Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Eylül '07

 
Kategori
Siyaset
 

Avrupa Birliği' nin gerçek yüzü

Avrupa Birliği' nin gerçek yüzü
 

Avrupa Birliği’nin Avrasya’da ve uzak doğuda uyguladıkları politikalar, kurdukları tuzaklar, dünya üzerinde dolaşan küresel sermaye ve bu küserel sermayenin girdikleri ülkelerde yol açtığı sonuçlar ülkelerin kültürlerini, dilini, dinini kısaca benliğini yitirmeleri ve o ülkelerin Avrupa ve Amerika’ya muhtaç duruma getirmekle birlikte üretimlerini sıfırlayıp yoksullaşmasına neden olmaktadır.

Ayrıca Avrupa Birliği’nde artan işsizlik, işsiz gezen onlarca insan, şehirlerde bir taraf çok rahat ve zenginlik içinde, son derece güzel ortamlarda yaşarken, diğer taraf yoksulluk ve sefalet içinde yaşıyor, evsiz barksız sokakta yaşayan insan sayısı oldukça fazla, şehirlerin içlerine ilerledikçe bu oranlar daha da çok artıyor. Gizli enflasyon hızla artmakta, yozlaşan kültürleriyle dikkat çekiyorlar. Mesela Avusturya’da Türklere karşı ırkçı gösterilere sahne oluyor.Hatta devlet makamlarında görevli kişiler, Kuran-ı Kerim’in yasaklanması gerektiğini ve camilerin kapatılması gerektiğini gazetelere haykırıyorlar. Türklere ikinci sınıf insan muamelesi yapılıyor. Ve çoğu yerlerde zor şartlar altında çalıştırılıyorlar. Mesela Hollanda (o meşhur özgürlükler ülkesi) uyuşturucu ticareti ve kullanımı serbestleşiyor gece gündüz sokakta kadınlar fuhuş için vücutlarını sergiliyorlar. Bu o kadar serbest oluyor ki artık gündüzleri de kendilerini pazarlamaktan çekinmiyorlar. Hollanda’da bir kadın sığınma evinde yapılan bir röportajda, kadınların kocalarından ölesiyle dayak yedikleri için buraya gelip sığındıkları ve son bir yılda gelen kadın sayısının rekor düzeyde olduğunu belirtiyor. Türkiye’ye uyguladıkları töre cinayetleri ile ilgili baskılar hatırlatıldığında bu tip bir sorunun onlarda da olduğunu gizleyemiyor. Uyuşturucu serbest, kadınların karşılaştıkları şiddet hat safhada, işsizlik artmış sokakta yaşan insanların sayısı hergeçen gün artıyor.Türklere uyguladıkları 2. sınıf insan muamelesi ve bazı ülkelerde dinlerini özgürce yaşayamadıkları ve bu yüzden dışlandıkları da oluyor. Bunun karşılığında AB, bizden Fener Rum parikhanesinin papaz yetiştirebilmesi için baskı uygulayıp, azınlıklara daha fazla hak verilmesini istemekten geri kalmıyor.Üstelik birçok lider bizi almayacaklarını ayrıcalıklı ortaklık vermek istediklerini üstüne basa basa söyledikleri halde, oyunun bir parçası haline geliyoruz. Hemde hiç bitmeyecek bir oyunun...

Bizim senelerce onların arasına girmek için çalışıp benliğimizden ödün vererek uğraştığımız Avrupa birliğinin gerçek yüzü biraz sonra aşağıda okuyacağınız satılar arasında zihinlerimizdeki gerçek kimliğini bulacaktır:

Kırgızistan’da 1991’de bağımsızlık ilan edilmişti.1994’te işsizlik oranı yüzde birin altındaydı.Bu oran 1995’te yüzde üçe, daha sonra da yüzde ona fırlayacaktı.2000’lere gelindiğinde işsizlik oranı yüzde kırktı. Doğru ya, (Artık serbest piyasa ekonomisi vardı.)

Oş’un merkezindeki HOPE (umut) adlı bir Hristiyan propaganda merkeziydi. Ve tüm girişimcilik bürolarıyla işbirliği içinde çalışıyorlardı. Toplumun içine gömülü Amerikalılar, Almanlar, İngilizler son on yıldır sistemli bir biçimde çeşitli alanlarda faaliyet gösteriyorlardı.Sivil insiyatif adı altında toplanmışlardı.Her birinin ayrı yardım kuruluşları, dil kursları, dernekleri vardı.

Kilise mensuplarının sayısı oldukça fazlaydı.Oş üniversitesindeki öğrenciler sayıları her geçen gün artan misyonlerlerden bahsediyorlardı.

“Burada çok sayıda hristiyan misyoner var, kendi dinlerini yayıyorlar ve para dağıtıyorlar diyordu çekik gözlü tarih öğrencisi.

Yardım yapıyorlar, öğrenci bursu veriyorlar, bedava İncil dağıtıyorlar!”

Kırgızistan’da eskiden 4 olan protestan ve katolik kiliselerinin sayısı son 15 yılda 900’e ulaşmıştı.Bu sistemli bir faaliyetin sonucuydu.

“Önce zaafları iyi değerlendiriyorlar. İhtiyaçları tespit ediyolar. Küçük çocuğu var bakamıyor mu yardımcı oluyorlar. Maddi sıkıntı var yardımcı oluyorlar. “10 kişiyi Hristiyan yap sana ev veririz diyorlar… Büyük bütçeleri var Gençleri alıp 15 günlük kamplara Amerika’ya gönderiyorlar.Burada dersler veriyorlar. Siz projeyi hazırlayın yüzde yetmiş finansını biz vereceğiz diyorlar. Fakir aileleri halkın yaşam standartlarını yükseltmek için örgütlüyorlar.Elektrik sorunu var gelip tamir ediyorlar. Eğitim projesi kapsamında Amerika’ya yollayacakları çocukları seçiyorlar. Duvarlarda İsa yazılı birçok el ilanı görülüyordu.Duvar afişlerinde “İsa’ya baba demekten korkmuyorum.” Gibi Kırgızca cümleler yazıyordu.

Amaç Hristiyanlığı ihya etmekse niye kendi ateist çocuklarını Hristiyan yapmakla, onbinlerce yüzbinlerce ateistle uğraşmıyorlar da gelip buradaki Kırgız’ı Kazak’ı Hristiyan yapmaya çalışıyorlar?! Burada büyük bir boşluk var.Boşluğu dolduruyorlar. Özgürsünüz. Herşeyi seçme imkanınız var diyorlar. “Onlarda biliyorlar ki inançlar rejimlere benzemez.Diktatörlük gider, demokrasi gelir. Rejimler kolay değişir. Ama din böyle değildir.Yüzyılar boyu değişmez. Bu coğrafyaya dinler girdikleri zaman arkasından Emperyalizm gelir. Emperyalizm, sisteme uygun adam yetiştirecektir.”

2006 yılının Temmuz ayında YeniÇağ gazetesi:

Kırgızistan’daki Amerikan Büyükelçiliği’nde görev yapan iki diplomatın, ülkenin iç işlerine müdahale ettikleri gerekçesiyle sınırdışı edildikleri yazıyordu.Amerikan büyükelçiliği yaptığı açıklamada, diplomatların Kırgızistan’daki sivil toplum örgütlerinin liderleriyle “uygunsuz temas kurmak” suçlamasıyla sınır dışı edildiklerini doğruluyordu!


Doğu bloku çökertiliyordu. Çin’de Tianenmen meydanında toplanan bir grup öğrenci, meydana Amerika’nın ünlü özgürlük heykelinin onlarca minyatürüyle geliyordu… Bu dünya televizyonlarına yansımıyor ama halkın duygularına hitap eden “tanklarla dans”, bir gencin, tankların önünde duruşu, tüm dünya medyasında aynı anda yer alıyordu.Ardından Yugoslavya çatırdayacak, Rusya meydanları özgürlük demokrasi çığlıkları kaplayacak Soljenitsin meydanlara çıkacaktı.

İşte aynı yıl Romanya’da iktidar sallanmaya başlıyordu.Timoşvar kenti kıvılcımın yangına dönüştüğü yer olarak tarihe geçiyordu..

Çavuşesku’nun bir zamanlar yaptığı katliamın kanıtı olarak toplu mezarlar basın önüne çıkıyordu.

Amerikalı bir gazeteci, olayların perde arkasını şu sözlerle açıklayacaktı:

Komünizm çok büyük bir tehlikeydi ve gerçekti. Komünizmi, insanların kafasında bir daha aklanmamak üzere mahkum etmek amacıyla Romanya’da bazı şeyleri abarttık!”

“1989 yılında Romanya’nın Batı’dan aldığı tüm borçlar ödenmişti.Çavuşesku döneminde Romanya borçsuzdu.Yetişkin nüfuzun %96’sı okur yazardı.Sağlık ve eğitim ücretsizdi.aynı yıl Romanya’nın ithalatı 10 milyar dolar, ihracatı bunun iki katıydı.

İhtilalden 2 yıl sonra Romanya Avrupa ile ilk antlaşmasını imzaladı.Daha sonra AB’ye katılım müzakerelerine başlandı.

Ve çoğu esnaf ateş püskürüyordu.İnsanlar Çavuşesku döneminde daha iyi geçindiklerini şimdiyse faturalarını dahi ödeyemediklerinden bahsediyordu. Köylüler refah içindeydi.Çok iyi geçinirlerdi.AB önce pancarı yok etti.Romanya’nın pancar üretimi muazzamdı.Şimdi pancar ortadan kalktı. Artık şekerleri Avrupa’dan alacağız diyorlardı. Romanya’da artık ultra zenginler ve çok fakirler vardı.Orta sınıf yoktu…

Banu Avar’ın yaptığı bir röportaj:

Bir amfide gençlerin yüzüne bakıyorum. Gözleri pırıldamıyor.Saçları fönlü, makyajı tamam, önünde Coca Cola tenekesi, bluzunda NY (New York) damgası güzel bir genç kız öğrenciye soruyorum.

Küreselleşme konusunda ne düşünüyorsunuz?

Yarım gülümsüyor, kirpiklerini kırpıştırıyor, elleriyle Coca Cola tenekesini sıkıyor. O bir 3. sınıf tarih öğrencisi.

Niştu! ( Bilmiyorum )”diyor. Batıya gitmeyi ve batı hayranlığını bir kurtuluş olarak görüyorlar ve Batı kültürünün bütün kültürlerden üstün olduğunu düşünüyorlardı.

Bir bakkalla yapılan söyleşide, bakkal; “Eskiden okula gitmek zorunluydu” diyor.Ama şimdi demokrasi var. Okula isteyen gidiyor.Öğretmenler isterse geliyor! Burada kim yaşamak ister, tabii hiçbir öğretmen gelmiyor.

Yunanistan’da

(Azınlık) Şahin İlk öğretim okulunda,

Eskiden beden eğitimi dersini Türk öğretmenler veriyordu ama şimdi bu ve benzeri dersler Türk öğretmenlerin elinden alınıp Yunan öğretmenlere veriliyor.

Okullar Türkiye’den kitap ve öğretmen bekliyor fakat;öğretmenler vize kuyruğunda beklemedeymiş.Batı Trakya’da öğretim yılı yarılanmıştı fakat Şahin”Azınlık” okuluna henüz Türk öğretmenler ulaşamamıştı.

Yunanlı eğitim yetkililerinin, Yunanistan vatandaşı olan bu çocuklara, Türk azınlığa bakışları çok ilginçti. Ve Lonra’nın ünlü üniversitelerinden birinde verilen dersin başlığı “düşmanı eğitmekti”

Pontus katliamı olarak bilinen katliamla ilgili yapılan bir röportajda

Yazar George Nakratcas, “Katliamı yapan, Yunanlılardı, Türklere karşı! 1919’da Özellikle Bafra’da!...

İskeçe’de bir müftüyle yapılan söyleşide, sizin din adamı olarak haklarını neler? Diye sorulduğunda

Müftünün cevabı hiçte beklenmedik değildi.

Hiçbir hakkımız yok! Tek cümleyle şunu söyleyeyim hiçbir hakkım yok! Diyordu. İnsanlar İskeçe’de fişleniyor. Müslümanlara ait vakıf mallarına el koyuluyordu.” Ama Batı Trakya baskı altına itildikçe daha da dirilir diyordu iskeçe camiisinin müftüsü…

İskeçe’deki halkın çoğu gemilerde çalışıyor, Almanların yapmayacağı, kimyasal boya temizlemek, pas silmek gibi işlerle hayatını kazanıyordu.Bunun için Almanya’ya götürülüyorlardı.

İskeçe belediye başkanının anlattığına göre,

“24 yıldır Yunanistan AB üyesi ve ilk defa benim belediye başkanlığım döneminde AB fonlarından buraya kaynak aktardık.İlk proje bugün onaylandı. 27 Ekim’de ihalesi yapılacak. AB, kaldırım düzenlenmesi için (!) 200 bin avroluk bir kaynak aktaracak!”

“Demek AB’ye göre buranın en temel sorunu bozuk kaldırımlar!” belediye başkanı gülümsüyor!

“Burada işsizlik var Fabrikalar okullar lazım, evet ama kaldırımlar çok önemli…” bu tip dengesizlikle sık sık oluyor…

Mesela “Almanya’da çalışanların yüde seksenbeşi kanserle tanışıyor. Çünkü burada hep kimya ile uğraşıyorlar.

Gelelim Gümülcine’ye;

Gümülcine meydanı bir zamanlar Türklere ait işyerleriyle kahvehaneler doluymuş, şimdiyse çoğu el değiştirmiş, Türklerin işyerleri arka sokaklara atılmış, kentin varoşlarına itilmişler.AB Yunanistan’da şehir projeleriyle çok ilgileniyordu.(!) Trakya’da yol, liman yapımı ve eski eser restorasyonundan geçilmiyordu…

Nedense bu projeler “hassas” olarak nitelendirilen Türklere ait tarihi yok edecek şekilde planlanıyordu.

Tarih yok ediliyordu. Yollar Türk mezarlıklarından geçiriliyordu. “Bursa’da tarihi mahallenin restorasyonu yapılıyor, sizce neden Bursa’da bir mahallede restorasyonu yapılıyor?

Çünkü orada bir Bizans kilisesi var!

Tarih, mekanlar, isimler herşey yavaş yavaş değiştiriliyordu.Nefes Sultan Tekkesi Maria Manastırı oluyor, Osmanlı mezarlıklarından otobanlar geçiyor, Rodop’ta camiler yıkılıyordu.

“Hoşgörü hep tek yanlı işliyor!” EOKA faaliyetlerini Batı Trakya’da arttırdı. Halk, ağır bir bedel ödemeye başladı.İlk önce “Türk” demek yasaklandı. Türk kelimesinin geçtiği gerekçesiyle birçok dernek kapatıldı.


Batı Trakya’da bir öğretmen olan Sadettin Şakir Hüseyin:”20-30 sene sonra burada türkçe konuşan birileriyle karşılaşamayacaksınız!” diyor. “Ben Türkiye’de okumuş bir Edebiyat öğretmeniyim. Ama işsizim! Yeni öğretmen yetiştiremiyoruz. Çünkü öğretmen yetiştirecek okulumuz yok, onlarsa papaz yetiştirecek. Heybeliada’yı açtırmak için Türkiye’ye ne baskılar uyguluyorlar!..

Yukarıda yazılan örnekler Batı’nın gerçek yüzüyle ilgili verebileceğim örneklerden sadece birkaçı…

Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik devletleri, Türkiye’de bu tip faaliyetleri bazı sivil toplum örgütleri aracılığıyla yapmaktan geri kalmıyor ve bunu düyanın heryerinde yapıyorlar.

Tarih boyunca süregelen bu oyunlar ve tuzaklar hiç bitmeyecek gibi görünse de, güneş doğudan doğacaktır…

Eğer Atatürk’ün yolundan gidersek ve benliğimize sahip çıkarsak kaybeden taraf biz olmayacağız.


Kaynak kitap:

Avrasyalı olmak

Yazar Banu Avar

 
Toplam blog
: 17
: 1416
Kayıt tarihi
: 16.05.07
 
 

25 Ekim 1980 yılında Bakırköy'de bir devlet hastanesinde dünyaya gelmişim. Her yeni doğan bebek gibi..