Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Aralık '21

 
Kategori
Siyaset
 

Avrupa-2

Hayatın bir insan, bir kitap, bir toplum, bir ülke, bir düşünce, bir duygu ile açıklanamayacağını düşünenlerden olduğumdan Avrupa ile de açıklanamayacağını düşünürüm. Tıpkı Avrupa’nın da herhangi ‘bir’le açıklanamayacağını düşündüğüm gibi.

Üstüne gidilip görülen, havası koklanan ve gözlemlenenler listemde yer al(a)madıklarını da ekleyince ‘Benim Avrupam’ ‘onlar’dan ibaret benim için. Keskin bir ayrımcılığın, gözde büyütmenin/küçültmenin ‘onlar’ı değil yalnız. ‘Ercanlar gelmiyor mu? ‘Gelemiyor. Onların işi çıkmış’ın ‘onlar’ına daha yakın.

Türk Öğretmenlerin Almanya’ya akın ettiği 80’li yıllarda Dayım da Hamburg yolunu tutmuş ve beş sene uzak diyarlarda öğretmenlik yapmıştı. Her gelişinde hediyelik ve hikayelerle donatırdı masayı. O günlerden aklımda kalan tek detay; dayımın araba çöplüğündeki resmidir. Yenice aldığı, yaptığı kaza sonrası çöplüğe attığı arabasıyla olan fotoğraf, benim için çok başka anlamlar ifade eden ‘araba’ ve ‘çöplük’ kelimelerini yan yana getirmeme ve ‘onlar’a yekten hayranlık beslememe imkan sağlamıştı. 

Manga Carta, Rönesans, Reform, Coğrafi keşifler, Fransız İhtilali, Sanayi Devrimi ve sonrasındaki süreç, bizdeki batı hayranlığı ve bunun yansıması gazete, dergi, televizyon yayınlarıyla körüklenen ‘muassır medeniyetler seviyesi’ arzusuyla birleşince onlara şapka çıkartan, onlar gibi olmak isteyen Türk fertlerinden biri olmak zor olmamıştı benim için. ‘Araba-kaza-çöplük- yeni araba’ sistematiği de hem kulağıma hoş gelmişti, hem de gözümü okşamıştı.

Lise çağlarındayken Bekir Öğretmen ( kendisine ‘Hoca’ denmesini asla istemezdi ), içinde benim de bulunduğum, beş kişilik bir gruba ‘Avrupa Birliği’ konulu bir ödev vermişti. Konu paylaşımından bana düşen ‘Türkiye’nin Birliğe Üyelik Süreci’ idi. Bendeki onlar ve biz algısını, aklım yettiğince, yeniden gözden geçirmiş ve nedense liseli aşık(lar) modelinin onlarla ilişkimize yakın olduğu sonucuna varmıştım: Hep kovalayan erkek, hiç yakalanmayan kız olayı! Bu tarz ilişkiler ‘sakat’ gelirdi bana - ki hala öyle- ‘biz kendimiz olalım; anlaşıp anlaşmamak, uyuşup uyuşmamak sonraki mesele’ deyivermiştim. Galiba ‘araba-kaza-çöplük-yeni araba’ kombinasyonu ile onlar arasındaki sarsılmaz ve güçlü bağ ilk o zaman su almıştı.

Onlarla ilgili değişmeyen (ön)yargım ise; akılla yoğrulmuş, rasyonaliteden ödün vermeyen ‘ritüeller’ bütünü olmalıdır. Kuzeyiyle güneyi, doğusuyla batısı arasındaki yaşayış ve kültürel farklılıklara rağmen onları ortak yapan paydanın ritüelleri olduğuna inanırım. Her ayrıntıyı(?) hesaplayıp ona göre söz ve davranış kalıpları geliştiren ve bu kalıpların gereğini, ustalıkla, yerine getiren insanların coğrafyasıdır orası. Kriterleri daha önce ve bir şekilde belirlenmiş kılavuzları vardır sanki ve bu kılavuz doğumdan itibaren sindire sindire öğretilir yeni nesillere. İnsandan çok makineyi hatırlatır bana Avrupalı ve ne yaparsam yapayım, onların sevinçleri de, hüzünleri de, ayinleri de, kutlamaları da, hasılı, hayata dair her şeyleri de yapay gelir bana.

Yeni doğan bebelerinin kulaklarına da ‘sen Avrupalısın. İnsanoğlunun önde gidenisin. Bunu aklından çıkarma ve bunun gereklerinden taviz verme’ mealinden sözler fısıldanıyor olmalı ki; diğer coğrafya insanlarına, kendilerince, belirledikleri mesafede durabilme yeteneğine sahipler. Yani, benimkine ne kadar yakın bilememekle birlikte, onların da ‘onlar’ı var. Bir dönem Avrupalı partnerle iş yapmış bir şirketin personeli olarak ‘ne kadar da aynıyız’dan çok ‘ne kadar da uzağız’ı aklımdan geçirmişsem bu düşünce; önemsiz sayılabilecek bir hatada ya da detayda dahi ansızın ciddi, kararlı, küçümser tavra bürünmelerinden, diş göstermede tereddüt etmemelerinden kaynaklanır. Ayrıca hatanın kendilerinden kaynaklanmış olabileceği ihtimalini hiç düşünmezler.(Küçük bir not: Avrupalı partnerimizin kaliteden sorumlu personeli beş yıl kadar burada kalmıştı. İyiliği/kötülüğünden ziyade durum tespiti için söylüyorum; o personel döndüğünde gayet bizden biri olmuştu, en azından Kapıkule’ye kadar.)

Her dönem onlara saygı duymama yegane neden ise; en az kendinden olan kadar, kendinden olmayanı da kendi gerçeklerine/doğrularına/hayallerine inandırmaları, bir dünya insanı kendilerine hayran bırakmalarıdır. Öyle ya da böyle dışarıdan destek alan, beslenen bir coğrafyanın kendini kalkındırmak için yaptıklarını, insanoğlunun selameti adıyla servis etmesi ve bu servisin kabul görmesi takdir edilesidir.

16/9/2010

 

 
Toplam blog
: 25
: 201
Kayıt tarihi
: 28.01.13
 
 

'olan biten her şey başka türlü olması mümkün olmadığı için öyle olmuştur'.. ..