görevlendirilir. 1927 yılına kadar burada kalırlar. Sanatçı da ilkokula burada başlar. On yaşına geldiğinde, Sivas’ta babasını kaybetti. Bunun üzerine annesi Rana hanımla İstanbul a taşınır. Gündüzlü olarak Galatasaray Lisesine yazılır.

İşte burada babasının aşıladığı resim sevgisi, öğretmeni Mehmet Ali beyin atölyesinde resim aşkına dönüşecektir. O atölyeden Avni Arbaş'la birlikte Cihat Burak ve Selim Turan gibi önemli ressamlar da boy verecektir.

Lise yıllarında Akademinin akşam kurslarına katılır. İstanbul'da ki sanatçı çevrelerine girer. Hatta ressam İbrahim Safi'nin atölyesinde çalışır. Artık gelecekteki mesleği bellidir.

 Sanatçı bu süreci ' Kendimi bildim bileli, resimle iç içeyim, hayatımın hiçbir dönemimde "ne yapmalıyım?", "ne olmalıyım?" gibi bir düşüncem ve endişem olmadı' sözleriyle açıklıyor.

1937 de Güzel Sanatlar Akademisi Resim bölümüne kaydolur. Önce Çallı atölyesinde, daha sonra Leopold Levy'nin atölyesinde devam eder.

Akademide okurken pek çok karma sergiye de katıldı. İlk dönem "Resmin kurallarını ondan öğrendim" dediği hocası Leopold Levy'nin etkisinde kaldı. Gri lekelerin hakim olduğu soyut çalışmalarında bu izleri sıklıkla görürüz.

1946 yılında, okulu bitirdikten sonra, Cumhuriyetin en idealist, vatansever eğitimcilerinin önde gelenlerinden biri olan Milli Eğitim bakanı Hasan Ali Yücel'in düzenlediği "yurt gezileri"ne katılmaya hak kazanır ve Siirt'e gider. Arbaş ilk kez Anadolu gerçeğiyle yüz yüze gelir. Ve çok etkilenir. O yıllarda çok ses getiren Mahmut Makal'ın "Bizim Köy" adlı eserinden etkilenerek yaptığı resimler 1954 te Paris'te açacağı ilk sergisinin teması olacaktır.

Dönemin sosyal- siyasal ruhuyla da paralel olan çalışmalardır bunlar. Rus ressam Boris Taslizky ve Bernard Buffet gibi ressamlarla "Sosyal Gerçekçi resim" anlayışında, eleştirel figüratif resimlerdir. Anadolu köy yaşamını sitilize lekelerle, soyut figürlerle betimler.

1946'da 2. Dünya savaşının bitiminde Fransız Hükümetinin verdiği bursla Paris'e gitti. Paris savaşa rağmen dünya sanatının kalbinin attığı yerdi. Resim çalışmaları açısından Paris onun için ikinci bir okul olacaktı.

1943 yılında Tatar kökenli, fransızca bilen Zerrin hn.la evlendi. Ancak 1946 yılında kızlarının doğumunda eşini kaybeder. Kızına eşinin adını verir. Oldukça sıkıntılı bir dönem yaşar ressam. Yabancı bir ülkede hem yaşama tutunmak hem de çocuk büyütmek üstesinden gelebileceği bir şey değildir. Bir süre sonra çocuğunu İstanbul’a ailesinin yanına göndermek zorunda kalır.

Arbaş, resim alanında en iyi etkileşimin Paris’te olacağını biliyordu. Nitekim Avrupa sanat camiasının önde gelen sanatçılarıyla bağ kurmayı başarmıştır. Picasso'dan Tzara'ya, Aragondan J. Lassaigne'e kadar pek çok sanatçısı ve edebiyatçıyla dostluk kurup, "Ecole de Paris ressamları" arasına girmiştir. 1954 de "Ecole de Paris" grup sergilerine katılmıştır.

1956 da 2. kişisel sergisini açan ressam, daha soyut tablolarla çıkar izleyicisinin karşısına. Figürden çok lekeler hakimdir tablolarında.

Ressam Paris’teki Türk entellektüel, ressam ve yazarlarla da yakın ilişkidedir. Abidin Dino, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Selim Turan, Güzin Dino, Nejat Devrim, Mübin Orhan, Ömer Kaleşi, Yüksel Arslan. Fikret Mualla ve birçok yazar-çizerle dönem dönemde olsa bir araya gelmektedir. Paris’te yaşayan bu sanatçılar haliyle bir etkileşim içindedirler. Bu yüzden olsa gerek figüratif – soyut çalışmalar hepsinin tablolarındaki ortak noktadır.

Bu sanatçıların arasında Abidin Dino ve Nazım Hikmet’le aralarındaki bağ daha güçlüdür.

Arbaş, memleketten uzakta olsa da memleket sorunlarından hiç uzak değildir. Onu en çok etkileyen şey Kurtuluş savaşı ve Atatürkçü düşüncenin bir halk üzerindeki anlamıdır. Ömrü boyunca bu konuyu işleyen resimler yapmıştır. Aslında o çok meşhur atları da bu konunun bir parçasıdır. Atların devingen hareketleri mücadeleci bir kazanma iradesini imler. Yumuşak fon üzerindeki keskin hatlı “at figürleri” tam da bu tavrı ortaya koyar. Ressam, 60’lı 70’li yıllar boyunca ağırlıklı olarak hep bu konuyu işler.

Bu tablolar Nazım Hikmet’i de çok etkilemiş olmalı ki,”kuvayı milliye ve atlar” şiirlerine konu olmuştur. Kendi de resim yapan N.Hikmet, Avni Arbaş’ın tablolarındaki o güçlü, devingen var olma çabasından çok etkilenmiştir. “Kuvayı milliye ve atlar” şiirinde de bunu dillendirmiştir.

Bu atlar Avni’nin atları
Kuvayi Milliye atları
kara yamçı altında ak sağrı dolgun
titrer burun kanatları
bu atlar Avni’nin atları.

Avni Arbaş, 1960 lı yılların başında Paris’e sık sık gelen Nazım hikmet’in karakalem portrelerini de yapar. Avni Arbaş, bu resimleri hayattayken Nazım Hikmet vakfına hediye etmiştir. Vakıf bu resimleri Nazım Hikmet’in 111.doğum yıldönümü için katalog olarak yayınlamıştır.

Avni Arbaş, 1960'lara kadar “soyutlamalar” yapsa da bunların pek çoğu "yarı figüratif” resimlerdir. Bir hikayesi olan, günlük yaşamdan kesitler, manzara, portre resimlerinde bunu açıkça görürüz.

Daha çok doğadan ve günlük yaşamdan esinlenerek yaptığı soyut resimlerindeki figürleri, kendi gözlem ve etkileşimleri sonucunda sanatsal bir uyumla dışa vurur.

Askerliğini yapmadığı gerekçesiyle, Türkiye’ye dönmek için çetin bir mücadele veren ressam, 1977 de  yeniden Türk vatandaşlığını kazanır. Bu dönemde ağırlıklı olarak Atatürk portreleri, boğaz ve İstanbul manzaraları öne çıkmıştır.

Avni Arbaş’ın resim anlayışı bir ömür boyunca hep aynı çizgide ilerlemiştir. Gerek soyutlamaları gerekse figürleri “şiirsel bir gerçekçilik” sergiler. Sağlık sorunları nedeniyle son yıllarını geçirdiği Foça’da birkaç kez kendini ziyarete gitmiştim. Her köşesinde bitmemiş tabloların yer aldığı salonda, her an resimlerle iç içe yaşanmış bir ömürdü onunki. Foça’da 2003 yılına dek tuvallerin, fırçaların arasında aynı sevdayla da son buldu.

 

 
Toplam blog
: 36
: 9117
Kayıt tarihi
: 11.07.08
 
 

İzmirliyim. İstanbul Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi mezunuyum. Serbest çalışan diş hekimiyim. M..